TOPKAPI SARAYI
KÜTÜPHANESİ’NİN ÖNEMİ (1)
Bülent Ağaoğlu
İstanbul, 15.1.2021
Bu çalışmada az sayıda alıntı yer
almaktadır.
“Topkapı Sarayı Kütüphanesi’nin
Önemi” konusunda alıntıları da içerecek kitaplar hazırlanması çok önemli olsa
gerek…
0
“Kaşıkçı
elması ne ise bu kütüphane de odur
KÜLTÜR Bakanlığı’na bağlı olan
İstanbul (1) Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nun
‘İçerisindeki kitapları alın ve binasını da cami yapın’ diye buyurduğu Topkapı
Sarayı Kütüphanesi, Türkiye’deki en kıymetli elyazması eserlerinin saklandığı
yerdir ve dünyanın önde gelen yazma merkezlerindendir.
Kütüphanede
Fatih’in çocukluk defterlerinden tutun, hükümdarlar için kaleme alınıp cildleri
mücevherlerle bezenmiş kitaplara ve tek nüsha olan, eşi-benzeri bulunmayan
risalelere kadar değişik dillerde tam 18 bin 500 adet elyazması ve nadir baskı
eser vardır. Padişahlar için hazırlanmış olan minyatür albümlerinin ve
içlerinde hattat hükümdarların eserlerinin de bulunduğu hat kolleksiyonlarının
dünyada bir eşi daha yoktur. Anlayacağınız, Hazine Dairesi’ndeki meşhur
‘Kaşıkçı Elması’ yahut ‘Topkapı Hançeri’ ne ise, saray kütüphanesindeki
‘Siyer-i Nebi’, yani Hazreti Muhammed’in minyatürlü hayat hikáyesi; Şeyh
Hamdullah’ın Kur’an’ı, veya Kanuni Süleyman’ın şiirlerinin bulunduğu ‘Divan’ da
odur.
Kurulun verdiği karar uyarınca
yeni bir yere taşınması gündeme gelen saray kütüphanesinde, işte böylesine
mütevazi eserler bulunuyor!”. 18.12.2005. https://www.hurriyet.com.tr/butun-kitaplari-toplayin-bu-kutuphane-cami-olacak-3667856
1
Saraydaki
kütüphanenin temelini Fatih attı
Fatih’in İslâm dininin ve kültürünün en önemli
kaynaklarını Saray Kütüphanesi’ne kazandırmak için büyük gayret sarf ettiğini söyleyen Prof. Dr. İsmail Erünsal, bu büyük
hükümdarın fethettiği Yunan-Roma medeniyetinin merkezinin geleneksel kültürünü
de reddetmediğini Bilakis bundan yararlanmaya çalıştığını belirtiyor.
HALİL SOLAK
Osmanlılarda kitap kültürü ve kütüphanelerin tarihi deyince akla
gelen isim Prof. Dr. İsmail Erünsal. Son yıllarda ard arda yayınladığı
“Osmanlılarda Sahaflık ve Sahaflar”, “Osmanlılarda Kütüphaneler ve
Kütüphanecilik” ve “Orta Çağ İslâm Dünyasında Kitap ve Kütüphane” adlı eserleri
kültür tarihimizde önemli bir boşluğu doldurdu. Biz de Osmanlı padişahlarının
kitaplarla ilişkisi ve kütüphaneleri üzerine konuşmak için Prof. Erünsal’ın
kapısını çaldık. Yoğun mesaisi arasında bizi kırmadı ve işte ortaya hem bilgi
yüklü hem de keyifli bu sohbet çıktı.
İlk Osmanlı padişahlarının kütüphaneleri hakkında ne kadar bilgiye
sahibiz?
Kuruluş dönemi hükümdarlarından Osman Gazi, Orhan Gazi, I. Murad
ve Yıldırım Bayezid’in hangi kitapları okudukları ya da ne tür kitaplara ilgi
duyduklarına dair bir belge yok elimizde maalesef. Osmanlıların ilk
dönemlerinde daha ilmî kurumların tam olarak kurulmadığı bir devirde kitap ve
kütüphanelerden bahsetmek de çok mümkün değil. Ancak II. Murad dönemine
geldiğimizde siyasî birliğin sağlanması ve Edirne’nin başkent oluşuyla birlikte
kültür hayatı da hareketleniyor. Onun Manisa Sarayı’nda bir kütüphane kurduğu biliniyor.
Asıl olarak bu işin Fatih’le başladığını söyleyebiliriz o halde…
Evet. Tabii bu işlerde onun kişiliği çok önemli bir rol oynuyor.
Evvela şunu tespit edelim: Fatih çok iyi bir eğitim alıyor, genç yaşta Doğu ve
Batı kültürüne nüfuz edebilecek önemli bir birikimine sahip. Bir divan oluşturacak
kadar şiir yazıyor, İslâm kültürüne hâkim. Diğer yandan eski Yunan ve Roma’nın
kültür mirasıyla da yakından alakalı. Buna ek olarak da görsel sanatlarla da
ilgileniyor.
Topkapı Sarayı’ndaki kütüphaneden önce bir kütüphanesi var değil mi
Fatih’in?
Fatih,
şehzadeliğinde Manisa’da oluşturduğu kitapları Edirne Sarayı’na götürüyor.
Fetihten sonra Beyazıt’ta, Eski Saray’ın inşa edilmesiyle buraya naklediyor.
Daha sonra da Yeni Saray’a, yani bugünkü Topkapı Sarayı’na taşınıyor. Yani bugün
orada muhafaza edilen muazzam kütüphanenin temellerini o atıyor.
Abdulhamid Han
GREKÇE, LATİNCE VE ERMENİCE KİTAPLAR
Peki kütüphanesini kurarken nasıl bir yol izliyor?
Fatih, İslâm dininin ve kültürünün en önemli kaynaklarını Saray
Kütüphanesi’ne kazandırmak için büyük gayret sarf ediyor. Ama bunun yanında
fethettiği Yunan-Roma medeniyetinin merkezinin geleneksel kültürünü de
reddetmiyor. Bilakis bundan yararlanmaya çalışıyor. Doğal olarak kütüphanesini
de buna göre şekillendiriyor. Devrin kaynakları Fatih’in Arapça ve Farsça
yanında Grekçe, Latince ve İtalyanca bildiğini naklediyor. Topkapı
Sarayı’nda kurduğu kütüphanede de İslâmî yazmalar dışında Grekçe, Latince,
Ermenice, Süryanice, İtalyanca ve İbranice yazılmış yazma eserleri
görebiliyoruz.
Bu eserler nereden temin ediliyor ya da nasıl üretiliyor?
Bunların bir
kısmı muhtemelen Bizans’tan kalmış. Büyük bir kısmını ise Fatih, kopya ettirme,
tercüme ve satın alma yoluyla Saray Kütüphanesi’ne dâhil ediyor. Mesela fetihten sonra şehirdeki
durumu rapor etmesi için İstanbul’a gönderilen Papalık görevlisi Sagundino,
Saray’daki iki doktorun Fatih’e Latince ve Grekçe eserler okuduğunu yazıyor.
Yine özellikle kendisi için bir model olarak gördüğü Büyük İskender’in hayatına
ve eski Yunan tarihine de meraklıydı Fatih. Her gün Flavius Arrianus’un
“Anabasis of Alexander the Great” adlı eserini okutturuyordu. Midilli
seferinde, Truva’yı ziyaretinden sonra Saray Kütüphanesi için “İlyada
Destanı”nın bir nüshasını hazırlatıyor. Coğrafya ve haritaya da meraklı biri.
Kütüphanesinde İskenderiyeli astronom ve matematikçi Batlamyus’un
“Kitabu’l-Coğrafya”sının (Geographike Hiphegesis) nüshaları vardı. Bu eseri,
Grekçe’den Arapça’ya tercüme ettiriyor. Ayrıca bu eserdeki haritaları esas alan
bir dünya haritası da yaptırıyor.
Peki o dönemde kütüphanedeki kitap sayısı hakkında bilgimiz var mı?
II. Bayezid’ın emriyle 1502’de düzenlenmiş olan bir katalog
var. Bu
kataloğun Kanuni Sultan Süleyman döneminde 1552’de hazırlanan nüshasında 5.700
cilt içinde 7.200 eserin künyelerini biliyoruz. Bu sayıya bakarak Fatih
döneminde de saray kütüphanesinin oldukça zengin olduğunu düşünebiliriz. Bu
katalogda Arapça, Farsça ve Türkçe eserler yanında benim tespit ettiğim Doğu
Türkçesiyle yazılmış pek çok eser de var. Sarayda ve saray çevresinde Fatih’ten
başlayarak Çağatayca yazılmış eserlerle ilgili bir merak oluştuğunu görüyoruz.
Ayrıca yine bu kataloğa göre, o dönemde “Dîvânu Lugâti’t-Türk”ün bir nüshası
sarayda bulunuyormuş.
FATİH’LE İLGİLİ İDDİALAR BİLİMSEL DEĞİL
Hocam söz Fatih’e gelmişken Prof. Dr. Celal Şengör’ün Fatih’in
kütüphanesine dair bir yazısında dikkatimi çeken bazı iddiaları var. Şengör,
Fatih’in, Hıristiyanlıkla ilgili merak ettiği konularda Bizans soylularından
GeorgiosAmirutzes ile tartışmasını ve Amirutzes’in bu konudaki görüşlerini bir
risâle halinde Fatih’e sunmasını, yine Fatih’in Rum Ortodoks Patriklik makamına
atadığı Gennadios’a Hıristiyanlığın esaslarını içeren bir risale yazdırtmasını
sanki onun başka inançlara meyilli olduğuna bir delilmiş gibi gösteriyor. Bu
konudaki kanaatinizi merak ediyorum…
Fatih’in bu tür konulara bir entelektüel olarak ilgisi var. Ancak
bu ilgi, bazı Rönesans dönemi yazarlarına onun din konusunda bir arayış içinde
olduğu zannını vermiştir. Bu yüzden bu dönemde kaleme alınan bazı eserlere
baktığımızda Fatih’in dini duygu ve düşünceleriyle ilgili herhangi bir mesnedi
olmayan pek çok görüş olduğunu görürüz. Türklerin “infidel”, kâfir, dinsiz
olarak nitelendirildiği bu tür eserlerde yer alan dinî konulardaki dedikoduları
ciddiye almamak gerekir. Özellikle Celal Şengör’ün yaptığı gibi bu
anlamdaki birtakım lakırdıları kaynak tenkidi ve metot süzgecinden geçirmeden
ciddiye alıp, gerçekmiş gibi nakletmek ve Fatih'in dinî inanış ve
davranışlarıyla ilgili töhmette bulunmak bilimsellikten uzak ve meşrebe uygun
yargılama yapmaktan başka bir şey değildir. Şunu da eklemek isterim: Fatih,
İslâm dünyasının klâsik ilim mirasını ve birikimini bu geleneğe mensup Hocazade
Müslihiddin, Molla Güranî, Siraceddin Halebî gibi büyük âlimlerden tahsil
etmiş, çeşitli İslâmî ilimlerle ilgili kitapları okumuştu.
Şengör, ikinci iddiasını Raşid Tarihi’ne dayandırarak 18. yüzyılın
başında Saray’daki kıymetli kitapların “toz, güve ve kurtlar” tarafından feci
bir hale sokulduğunu ve “kullanılamaz durumda” olduğunu belirtiyor. Ayrıca III.
Murad’ın değerli kitapları altın ve gümüş elde etmek için darphâneye göndermiş
olabileceğini de söylüyor. Bunlar tarihî gerçeklerle ne kadar bağdaşıyor?
Şimdi tespit edebildiğimiz kadarıyla Saray'daki Fatih’e ait kitaplar,
bazı kayıplara uğramalarına rağmen günümüze kadar oldukça iyi bir şekilde
muhafaza edilerek gelmiştir. Eğer Raşid Efendi’nin tespitleri doğru olsaydı bu
kütüphaneden günümüze ulaşan kitapların “kullanılmaz durumda” olmaları
gerekirdi. Oysa böyle bir şey yok. Günümüzde Topkapı Sarayı Kütüphanesi’ni
kullananlar, buradaki kitapların nasıl büyük bir özenle korunmuş olduğunu da
görürler. Diğer iddiası da tarihî gerçeklere ters: Çünkü III. Murad, kitaba
düşkünlüğüyle bilinen bir padişah. Saltanatı döneminde, Saray atölyelerinde çok
sayıda tezhipli, minyatürlü eser hazırlanmıştır ve bu eserlere dair yapılan
masraflar arşivde kayıtlıdır.
Fatih’ten sonra kütüphaneye ilgi hangi boyutta devam ediyor?
II. Bayezid’in Fatih’in kurduğu kütüphaneyi, kendisine hediye
edilen ve adına yazılan kitaplarla daha da zenginleştirdiğini söyleyebiliriz.
Ayrıca II. Bayezid’in oğlu Şehzade Korkut da babası gibi kitap meraklısı biri,
aynı zamanda âlim ve şair. Manisa Kalesi’nde büyük bir kütüphane kuruyor.
Topkapı Sarayı’nda Şehzade Korkut’a ait kitapların bulunması, bu koleksiyonun
da onun vefatından sonra Saray’a intikal ettiğini gösteriyor. Yukarıda
bahsettim: Günümüze ulaşabilen saray kütüphanesinin en eski tarihli müstakil
kataloğunu da II. Bayezid’e borçluyuz.
VAKIF KÜTÜPHANELERİNİN ALTIN ÇAĞI
Kısa saltanatı daima seferlerde geçen Yavuz’un bir katkısı oluyor
mu peki buraya?
Sizin de dediğiniz gibi neredeyse bütün zamanını seferlerde
geçiriyor. Ancak bunun kütüphaneye şöyle bir faydası oluyor: Suriye, Mısır
gibi yeni fethedilen ülkelerde, hükümdarlara ait büyük ve değerli koleksiyonlar
doğrudan Topkapı Sarayı’na intikal etmiştir. Burada şunu vurgulayayım: Osmanlılar,
fethedilen topraklardaki mevcut vakıf kütüphanelerine asla el sürmemiş,
fethedilen bölgelerdeki beylerin ve hükümdarların özel kütüphanelerini
“ganimet” olarak almışlardır. Yine bu dönemde sahiplerinin ölümüyle dağılan özel
kütüphanelerden temin edilen kitaplarla sarayda büyük bir koleksiyon
oluşmuştur. Mesela Müeyyedzade adlı âlimin vefatından sonra onun
kütüphanesindeki değerli bazı kitaplar Yavuz’un emriyle saraya alınmıştır.
Ayrıca Selim’in Mısır Seferi sırasında kitap toplamaya çalıştığını gösteren
vesikalar da var.
Bu ayki dosyamızın hazırlanmasına vesile olan III. Ahmed
Kütüphanesi’ne geçelim buradan. Padişah neden müstakil bir binada topluyor
kitapları?
III. Ahmed dönemine gelene kadar sarayda binlerce kitap
birikmişti. III. Ahmed de sarayın değişik bölümleriyle hazinedeki kitapların
kullanılması ve korunması için daha önce yapılan düzenlemeleri yeterli
görmüyor. Maksadı bu kitapların büyük bir bölümünü Topkapı Sarayı’nda
yaptırdığı müstakil kütüphanede bir araya getirmek. Bunun için yaptırdığı
kütüphane binası da kısa sürede inşa edilerek 23 Kasım 1719’da büyük bir
merasimle açılmıştır.
III. Ahmed’den sonra bu şekilde bir mekânda kitapları toplayan
hükümdarlar var mı?
Evet, sarayda yeni koleksiyonlar oluşturan bazı padişahlar var.
Mesela I. Mahmud, III. Osman ve III. Mustafa’nın vakfı olan kitaplar Hasoda
Kütüphanesi, I. Abdülhamid ve III. Selim’in vakfettikleri de Bağdad Köşkü
Kütüphanesi olarak anılıyor. Bunlardan ayrı olarak sarayda, çalışanların
eğitimi için derlenmiş küçük koleksiyonlar da vardı. Mesela III. Mustafa
saraydaki Bostancılar Ocağı’nda bir kütüphane kurmuştu. III. Ahmed döneminin
ardından bana göre kitap ve kütüphaneye karşı özel bir ilgisi bulunan I.
Mahmud’un saltanat dönemini vakıf kütüphanelerinin altın çağı olarak
adlandırabiliriz. Zira bu dönemde I. Mahmud Ayasofya, Fatih ve Galatasaray gibi
üç büyük kütüphaneyi açmakla kalmamış, imparatorluğun en uzak bölgelerindeki
kalelerde bile kütüphaneler kurmuştur.
Son olarak Abdülhamid’in kütüphanelere yaklaşımı nasıldı?
Sultan II. Abdülhamid dönemi Osmanlı’da bilhassa modern eğitim
kurumların çok hızlı bir şekilde yaygınlaştığı, bir yandan da geleneksel usûlün
devam ettiği bir dönem. Abdülhamid’in bilinçli olarak uyguladığı bu politikayı
kütüphanecilik sahasında da görüyoruz. Bir yandan vakıf kütüphanelerinin ıslahı
için çalışmalar yapılırken, diğer yandan modern yüksek okullarda, hastane ve
müze gibi kurumlarda çoğunlukla yabancı dilde eserlerden oluşan kütüphaneler
kurulmasını sağlamıştır.”
2
“Filiz Çağman'a Bir Hediye”
Kitabının Tanıtıcı Toplantısı | 19.08.2019
Kariyerine 1997 yılında Topkapı
Sarayı Müzesi Müdürü olarak başlayan Dr. Filiz Çağman, 2005 yılına kadar sanat
çevrelerinin beğenisini kazanmış bir entelektüeldir. 1964-1997 yılları arasında
Topkapı Sarayı El Yazmaları Kütüphanesi'nde el yazması, minyatür ve kaligrafi.
Sanat ve tarihle iç içe olan Çağman'ın hayatı, Geleneksel Sanatlar Derneği
tarafından kitap olarak yayınlanıyor.
Kitabın tanıtım toplantısı 8 Şubat
gerçekleştirildi inci Topkapı Sarayı'nda 2019. Geleneksel Sanatlar Derneği
Başkanı Ahmet Akcan, kitabın hazırlık süreciyle ilgili şunları söyledi:
“Ülkemizin tarihi ve kültürel
değerlerini koruma misyonunu benimseyen Geleneksel Sanatlar Derneği, bu alanda
nitelikli eserler okurlarıyla buluşturmaya devam ediyor ve bu kitabı her
yönüyle örnek bir kişilik olan Filiz Çağman'a hatırlatmak için hazırladı.
çağdaşları ve değerini yeni nesillere tanıtmak. Hazırladığımız her kitabın bir
hikayesi var. Bu kitabın tanıtımı için birlikte olmaktan gurur duyuyoruz; uzun,
zorlu ve ısrarlı çalışmalar sonucunda ortaya çıkan kitap.
Kültür ve sanat dünyamızın önemli
isimleriyle ilgili gerek biyografik gerekse sözlü tarih çalışmaları, geçmişin
izini sürerek bize paha biçilmez deneyimler aktarıyor. Bu değerli hayat
hikayeleri sayesinde geçmişten günümüze kültürel ve sanatsal değerlerimizin
nasıl bir gelişim sürecinden geçtiğini canlı bir şekilde belirleyebiliyoruz.
Böylelikle bundan sonra sanatın ve kültürün nasıl şekilleneceği konusunda fikir
sahibi olabiliriz. Burada üzerimize düşeni yapmak, bu değerleri içselleştirmek,
bugüne uygun bir anlayışla anlatmak ve gelecek nesillere aktarmak istiyoruz
”dedi.
Prof.Dr. İlber Ortaylı: “Filiz
Çağman gözetmendi”
Ahmet Akcan'ın ardından söz alan
Prof. Dr. İlber Ortaylı, “Bugün, doğum gününde Topkapı Sarayı Müzesi'nde isim
bırakan bir öğretmen ve bir meslektaşımızı görmenin mutluluğuyla bir araya
geldik. Bu önemli bir olaydır. Filiz Çağman'ı gençliğinden, kütüphanecilik
yıllarından beri tanıyorum ”sözleriyle konuşmasına başladı.
Türkiye'deki kütüphanecilerle
ilgili pek çok şikayeti olduğunu ve bu fikrin kamuoyundan gizlenmediğini
söyleyerek, böyle düşünme nedenini şu şekilde ifade etti;
“Bir kütüphaneci, sadece işiyle
ilgilenen kişidir. Harvard'ın küratörlerine, Yale Kütüphanesinin
yöneticilerine, Volga uzunluğundaki kasaba kütüphanecilerine ek olarak;
Toplumumuzda bu örnek kütüphaneciler, Türk Tarih Kurumu Kütüphanesi'nin
unutulmaz yönetmeni F. Müjgan Cunbur ve Hanım Çağman'dır. Bu önemli bir
pozisyondur. Topkapı Sarayı Kütüphanesi bir dünya markasıdır. Bu kütüphanede
Arapça, Farsça, Çağatay lehçesinde hiçbir yerde bulunmayan eski Yunanca ve
Gürcüce 20 bine yakın kitap bulunmaktadır. Topkapı bu anlamda bir isimdir.
Türkiye'deki insanların yüzde
doksan dokuzu (en aydınlanmış olanlar bile) kitaplıklara okumak ya da flört
etmek için geliyor. Bunun dışında insanlar sözlük kullanmadıkları ve /
ansiklopedileri incelemedikleri için (bunlar belli bir yaştan sonra doktora
çalışmalarıdır) Türk kütüphaneleri gelişmiyor.
İstemihan Talay'ın bakanlığı
döneminde Çağman Hanım'ı Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü olarak önermiştik ama
Bayan Çağman bu teklifi kabul etmedi. Daha sonra bu görevi aldığına onu ikna
ettik. Çağman Hanım, Topkapı'nın mirasına ve geleneğine uygun hareket eden biri
oldu. Bu çok önemli bir şey. O bir gözetmendi. "
Açılış konuşmalarının ardından
kitabın hazırlanmasında emeği geçenleri ve programa katılanları anan Dr. Filiz
Çağman, kendilerine teşekkür etti. Çok heyecanlı ve duygusal anlar yaşayan
Çağman Hanım'a doğum günü vesilesiyle sürpriz bir doğum günü pastası getirildi.
Program, İstanbul İl Kültür ve
Turizm Müdürü Coşkun Yılmaz'ın Geleneksel Sanatlar Derneği Gümüş Lale Ödülü ile
Filiz Çağman'a takdimi ile sona erdi.”. http://www.gelenekselsanatlar.org/en/duyurular/a-introductory-meeting-for-the-book-a-gift-to-filiz-cagman
3
“Osmanlı Padişahları kitaba,
özellikle sanat eseri niteliğindeki el yazma ve minyatürlü eserlere büyük ilgi
göstermişlerdir. Bir yandan Saray atölyelerinde eşsiz minyatürlerle, süslü
eserler hazırlanırken diğer yandan da İslam dünyasının diğer bölgelerinde
hazırlanmış eserler alınarak Sarayda toplanmıştır. Dolayısı ile burada İslam
dünyasının çeşitli minaytür örneklerine rastlamak mümkündür. İlhanlı,
Celayirli, Tirmulu, Safevi ve Türkmen
minyatürlerinin son derece önemli örnekleri mevcuttur.
Minyatür ve yazma eser olarak
dünyanın sayılı koleksiyonlarından birini barındıran Topkapı Sarayı’ndaki bu
eserler Saray müze olduğunda çeşitli yerelere dağılmış bulunuyordu. Daha sonra
Sarayın 3. avlusunda “Yeni kütüphane” adıyla oluşturulan bölümde tasnif
edilerek geldiklere yere ve kategorisine göre bölümlendirilmişlerdir.”. https://turuz.com/book/title/Topqapi+Sarayi+Muzesi+Islam+Minyaturleri-Filiz+Chaghman-Zeren+Tanindi-1979-155s-Kesli-Islam+Minyaturun+Istetighi-Suut+Kemal+Yetgin
4
“Müze kütüphanelerinden olan
İstanbul'daki Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi, saray dahilinde ayrı ayrı
binalarda bulunan Yeni Kütüphane (Ağalar Camii ve III. Ahmet (Enderûn
Kütüphanesi) adlı iki kütüphaneden meydana gelmiştir.
Yeni Kütüphane, 1925 yılında
Ağalar Camii içerisinde, binanın restore edilmesinden sonra, sarayın muhtelif
köşk ve odalarından buraya nakledilen dağınık kitaplıklardan teşekkül etmiştir.
Yeni Kütüphane'ye nakledilen
kitaplıklar; Revan Köşkü, Hazine Kitaplığı, Bağdat Köşkü, Sultan Mehmed Reşad
(V. Mehmed) ve Tiryal Hanım Kitaplığı, Emanet Hazinesi Kitaplığı, Medine
Kitaplığı ve Koğuşlar Kitaplığı'dır. Buna kütüphanenin kurulmasından sonra,
satın alma ve bağış yoluyla gelen kitaplardan kurulan Yeniler -Yeni Gelen
Yazmalar - Kitaplığı'nı da ilâve etmek gerekir.
Yeni Kütüphane'ye bağlı olan III.
Ahmed Kütüphanesi ise, H. 1131 (M. 1719) tarihinde kurulmuştur.
Yaklaşık on sekiz bine yakın, bir
yazma koleksiyonunun yer aldığı Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi, koleksiyonlarındaki
eserlerin muhteva, sanat değeri ve paha biçilmez kıymeti yönünden, Türkiye'nin
en zengin yazmalar koleksiyonuna sahip bir ihtisas kütüphanesidir.
Bu koleksiyona, bugün Yeniler
-Yeni Gelen Yazmalar - Kitaplığı'na bağlı olan Güzel Yazılar Bölümü ile; müze
personelinin, yerli ve yabancı araştırmaları sırasında başvurdukları,
aşağı-yukarı dört bine yakın eser ihtiva eden Yeni Gelen Basmalar Kitaplığı'nı
da ilâve edersek, şüphesiz bu koleksiyonun değeri daha da artacaktır.
Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi
koleksiyonlarında yer alan eserler, muhtevaların yanı sıra, sahip oldukları
tezhib, minyatür, cilt ve diğer kitap sanatları yönünden de eşsiz bir sanat
hazinesidirler.”
“Yeni
Kütüphane (Ağalar Camii):
İç Saray (Enderûn)'da üçüncü
avluda, III. Ahmed Kütüphanesi'nin yanı başında yer alan bina, XV. yüzyılda
Fâtih Sultan Mehmed tarafından Enderûn Ağalanı'nın5 ve Küçük Oda Mektebi'ne
mensup ağaların namaz kılmaları için yapılmıştır. Bunun için Ağalar Camii ve
Küçük Oda Mescidi diye de anılır. Sarayın müze haline getirilmesinden sonra,
namaz kılacak cemaatin kalmaması üzerine, 1925 yılında restore edilerek,
kütüphane haline getirilmiştir.
Bina ilk tamiri XVII. yüzyılda
görmüş ve Türk çiniciliğinin en güzel örnekleriyle tezyin edilmiştir.
Sarayın müze haline
getirilmesinden sonra, III. Ahmed Kütüphanesi hariç, Topkapı Sarayı'nın çeşitli
köşk ve dairelerinde bulunan kitaplar ve yazı levhaları Yeni Kütüphane'de
toplanmıştır.
Binanın (Camiin) sağ tarafında,
Kuşhane6 Meydanı'na bakan ufak giriş yeri, bugün yazı levhalarının teşhir
edildiği yer olarak kullanılmaktadır. Okuma salonu olarak kullanılan ufak
mescid, XVIII. yüzyılda ilâve edilmiştir.
Yeni Kütüphane'ye nakledilmiş
kitaplıklar şunlardır:
Revan
Köşkü Kitaplığı:
IV. Sultan Murad tarafından
yaptırılmış olan bu köşk, adını Sultan Murad'ın Revan Seferi'nden almıştır.
Revan Odası ve Has Oda Kitaplığı adları ile de anılır. I. Sultan Mahmud'un H.
1146 (M. 1733) da kurduğu kitaplığa, daha sonra III. Osman ve III. Mustafa
tarafından da kitap konmuştur. Bu kitaplıktaki eserlerde üç padişahın vakıf
mühürlerinin bulunduğu 2083 adet eserin çoğunluğunu din, edebiyat ve tarih
konulu kitaplar teşkil etmektedir. Koleksiyonun bir diğer özelliği de, tezhib,
hat ve minyatür sanatları yönünden dikkat çekici olmasıdır.
Tarihî hâdiselerle beraber,
padişahların şemâilinden (huy, tabiat, ahlâk) bahseden ve onların resimlerini
de ihtiva eden Seyyid Lokman7ın Kıyafet ül-İnsaniyye fi Şemâil il-Osmaniyye
adlı eseri ile, Mükerrer 738 No. da kayıtlı Türk tezhib sanatının en güzel
örneklerinden Muhibbî Divanı bu koleksiyon içerisindedir.
Yazıcıoğlu Ali'nin Târih-i Âl-i
Selçuk8 adlı tarih kitabı ile, Gelibolulu Mustafa Âli9 nin on iki eseri de yine
bu kitaplıktadır.
Nev'i-zade Atayî'nin10 minyatürlü
Hamse'si, Şeyhi'nin11 Hüsrev ü Şirin’i ve şuera tezkirelerinin12 başlıcaları
olan Lâtifî Tezkiresi13, Ahdî'nin Gülşen-i Şuera'sı14, Aşık Çelebi'nin Meşâirüs-Şuera'sı15,
Safâyî'nin Safâyî Tezkiresi16 Râmiz'in Âdâb-ı Zurafa'sı17, Salim Tezkiresi18 ve
Şakaiku'n Nu'mâniyye19 ile, tercüme ve zeylleri ve Nevaî'nin20 Külliyatı'nın en
kıymetli nüshaları bu kitaplıkta bulunmaktadır.
Hazine
Kitaplığı:
Bu kitaplık, Osmanlı Devleti'nin
kuruluşundan itibaren, Osmanlı Padişahlarına yazar ve sanatkârları tarafından
veya satın alınarak takdim edilmiş eserlerden meydana gelmiştir. Ayrıca yabancı
devletlerden hediye olarak gönderilen eserlerle, seferlerde harp ganimeti
olarak ele geçirilen veya varisi olmayan saray ileri gelenlerine ait kitaplar
da burada muhafaza edilmiştir. Özellikle edebiyat ve tarihe ait bu kitapların
sayısı üç bini geçmektedir. Kitaplarının 632'sini batı dillerinde yazılmış olan
basmalar teşkil etmektedir.
Bu kitaplığın minyatür ve murakka
bölümündeki 140 cilt içerisinde 7200 den fazla minyatür bulunmaktadır. Bu
minyatürlerin 2800'den fazlası Türk, geri kalanları Hint, Moğol ve Arap
minyatürleridir. Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi'nde minyatür yönünden en
zengin koleksiyonlar bu kitaplıkta bulunmaktadır. Çeşitli devirlere ait zengin
minyatürlü nüshalara sahip olması, esasen kitaplığın en büyük özelliğini teşkil
etmektedir.
Bunlar arasında en önemlilerinden
birisi, 841 No. da kayıtlı olan Varka ve Gülşah Mesnevisi'dir21. Bilindiği
gibi, Büyük Selçuklular devrinde tekâmül eden minyatür sanatı, Anadolu
Selçukluları zamanında da devam etmiş, fakat buna ait eserler maalesef günümüze
kadar gelememiştir. Selçuklu mektebi, klasik Osmanlı minyatürlerinin üslûbuna
hazırlık mahiyetindedir. XIII. yüzyıl başlarından günümüze kalan Varka ve
Gülşah'ın minyatürleri, Selçuklu mektebinin en eski ve tek örnekleridir.
İslâmiyet'in ilk devirlerindeki bir aşk hikâyesini konu olarak ele alan bu
mesnevi, 70 sayfa olup, 71 minyatürü ihtiva etmektedir. Azerbaycanlı Abdülmümin
bin Muhammed el-Nakkaş imzalı bir ustanın22 elinden çıkmıştır. XI. yüzyılda
yaşamış olan Ayyukî adlı bir şâire atfedilen eser, Gazneli Sultan Mahmud'a ithaf
edilmiştir.
Osmanlı devri minyatürlerinden,
ancak Fâtih Sultan Mehmed devrinden itibaren olan eserler günümüze intikal
edebilmiştir. İstanbul'un fethinden sonra, bütün güzel sanat kollarında olduğu
gibi, minyatür sanatı da, Fâtih'in kolu kanadı altında himaye ve gelişme imkânı
bulmuştur. Osmanlı devri Türk minyatüründe Fâtih'le birlikte başlayan bu
gelişme, Kanunî zamanında tam bir olgunluğa kavuşmuştur.
Hazine Kitaplığı 2153 ve 2160 No.
da kayıtlı olan ve Fâtih Albümü diye tanınan, Siyah Kalem (Akkoyunlu Yakub Bey)
imzasıyla birçok resimleri ve diğer ressamların eserlerini ihtiva eden minyatür
koleksiyonunda, XV. yüzyıl Türk resmi ile, Uygur resmi arasındaki benzerlik ve
bağlar açıkça kendini gösterir.
Fâtih Albümü'ndeki minyatürlerde
etnolojik unsurlar, şahıs elbiseleri, çehreler ve tipler tamamen Türk'tür. Bu
minyatürlerde, Uygur şehirlerindeki mâbedlerin duvarlarını süsleyen ve Bezeklik
tâbir edilen Uygur resimleriyle açık bir şekilde üslûp benzerliği vardır.
Nakkaşların Uygur minyatür sanatının geleneğini bu kadar yüzyıl sonra
İstanbul'da devam ettirdikleri aşikârdır. Bu gelenek, Osmanlı minyatürünün Fatih'ten
sonraki devirlerinde de devam etmiştir.
Kanunî devrinde daha da gelişen
minyatür sanatında, Barbaros'un ve Kanunî'nin resimlerini çizen saray
nakkaşlarından Nigârî (Haydar Reis), Hünernâme ve Sûrnâme'yi resimleyen Nakkaş
Osman gibi büyük üstâdlar yetişmişlerdir. XVII. yüzyılda Nakşî (Ahmed Mustafa),
XVIII. yüzyılda adı renk vuran anlamına gelen Levnî (Edirneli Abdülcelil
Çelebi) bu sanat kolunun en büyük isimleridir. Nakşî adıyla tanınan nakkaş
Ahmed Mustafa, Kanunî devrine kadar yaşamış âlimlerle, Osmanlı padişahlarından
bahseden Şekâyık-ı Numâniye adlı eserin minyatürlerini yapmıştır. Sultan III.
Ahmed'in nakkaşbaşısı olan Levnî III. Ahmed'in oğlu Şehzade Süleyman'ın sünnet
düğünü için Şâir Vehbi'nin yazdığı Sûrnâme'yi süsleyen 137 minyatürü ile tanınmıştır.
Saydığımız bu isimlerin minyatürlerini, Hazine Kitaplığı'nda en güzel örnekleri
ile görmekteyiz.
Firdevsî'nin Şehnâmesi'nin23
minyatürlü 43 nüshası, Nizâmî'nin Hamsesi'nin minyatürlü 45 nüshası, Osmanlı
minyatür sanat ve geleneğinin şaheserleri olan Hünernâmeler, III. Murad
Sûr-nâmesi, XVI. yüzyıl sonlarından günümüze kalan Nüsretnâme ve Levnî'nin
50'ye yakın minyatürü, 642 No. da kayıtlı 1525 -1526 tarihli Piri Reis Atlası
Kitâb-ı Bahriye, kitaplığın şüphesiz en değerli eserleridir.
Bağdad
Köşkü Kitaplığı:
Topkapı Sarayı'nın dördüncü
avlusunda şimşirlik ve incirlik bahçelerinin birleştiği noktada, bir sed
üzerinde XVII. yüzyılın ilk yarısında IV. Sultan Murad tarafından inşa
ettirilmiştir. Bağdad'ın ikinci fetih hâtırası olarak yaptırılmış olup,
tamamlanış tarihi H. 1049 (M. 1639) dur. Yerden 7 m. yükseklikte, 22 adet
mermer sütunun teşkil ettiği geniş saçaklı bir revak ortasında yükselen bina,
sekiz köşelidir.
Sultan I. Abdülhamid ile, Sultan
III. Selim'in vakıf kitaplarından meydana gelen kitaplıkdaki eserler, bu
sultanların vakıf mühürlerini taşır. Eserlerin çoğunluğunu tarihî, edebî ve
dinî konulu kitaplar teşkil eder.
Bu kitaplıkda kayda değer eserler
arasında, III. Murad devri olaylarını anlatan ve Osmanlı şehnâmecileri arasında
en tanınmışı olan Seyyid Lokman tarafından Farsça ve manzum olarak yazılmış ve
içerisinde Osmanlı minyatür mektebinin 94 adet en güzel örneğini taşıyan
Şehenşahnâme ile Pervâne Bey Mecmuası24 sayılabilir.
Sultan Mehmed Reşat (V. Mehmed) ve
Tiryal Hanım Kitaplığı:
Sultan Mehmed Reşad'ın özel
kütüphanesi ile, II. Sultan Mahmud'un ikballerinden25 Tiryal Hanım'm
kitaplarının birleşmesinden meydana gelmiştir. Adı geçen Tiryal Hanım'm hayatı
hakkında elde pek fazla bilgi yoktur. Bilinen II. Sultan Mahmud'un ikballerinden
olduğu, Sultan Mehmed zamanında sarayda ikinci bir valide sultan muamelesi
görmüş olduğu, 1884 yılında vefat ettiği ve Eminönü'ndeki Yeni Cami Türbesi'ne
gömüldüğüdür.
Kitaplıkdaki eserlerin çoğu
basmadır. Tiryal Hanıma ait kitaplar Devletlû Üçüncü İkbal Tiryal Hanım
Hazretleri yazılı mühürle mühürlenmiştir.
Emanet Hazinesi Kitaplığı:
Sultan I. Mahmud tarafından inşa
edilmiştir. Değişik konularda Türkçe, Farsça ve Arapça olmak üzere 3119
yazmanın bulunduğu kitaplıkdaki eserler, I. Sultan Selim tarafından yaptırılan
ve Silâhtar Hazinesi26 veya Has Oda Hazinesi27 adı ile bilinen, daha sonraları
ise Emânât-ı Mukaddese Hazinesi28 de denilen binadan getirtilen kitaplardan
meydana gelmiştir.
Kitaplar mühürlenmemiştir.
Kitaplıkda yer alan eserlerin çoğunluğunu Kur'ân-ı Kerîmler ve harplerde
sancakların tepesine asılan muhafaza içindeki sancak Kur'ân'ları teşkil
etmektedir.
Medine
Kitaplığı:
I. Dünya Harbi sırasında 'Çöl
kaplanı' diye anılan Medine Muhafızı Fahreddin (Türkkan) Paşa tarafından
Medine'den İstanbul'a gönderilen ve 'Emânât-ı Mukaddese Hazinesi'nde saklanan,
çoğu dinî olan ve 1917 yılında Topkapı Sarayı Müzesi'ne teslim edilen
kitaplarla, I. Sultan Abdülhamid, II. Mahmud, Dârussaade Ağası Hacı Beşir Ağa
(ölümü 1746) ve Şeyhülislâm Ârif Hikmet Bey'in (ölümü 1858) kitaplıklarından
alınan eserlerden meydana gelmiştir. Hepsi Arapça olan 556 adet kitabın tamamı
yazma olup, çoğu dinî mahiyettedir.
Koğuşlar
Kitaplığı:
Enderûn mektebi talebelerinin
okuduğu kitaplardan, baltacılar, aşçılar, kiler, sofa, ocak ve koğuşlarından
intikal etmiş kitaplardan meydana gelmiştir. 1235 adet kitap mevcudu bulunan
kitaplıkta, Kur'ân-ı Kerîm'ler, hadîs, tefsir, fıkıh gibi dinî kitaplar
çoğunluğu teşkil etmektedir.
Yeniler-Yeni
Gelen Yazmalar-Kitaplığı:
'Yeni Kütüphane'nin kurulmasından
sonra, hediye ve satın alma yoluyla meydana gelmiş olan bu kitaplıkda, 1104
adet eser bulunmaktadır. Eserlerin çoğunluğunu Kur’ân-ı Kerîmler, Kur'ân
cüzleri ve tarih kitapları teşkil etmektedir.
Yeni
Gelen Basmalar Kitaplığı:
Müze personelinin, yerli ve
yabancı araştırmacıların çalışmaları sırasında başvurdukları, çoğunluğunu
müracaat kaynaklarının teşkil ettiği dört bine yakın eserden meydana gelmiştir.
'Güzel Yazılar Bölümü' bu
kitaplığa bağlıdır. İçlerinde Osmanlı sultanlarının da bulunduğu, tanınmış
hattatların iki bine yakın yazı levhası burada teşhir edilmektedir.
III.
Ahmed (Enderûn) Kütüphanesi:
Topkapı Sarayı Müzesi
Kütüphanesi'nin en zengin bölümlerinden biri de, Enderûn Kitaplığı adıyla
anılan III. Ahmed Kütüphanesi'dir.
Arz Odası'nın33 arka cephesinde,
üçüncü avlu üzerindedir. Türk mimarî san'atının XVIII. yüzyıl yadigârlarından
olup, Lâle devri mimarisinin en karakteristik örneklerinden biridir. Rutubete
karşı bir tedbir olarak, bodrum kat üzerine inşa edilmiştir. Binaya iki taraflı
mermer merdivenden girilir. Tamamı beyaz mermerden inşa edilmiş, üzeri kurşun
kubbelerle örtülmüştür. Merkezde bir kubbe, bunun arka ve iki yanında birer
tekne kubbe, önde üç ufak kubbe bulunmaktadır. Merdivenlerden çıkılınca,
istalâktit başlıklı dört sütunun taşıdığı sivri kemerlerle çevrilmiş üç kubbeli
bir sahanlığa girilir.
Kapının üzerinde, binanın inşa
tarihini gösteren Arapça bir kitabe bulunmaktadır. Bu kitabeden binanın H. 1131
(M. 1719) yılında inşa edildiğini öğrenmekteyiz.
Kütüphane binası III. Ahmed
tarafından yaptırılmıştır. H. 1131 yılı rebîülevvel'inin 27'nci günü merasimle
inşaasına başlanan bina, altı ay gibi kısa bir zaman içerisinde tamamlanmıştır.
Bina Arz Odası'nın arka cephesi önünde, daha önce Mimar Sinan tarafından yapılmış
olan Havuz Köşkü'nün yerinde inşa edilmiştir. Binanın içindeki duvarları
süsleyen çiniler XVI. yüzyılın ikinci yarısına ait olup, Bunların
Boğaziçi'ndeki Kara Mustafa Paşa Yalısı'ndan sökülerek getirtildiği arşiv
kayıtlarının incelenmesinden anlaşılmıştır.
Kütüphane binasının inşa
edilmesinden sonra, sarayın çeşitli dairelerinden getirtilen kitaplar,
padişahın vakıf mührü ile mühürlenmiş ve III. Ahmed'in hazırlattığı vakıfnâme
hükümleri içerisinde Enderûn mensuplarının istifadesine açılmıştır. Bu vakfiyede
binanın yapılışı, kitapların nereden temin edildiği, kitaplığın açık olduğu
günler, kitapların hiçbir suretle dışarı verilmeyeceği, kütüphaneye kimlerin
hâfız-ı kütüb olacağı ve müstahdemlere verilecek ücret gibi hususlar yer
almıştır.
Kütüphanenin vakfiyesi, Yeniler
Kitaplığı No. 147'dedir. Vakfiye devrin tanınmış hattatlarından Seyyid Abdullah
Efendi tarafından yazılmıştır. Vakfiyenin bir kısmı İsmail Baykal tarafından
Vakıflar Dergisi'nde (Fatih Sultan Mehmed'in Hususî Kütüphanesi ve Kitabları,
sayı: IV, 1958, 78.s.) neşredilmiştir.
Kütüphanenin kuruluş sebebi
vakfiyede şöyle açıklanmaktadır:
«Zuhûr-ı Devlet-i Aliyy-i
Osmâniyyeden beru Sarây'ı Cedîd-i Sultânî'de gerek temellük ve iştirâ vegerek
hızâne-i saltanata ithâfına ictirâ olunan bî-nihâye münakkah ve mühazzeb ve
müşerrez ve müzehhep kitâb, mevzû-ı dolâb-ı cem'ü istishâb ve her biri kadr u
kıymetde bir gevher-i nâyâb olup lâkin erbâb-ı kabiliyyet ve istîhâl tedâvül ve
istimâline mecâl bulamamağla bu denli nusah-ı celîle ve kütüb-i nefîse dolablar
zevâyasında gubâr-beste-i nisyân ve tu'me-i sûse vü dîdân olup selâtin-i
sâlife-i Osmâniyye binâya mesâcid u cevâmi' ve inşâ-yi me'âbid u savâmi' gibi
hayrât-ı bâkıyyetu'l-berekât tedârüküne sarf-ı hulâsa-i evkâf ve envâ-i
meberrâtdan zâd-ı râh u me'âd olacak nice sadakât-ı câriyye ve hasenât-ı
bâkıyye tetebbu'una hasr-ı müddet-i hayât itmişler iken adem-i hulûl-i vakt-i
merhûndan nâşî kendü hızâne-i tevârüslerinde meknûn olan bunca kütüb-i
azizetül-vücûdun bî-hûde telef ve ziyâ'ın mülâhaza ve mücâveret-i kunc-ı
ta'tîlden muhâfaza idemeyüp ilâ yövmina hazâ mezâyik-sücûn terk ü te'ahülde
mahbûs ve mütâlâ'asına arzûmend-i ruhsat ve mutâvisinden intifâ'a hasret olan
müste'idân ve müstefidân me'yûs olarak amme-i mulûk-i is-lâmiyyenin cem'-i
öşr-i mi'şerine kadir olamadıkları bu denlu kitâb râyi' bî-hûde peygûle-i men'
u diriğde zâyi' olduğu revâ-dâşte-i tab’-i hümâyûn-ı kerâmet-makrûn olmayup
derûn-ı sarây-i hümâ-yûnlarında bir dârü'l-kütüb binâ vü inşâ ve kütüb-i
mezbûre anda vaz' u îvâ olunması ilhâm-ı hudâvend-i kadîr ile karâr-dâde-i
tab'-i feyz-pezîrleri olmağla Has oda meyânesinde mühendiskârî-i tab'-i
hümâyûnları ile âlî kütübhâne bünyâdına hitâm ve her fennin kütübü müfrez ve
mümtâz olmak üzere derûnuna vaz' olunup emrine nizâm virilüp...»
Tarik-i Raşid'de, «Vaz'-ı esâs-ı
kütüb-hâne der derûn-i Sarây-ı Hümâyûn» başlıklı bahiste bu konu ile ilgili
olarak şunlar yazılıdır:
«İbtidâ-yı zuhûr-ı Devlet-i
Osmâniyye'den beru gerek etrâf u eknâfdan ihdâ ve gerek rağbet ü ikbâlden nâşî
iştirâ olunup bu vakte gelince (H. 1131) Enderûn-ı Sarây-ı Hümâyûnda vâki'
hazîne-i âmirede cem' olan bî-nihâye kütüb-i nefîse ve nusah-ı lâtife dolablar
zevâyâsında gubâr-beste-i nisyân ve tu'me-i sûse ve dîdân olup ekser arza-i
telef ve ber-tarika-i ferz-ı muhâl mütâlâ'asına dest-res bulan müs'taidân-ı
enderûna dahi mutâvisinden intifa' ber-taraf olmak mertebelerine varmış idi.
Pâdişâh-ı insâf-penâh hazretleri ilhâm-ı Hüdâvend-i Allâm ile bu denlu kütüb-i
celîlenin peygûle-i nisyânde böyle bî-hûde mahbûs ve nazar-ı intifâ'-i müste'i
dândan memnu' ve mahrûs olmasın reva görmeyip habs-ı kütüb-i mekrume için rûz-i
cezâda bî-hûde mes'ûl olmak cevâz-dâde-i erbâb-ı ukûl olmadığın mülâhaza
buyurmaları ile Enderûn-i Hümâyûnda bir kütübhâne binâ ve bi'l-cümle hazâ'in-i
hümâyûn-i sultanîyelerinde mevcûd olan kütüb-i celîle ve nusah-ı cemîle
kütüb-hâne-i merkûmeye vaz' olunup müstei'dân-i enderûn-i hümâyûn tedavül ve
mütalâ'asına murahhas ve me'zun olmak taraf-ı hümâyûn-ı şâhânelerinden tasvîb
ve sadr-ı azam hazretlerine şeref-bahş-i sudûr olan fermân-ı mülûkâneleri
mu'cebince amele ve müzd-verâh ve mühimmât-ı lâzime-i bünyânı tedârük ve tertîb
olunduktan sonra...»34
Burada yeri gelmişken bir hususa
işaret etmek isteriz. O'da vakfın çok eski tarihî devirlerden itibaren Türk
içtimaî hayatı içerisinde yer aldığı; vakıf müessesesinin Türklerde en eski
tarihî devirlerden beri, Türk içtimaî hayatında yardım, millî dayanışma, şefkat
fikirlerinin zenginliğini ve sağlamlığını, daha açık bir ifade ile, Türklüğün
yüksek görüş ve faziletini ortaya koyduğudur. Türk dünyasında vakıf yapma
geleneği, her devirde millî vicdandan birer iyilik, güzellik ve şefkat âbidesi
halinde yükselmiştir.
Türkler'in imân ettikleri son din
olan İslâmiyet'in her dinden çok içtimaî düzen, yardım ve şefkat fikirlerine
sahip olması, Türkler'in bu dini kabul etmelerinden çok önce sahip oldukları
vakıf müessesesini günümüze kadar yaşatmalarında başlıca sebep olmuştur.
Vakıf, bu asil ve soylu milletin
fazilet, cömertlik, vatanperverlik, kısacası millî ve manevî ruh ve heyecanının
kuvvetli bir tezahüründen başka bir şey değildir.
Türk-İslâm kültürünün yüzyıllar
boyu hâkim olduğu sahalarda, vakfın çok mühim bir yer tuttuğu kesinlikle ifade
edilebilir. İçtimaî ve iktisadî hayat üzerinde derin tesirler yapmış olan vakıf
fikrî, dinî-hukukî bir müessese şekline de girmiştir.
İslâm âleminde vakıflara dinî bir
mahiyet verilmesi, vakfın devamlılığını sağlamak gayesini hedef tutmuştur.
Şahısların gelip geçici olması sebebiyle, cemiyetin ve dinin devamlılığı esas
tutulmuş, vakfedilen mal Allah'ın mülkiyetine tevdi edilmek suretiyle, vakıf
yapmakla düşünülen hayır ve yardım fikrinin ebedîliği teminat altına alınmak
istenmiştir.
Vakıf, Türk-İslâm dünyasında;
içtimaî hayatta, kültür, askerlik, sanat ve imar sahalarında en başta gelen bir
müessese olmuştur. Vakfın hayır fikrini ebedîleştiren özelliği dolayısıyla,
hayırsever insanların herhangi bir sade vatandaştan; padişahına, sultan ve şehzâdesine
kadar- bu hayır arzularını ölümlerinden sonra dahi yaşatabilmeleri, vakıf
müessesesinin hayatiyetini teşkil etmiştir.
Türk-İslâm vakıflarında dikkati
çeken husus, yapılan iyilik ve hayırın bir defaya mahsus olmaması veya muayyen
bir zamana inhisar ettirilmemesidir. Vakıf müessesemizin en büyük özelliği,
iyilik ve hayır fikrinin ebedîliğidir.
Osmanlı ülkelerinde vakıf
an'anesi, şehirlere ve kazalara her biri bir sanat şaheseri olan sağlık,
kültür, içtimaî yardım ve amme hizmeti müesseseleri kazandırmış; ırk ve din
farkı gözetmeden, her muhtaca faydalanmak imkânlarını sağlamak suretiyle,
cemiyetin medenî ve insanî duygularını uyandırıp, işlemek gibi imkânlar
hazırlamıştır. Bu suretle yüzyıllar boyu imân ve ibadet, hayır, yardım ve sanat
duygusunun kumanda ettiği kollektif cemiyet zevk ve şuuru, bütün bir memleket
sathında, bir nispetler, hacimler, renkler ve âhenkler kervanı halinde yoluna
devam etmiştir.
Millî servet, yüzyıllar boyunca
içtimaî hayatımızda vakıf adı ile bu şekilde yer alır ve değerlendirilirken,
vakıf müessesesi yalnız dinî ve medenî hukuk müesseseleri şeklinde kalmayarak,
içtimaî mânada da büyük değerler kazanmış ve zamanla idarî bir mahiyet
kazanarak, bir amme müessesesi hüviyetiyle devlet teşkilâtı içerisine
girmiştir.
Tekrar esas mevzuumuza dönelim...
Kitaplıkta bulunan kitaplar için, ayrıca gayet muntazam bir kayıt defteri
tutulmuştur. Kitaplıktaki 3889 adet eserin çoğu Arapça yazmadır. Geri kalanlar
ise Türkçe ve Farsça'dır. Ayrıca Bizanslılar'dan kalma ve çoğu tek nüsha 146 adet
basma eser de vardır. Bunlar Yunanca, Lâtince ve Süryanice'dir. 'Gayri İslâmî
Eserler' olarak adlandırılmış bu eserler, ayrı sıra numarasıyla
kaydedilmişlerdir. Söz konusu kitapların katalogu Dr. Adolf Deisman tarafından
hazırlanıp, yayınlanmıştır35.
Bir ihtisas kütüphanesi olan
Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi'nde çeşitli kitaplar ve albümler içerisinde
13.533 adet minyatür bulunmaktadır. Bunlar XII. ve XVIII. yüzyıllar arası
çeşitli devirlere ait nadide örneklerdir. Bu minyatürler 451 cild kitap ve albüm
içerisinde toplanmıştır36. Kütüphanede Türk tezhib, cilt ve diğer kitap
sanatlarının en seçkin örnekleri bulunmaktadır.
Topkapı Sarayı Müzesi
Kütüphanesi'nde bulunan eserlerin, gerek sanat ve gerekse muhteva yönünden
değeri ölçülemeyen birer hazine olduklarına şüphe yoktur. Koleksiyonlarının
değeri ve zenginliği konusunda ifade ettiğimiz bu görüşler, kütüphanenin
'Şarkiyat' araştırma ve çalışmalarındaki yeri için de tekrarlanabilir.”
DİPNOTLAR
5 Enderûn, Osmanlı Sarayı'nın iç
teşkilâtına verilen addır. «Enderûn-ı Hümâyûn» da denir. Enderûn Ağaları ise, padişah
hizmetinde bulunanlardır. Kendileri için «İç Ağaları» tâbiri de kullanılmıştır.
Ancak sarayda padişah hizmetinde bulunan «Saray Ağaları» da vardır. Enderûn
Ağaları, devşirilen Hıristiyan çocukları arasından terbiye edilerek
yetiştirilen saraylılardır.
6 Kuşhane; Kuşhane Matbahı :
Sarayda padişahların şahsına mahsus yemeklerin piştiği mutfaktır. «Matbah-ı
Âmire», «Matbah-ı Hümâyûn» da denmiştir.
7 Seyyid Lokman (ö. 1601): III.
Murad devri tarihçilerinden ve ressamlarındandır. Sarayda hoca ve şehnâmeci
idi. Öteki eserleri; «Hünernâme», «Selimşahnâme», «Şehinşahnâme», «Zafernâme»
ve «Tomar» dır. Şâir olduğundan eserlerinin bir kısmı manzumdur.
8 «Târih-i Âl-i Selçuk». 288 yk.
18x27 cm. satır sayısı 23, yazı nesih, XVI. yüzyıl zeytunî, şemseli deri cild.
«Târih-i Âl-i Selçuk». İstinsah tarihi : H. 951 - M. 1544. 455 yk. 22,5x33,5
cm. satır sayısı 17, yazı nesih, şemseli siyah deri cild.[«Târih-i Al-i Selçuk»
un Revan No : 1392'de de bir nüshası vardır. Ayrıca, Bibliothèque Nationale M.
T. 737'de de bir nüshası bulunmaktadır.]
«Tevârih-i Âl-i Selçuk». 455 yk.
33x23 cm. [XVII. yüzyılda istinsah edildiği tahmin edilmektedir. bk.: Blochet:
Cat. Bibliothèque Nationale, II, 48. s.]
9 Gelibolulu Âli (ö. 1541 - 6.
1599): Yaradılıştan. II. Selim devrine kadar olan bölümleri içerisine alan
«Künhü'l-Ahbar» adlı eseri ile meşhurdur. Eser 5 cild olarak basılmıştır
(İstanbul, 1277, Takvimhane-i Âmire). Ancak bu baskıda cildler gelişigüzel
ayrılmış, rükünler ve rükünlerin başlangıçları ve sonları birbirine
karışmıştır. Bu baskıda Fâtih'in İstanbul'u almasına kadar olan bölümler yer
almıştır. «Menakıb-ı Hünerverân» adlı eseri, İbnülemin Mahmud Kemal İnal
haşiyesi ile basılmıştır.
10 Nev-i-zade Atayî (d. H. 991 -
M. 1538/ö. H. 1045-M. 1635/36): İstanbul'da doğmuştur. Şâir Nev'î'nin oğludur.
Öğrenimini müteakip müderrislik ve kadılıklarda bulunmuş, son görevi olan Üsküp
kadılığından azledilmesi üzerine İstanbul'a gelmiş ve orada ölmüştür. Şeyh Vefa
Camii avlusunda, babasının kabri yanında gömülüdür.
«Eş Şakaiku'n-Nu'maniyye Zeyli»
den başka, «Divan»: vs «Hamse» siyle tanınır, bk.: Abdülkadir Karahan:
Nev'i-zade Atayî. İslâm Ansiklopedisi, 92. Cüz, 226 - 228. ss.
11 Şeyhi (ö. H. 832 - M. 1428)
bk.: Faruk Kadri Timurtaş : Şeyhî’nin Husrev u Şirin'i. İnceleme - Metin.
İstanbul, 1963.
12 Şâirler tezkireleri; bunlar
umumiyetle sairleri meslek, mezhep ve bölge ayırımı gözetmeden toplarlar.
13 «Lâtifi Tezkiresi», yazıldığı
tarih H. 953 (M. 1546)
14 Ahdî (ö. H. 1002 - M. 1593) :
«Gülşen-i Şuera», yazıldığı tarih H. 971 (M. 1563).
15 Âşık Çelebi (ö. H. 979 - M.
1571): «Meşâirü'ş Şuera», yazıldığı tarih H. 974 (M. 1566).
16 Safâyî (ö. H. 1138 - M. 1725) :
«Safâyî Tezkiresi», yazıldığı tarih H. 1134 (M. 1721).
17 Râmiz (ö. H. 1200 - M. 1785):
«Âdâbı Zurafa», yazıldığı tarih H. 1198 (M. 1783).
18 Salim (ö. H. 1156-M. 1743):
«Salim Tezkiresi», yazıldığı tarih H. 1134 (M. 1721).
19 «Eş-Şakaiku'n-Nu'mâniyye fi
ulemâi'd-Devlet'i Osmaniyye» adlı Arapça eser, Taşköprîzâde Ebulhayr Isâmeddin
Ahmed'indir. Taşköprîzâde (d. H. 901-M. 1495 - ö. H. 968 - M. 1561), Bursa'da
doğmuştur. Müderrislik ve kadılıklarda bulunmuş, H. 958 (M. 1551) de İstanbul
Kadısı olmuştur. Fâtih'te Aşık Paşa Mahallesi'ndeki Seyyid Vilâyet Türbesi
yanında gömülüdür.
Eser, Osman Gazi'den başlayarak
Kanunî Sultan Süleyman devri sonlarına doğru, H. 965 (M. 1558) yılına kadar
yetişmiş bilginlerle, şeyhlerin biyografilerinden meydana gelmiştir. Eserde 150
şeyh ve 371 bilgin olmak üzere, 521 kişinin biyografisi yer almıştır. Mısır'da
basılmıştır (Bulak, 1299, 1310). Tercüme ve zeylleri de vardır, bk.: M. Münir
Aktepe : Taşköprîzade. İslâm Ansiklopedisi, 120. Cüz, 41 - 46. ss.; Behçet
Gönül : İstanbul Kütüphanelerinde Eş-Şakaiku'n-Nu'maniyye Tercüme ve Zeyilleri.
Türkiyat Mecmuası, VII -VIII, 2(1945), 136-168. ss.
20 Nizameddln Ali Şir, 17 Ramazan
844 (9 Şubat 1441) de Herat'da doğmuştur. Uygur Türklerindendir. 3 Ocak 1501
'de ölmüştür. Hayatı, sanatı, eserleri ve Nevaî çalışmaları için bk.: Agâh
Sırrı Levend : Ali Şir Nevaî. 1. C. Hayatı, Sanatı ve Kişiliği. Ankara, 1965.
(Eserlerinin toplu listesi, 256-257. ss.; Bibliyografya ve Nevaî çalışmaları,
258-294. ss.)
21 bk.: Ahmed Ateş : Farsça eski
bir Varka ve Gülşah Mesnevisi. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk
Dili ve Edebiyatı Dergisi, V (1954). 33-50. ss.
22 M. Kemal Özergin : Selçuklu
sanatçısı nakkaş Abdül-mü'min el - Hoyî hakkında. Belleten, XXXIV (1970), 229.
s.
23 Şehnâme: Padişahların
hususiyetlerini, şan ve zaferlerini, tarihî hâdiseleri kayıt ve tasvir eden
eserlere verilen addır. Bunu yazana ilkönceleri «Şehnâmehan» denmiştir
Vesikalarda «Şehnâmenüvis» ve «Şehnâmegüy» tâbirlerine de sıkça rastlanır. Bu
ünvan daha sonraları «Vak'anûvis»e çevrilmiştir. Osmanlı DevIeti'nde bu
vazifeyi ilk ihdas eden Fatih'dir. Şehnâmecilerin maiyetlerinde kâtipler,
tezhip ustaları ve musavvir denilen minyatür yapan sanatkârlar bulunurdu.
Önceleri «Şahnâmeler» sadece manzum yazılırken XV. yüzyılda 1559'dan itibaren,
hem manzum hem de mensur olarak kaleme alınmıştır.
Şehnâmecilere «Dergâhı âli
müteferrikalığı» verilirdi. «Şehnâmehan» ünvanı ile bu vazifeye memur edilmiş
ilk kişi, İran'dan göç ederek Osmanlı Devleti hizmetine girmiş olan ve H. 960
(M. 1553) da vefat etmiş Fethullah Ârifi'dir. Yavuz Sultan Selim'in zaferlerine
ait altmış bin beyitlik bir şehnâme yazmıştır. Kanunî devri için «Hünernâme»
adlı bir esere başlamış, ancak kısa bir süre sonra vefat etmiştir. Yerine
Şirvanlı Eflâtun Hazanî tayin olunmuştur. Kendisi aynı zamanda tezbih ve
minyatür sanatlarında da üstaddı. Eflâtun 1559 yılında vefat edince, yerine
Osmanlı şehnâmecileri içerisinde en tanınmışı olan Seyyid Lokman getirilmiştir.
Seyyid Lokman, Eflâtun'un yazmış olduğu üç faslı yeniden gözden geçirip
tashihini yapmış ve geri kalan kısmını yazmağa başlamıştır. Bu arada bu tarzda
olmak üzere «Şehenşahnâme» adlı bir eser yazıp, III. Murad'a takdim etmiştir.
Ancak «Hünernâme» yi bir türlü bitirememiştir. III. Murad'ın öiümü ve yerine
III. Mehmed'ln tahta çıkması üzerine, yazdığı kısımlardaki padişahın adını
değiştirerek yeni padişaha takdim edince, bu hareketi bu vazifeden azline sebep
olmuştur. Yerine 1595 tarihinde Ta'likî-zâde namıyla anılan Kâtip Mehmed
getirilmiştir. Ta'likî'nin «Şehnâme-i Tâ'llkî-zâde» adıyla Türkçe olarak
yazdığı eser, l'inci Abdül-hamid Kütüphanesi 1774 No. da kayıtlıdır.
Ta'likî-zâde'nln vefatı üzerine bu
vazifeye Hasan Hükmî getirilmiş ve bu vazifeyi on yıl kadar sürdürdükten sonra,
ünvanı «Nişancı»lığa yükseltilmiştir.
Nişancılık, Selçuklularda ve
Anadolu Beyliklerinde olduğu gibi, Osmanlı Devleti'nde de ilk zamanlardan beri
mevcut bulunmaktaydı. Nişancıların vazifesi, devlet kanunlarını iyi bilmek,
yeni ve eski kanunları ve bunlarla şer’î ahkâmı telif etmek, Dîvân'da gerekirse
bu konularda görüş bildirmek, yabancı hükümdarlara yazılacak mektup, vezirlere
verilecek menşur ve beratların müsveddelerini hazırlamak, ahitname, berat,
menşur, nâme ve fermanların baş tarafına padişahın imzası demek olan «Tuğra'yı
çekmekdi. Nişancılık 1836'da kaldırılmıştır. Tuğra konusu için bk.: İsmet
Binark : Osmanlı Padişahlarının Mühür ve Tuğraları. Önasya Mecmuası, V, 5 (Ekim
1053), 6-9. ss.
Hasan Hükmî'nin yerine kimin tâyin
edildiği bilinmemektedir. 1663 tarihinde IV. Mehmed'in emri ile Nişancı
Abdullah Paşa vekayi yazmağa memur olunmuş, ancak bu yazış şehnâme tarzında
olmayıp, kronik şeklinde olduğundan, Hükmî Efendi'den sonrakilere «Vak'a-nüvis»
denmiştir.
24 Kanunî Sultan Süleyman'ın
bendelerinden Pervâne Bey tarafından H. 968 (M. 1560) de toplanmış olan 641 yk.
Iık bir mecmuadır. No : 406 (2629) da kayıtlıdır. Bu nüshada Yavuz Sultan Selim
ve Kanunî Sultan Süleyman'dan başka. I. Ahmed'in ve başka padişahların ve
Osmanlı şâirlerinin kenara yazılmış gazelleri ve nazîreleri vardır.
25 İkbal: Gedikli cariye; saray
cariyeleri içerisinde padişahın şahsî hizmetinde bulunanlardır. Gedikli
cariyeler içerisinde en genç ve güzel on ikisi padişahın şahsî hizmetlerini
görürlerdi ki, bunlar arasında padişahın gönlünü kazananlara «Has odalık»,
«Gözde» veya «İkbal» denirdi.
26 Topkapı Sarayı'nda, idaresi ve
kontrolu Silâhtarağa'ya ait, dolayısıyla anahtarı da onda duran, içinde değerli
silâhlarla eşyaların bulunduğu yer.
27 Hasoda : Enderûn odalarının
birincisi ve en itibarlısı olup, Fâtih tarafından mevcudu 32 kişi olmak üzere
tesis olunmuştur. Bir diğer adı da «Hane-i has»dır. Has oda Hazinesi ise,
Hasoda'da bulunan ve «Hasodabaşı» idaresinde olan kıymetli eşya ile, padişahın
şahsına ait paranın muhafaza edildiği hazinedir. Bir adı da «İçhazine»dir.
28 «Mukaddes Emanetler» dediğimiz Hz.
Peygamber ve Kâbe yadigârı eşyaların saklandığı yerdir. Asırlar boyu İslâm
âleminin büyük ilgisini çekmiş, İstanbul'a bir başka kudsiyet, bir mukaddes
islâm ziyaretgâhı şerefi vermiş olan tarihî ve dinî yadigârlar arasındaki
eşyaların bazıları şunlardır: «Hırka-i Şerif» veya «Hırka-i Saadet» denilen
Peygamberimizin hırkası, Peygamberimizin bir dişi, Peygamberimizin ayak
izlerini taşıyan altın muhafaza içerisindeki taş, Peygamberimizin bir çift
nalını, bir seccadesi, sancağı (Livâ-i Saâdet veya Livâ-i Şerif), yayı, Hz,
Ebubekir'in seccadesi, Hz. Hatice'nin gömleği, dört Halife'nin sarıkları,
tesbih ve kılıçlar, Halife Osman'ın el yazısı ile bir Kur’ân-ı Kerîm, Kâbe'nin
anahtarı, altın oluğu ve diğerleri. Mukaddes Emanetler için bk.: Tahsin Öz :
Hırka-i Saadet Dairesi ve Emanat-ı Mukaddese, İstanbul, 1953.
Sancak Kur'ânları 'Gubârî'29
denilen yazı ile yazılmışlardır. Yazı, tezhib ve cilt sanatlarımız yönünden çok
değerli olan eserlerin bir diğer özelliği de, bugüne kadar gayet iyi bir
şekilde, muhafazalar içerisinde saklanmış ve korunmuş olmalarıdır.
Kitaplığın en önemli eserlerini,
içerisinde Şeyh Hamdullah, Karahisarî, Hafız Osman gibi hat ustalarının yazı
koleksiyonlarının bulunduğu murakkaalar30 ve hattatlara hocaları tarafından
verilen diploma mahiyetindeki 'Ketebe icâzetnâmeleri'31 meydana getirmektedir.
Kitaplıkda ayrıca, II. Bâyezid,
Yavuz Sultan Selim, Kanunî Sultan Süleyman ve III. Mehmed ile, bazı
sultanların, Dârussaade ağalarının32 ve vezirlerin yaptıkları hayır işlerine
ait vakıfnâmeler de vardır.
29 Gubârî: Bir yazının asıl
kaleminden daha ince ve kırıklı yazılmasına «Kırma- denir. Sülüs Kırması, Nesih
Kırması ve Ta'lik Kırması gibi çeşitleri vardır. Eğer bu kırma biraz daha ince
yazılacak olursa, o zaman "Hurda» tâbir olunur. Ta'iik Hurdası, Nesih Hurdası
gibi... Hurdaların çok ince yazılmış olanlarına ise 'Gubârî' denir. Bu yazıda
daha çok incelik düşünülmüş, çok küçük Kur’ân'lar bununla yazılmıştır.
30 Hattat meşknâmesi; birkaç
kâğıdın suları aksi istikamette olmak üzere, bugünkü ahşap kontraplâklar usulü
ile birbiri üstüne yapıştırılıp elde edilen eğilmez, bükülmez ince mukavvaya
denir. Üzerine yazı sayfası yapıştırılır.
31 İcâzet: Kelime mânası izin,
ruhsat, diploma demektir. Diploma karşılığı olarak daha çok «İcâzetname» ve
«İcâzet kâğıdı» tâbiri kullanılmıştır. Bir hattat ders aldığı hocasından icâzet
almadan, yazdığı yazının altına imzasını koyamazdı. Hattatlar imzalarını,
ekseriya Arapça -bunu yazdı- demek olan ketebe kelimesiyle birlikte yazarlar
ki, buna «ketebe koymak», «ketebe yazmak», «ketebe atmak», kısaca «ketebe»
derler. Her yazı çeşidine göre ketebe koymanın şekilleri vardır.
Ketebehû yerinde, «Nemekahu». eğer
yazan kendinden bir söz katıyorsa «Harrerehu», harekeli yazmış ise «Ra-kamehu»,
tevazu için veya karalama olduğunu ifade için «Sevvedehu», bir meşke bakarak
yazdığını ifade için veya meşk olduğunu ifade için «Meşekahu», istinsah
suretiyle yazılmış ise «Nesehahu» veya «Satarehu», aynen taklid edilmiş ise
«Kalledehu» gibi tâbirler kullanılmıştır.
Ayrıca, murakkaât, kıt'a, kitap ve
levhalarda «El - fakir», «El-hakîr», «El-müznib», «Er-râcî» gibi takdim
edilecek makama veya yazının konusuna uygun tevazu ifade eden cümleden sonra
isim yazanlar da olmuştur. İsimden sonra bazen «Gufire lehu», «Gufire zünûbuhu»
gibi dua taşıyan cümle ilâve edenler de olmuştur. Bu konuda geniş bilgi için
bk.: Mahmud Bedrettin Yazır: Medeniyet Âleminde Yazı ve İslâm Medeniyetinde
Kalem Güzeli. I. ks. Neşre haz.: Uğur Derman. Ankara, 1972. 154-155. ss.
32 Dârussaade, padişah evi demek
olup, hürmeten bu şekilde anılmıştır. Dârussaade ağaları ise, sarayda kadınlara
ait «Haremi Hümâyûn» kısmına nezaret edenlerdir. Bunların başına «Dârussaade
Ağası» veya «Harem Ağası» denir. Bunlar aynı zamanda, «Haremeyn-i Şerifeyn»
denilen Mekke ve Medine'deki evkafın nâzırı idiler. Ayrıca, padişah namına,
«Selâtin Evkafı» denilen ve hanedana mensup olanlar tarafından tesis olunan
«Evkaf-ı Hümâyûn» vakıflarının da idaresinden sorumluydular. Dârussaade ağaları
konusunda bk.: Cengiz Orhonlu Derviş Abdullah'ın Dârussaade ağaları hakkında
bir eseri : Risale-i teberdariye fî ahvâl-ı dâru's-saâde. İsmail Hakkı
Uzunçarşılı'ya Armağan (Türk Tarih Kurumu), 1976, 225 - 240. ss.; Resmî Ahmed :
Hamîletü'l - Küberâ. Eser Dârussaade ağalarının biyografilerinden meydana
gelmiştir. Eserde III. Ahmed zamanından başlamak üzere, H. 1159'a (Hacı Beşir
Ağa'ya) kadar 37 Dârussaade ağası biyografisi yer almıştır. Eserin yazma
nüshalarından birkaçı: Süleymaniye Kütüphanesi Es'ad Efendi, No: 2258/1,
3876/2, 3378/2, Beyazid Kütüphanesi Cevdet Paşa No : 145/7. Eserin yazarı
Girit'te Resmo'da doğmuştur, (d. H. 1133 - M. 1720 -ö. H. 1197-M. 1782/83).
Çeşitli devlet hizmetlerinde bulunmuştur. Bilgi için bk. : Bursalı Tahir:
Osmanlı Müellifleri, 3. c, 58. s.; Babinger: İslâm Ansiklopedisi, 1. c, 202. s.
33 İstanbul'un fethinden,
Tanzimat'a kadar, Sadrazâm ve devlet erkânı ile, yabancı devletler elçilerinin
Padişah tarafından huzura kabul edildikleri yerdir. Fâtih tarafından
yaptırılmıştır.
34 Tarih-i Raşid. İstanbul, 1282.
5. c, 128-129. ss.
35 D. Adolf Deisman : Forschungen
und Funde im (Topkapı) Serai, mit einem Verzeichnis der nichtislamischen
Handschriften. Berlin, 1933, Walter de Gruyter et Co.XI + 144 s. (134 s. Mss.
Carchounis).
36 bk.: Filiz Öğütmen : «12 - 19.
Yüzyıl arasında minyatür sanatından örnekler». Topkapı Sarayı Minyatür Bölümü
Rehberi. Ankara, 1966. 1. s.
https://muhaz.org/rhatoglu-ve-vakfiyesi-doc-dr-ismet-kayaoglu-i--rukneddin-hattb-v2.html?page=41
Binark, İsmet, “Topkapı Sarayı
Müzesi Kütüphanesi ve Kütüphane Koleksiyonları ile İstanbul Kütüphaneleri
Hakkında Yerli-Yabancı Kaynaklar Bibliyografyası”, Vakıflar Dergisi, 13. sayı, Ankara 1981, 717-743. sayfa. http://acikerisim.fsm.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/handle/11352/1280/Binark.pdf?sequence=1&isAllowed=y
5
“Murat
Bardakçı: Collect the books, this library is to be a mosque
Whatever the Kasikci Diamond
represents to Turkey and history at large, so does the Topkapı Palace Library
known for its collection of worldly precious manuscripts. The number one
Istanbul Regional committee of Culture and Natural Preservation, an affiliation
of the Ministry of Culture, called for the “collection of all the books
contained inside the library; it will be made into a mosque”. The most precious
manuscript masterpieces in Turkey are currently hidden in the depths of the
Topkapi Palace Library, which is renowned for being one of the most significant
centres of manuscripts worldwide.
From Fatih’s childhood notebooks
to books written for great leaders bound with jewels and pamphlets of which
there exists only one example, this library contains precisely 18,500
manuscripts and rare-print masterpieces. There are albums of miniatures
prepared for Sultans and exclusive collections of calligraphy not found
elsewhere in the world. In other words, the Siyer-i Nebi -the miniatures that
tell the life story of the Prophet Muhammed, and the Seyh Hamdullah Koran, as
well as the book, Divan, in which poems by Kanuni Suleyman can be found, all
represent whatever can be found in the famous Kasikci Diamond (otherwise known
as the Spoon-maker’s Diamond), or the Topkapi Dagger, which are an extremely
important part of the Imperial Treasury.
These ‘modest’ masterpieces
contained in the library are going to be moved to another site, according to
the decision of the committee.”. 18.12.2005. https://www.hurriyet.com.tr/gundem/murat-bardakci-collect-the-books-this-library-is-to-be-a-mosque-3668993
6
“İlber
Ortaylı: Saray okulu Enderun. Milliyet Pazar, 17.7.2005
Enderun tarihte görülen en özgün
imparatorluk okuludur. 14-15 yaşlarındaki gençler burada edebiyat,
Arapça-Farsça ve Kuran ilimlerinin yanı sıra hizmet ederek saray hayatının
kurallarını öğrenirdi
Fax: (0312) 427 20 64
Enderun "sarayın iç
kısmı" demektir; gerçekten de bu Farsça kelime ile Babüssaade dediğimiz
kapıdan girince sarayın padişah evi diyebileceğimiz kısmı başlar. Enderun bir
avlu etrafındaki çepeçevre koğuşlardan oluşan, ortasında Arz Odası dediğimiz,
padişahın elçileri ve vezirleri ve özellikle veziri azamı kabul ettiği hoş bina
ve Üçüncü Ahmed'in yaptırdığı
zarif bir mücevher kutusu gibi kütüphane bulunur.
Osmanlı saltanatını temsil eden
Babüssaade yani "saadet kapısı" ismi hoş bir temenniden çok bir beynelmilellik
iddiası taşır. Buradan girdiğimizde sağ tarafımızda kalan küçük ve büyük
Enderun odaları; 9-11 yaşlarında devşirilen çocukların zeka ve fizik bakımından
en dikkat çekenlerinin ilk elde yerleştirildiği Edirne Sarayı, Galata Sarayı
gibi okullarda eğitilen ve bunlar arasından seçilenlerin alındığı bir anlamda
ilk sınıflardır.
Enderun'un ne olduğu da burada
anlaşılıyor. Yeryüzü tarihinin en özgün imparatorluk okuludur. 14-15 yaşındaki
gençlerin bir yanda edebiyat, biraz Arapça-Farsça, Kuran ilimleri, hüsnühat ve
özellikle spor dışında ama ön planda hizmet ederek sarayın yaşam kurallarını
öğrendikleri görülür.
Bu ilk iki odanın öğrencilerine
çok cüzi bir maaş, yılda iki kat elbise verilir. Eteklerini bellerine
soktukları için "dolamalılar" denen bu müptediler veya başlangıç
Enderunluları, odabaşılarının olumlu reyiyle ve padişahın tasdikiyle üst sınıfa
yani "seferli", "kilerli", "hazineli" ve
"hasodalılar" rütbesine yükselerek "kaftanlılar" grubunu
meydana getirirler. Hiç şüphesiz, sarayın mareşali yani vezaret rütbesindeki
"hasodabaşı"nın yönettiği "hasodalılar", Enderun ağalarının
en seçkin zümresini oluştururlar. Hiçbir yerde görülmeyecek sembolleri vardır.
Mesela, Enderun'daki Ağalar Camii'nin çini panolarla donanmış kısmında bunlar
padişahla birlikte vakit namazlarını kılarlar. Caminin düz badanalı diğer
kısmında ise öteki koğuş ağaları namaz kılar. Rütbenin kılık-kıyafet ve hitabet
dışında ibadet mahalline kadar yansıması belki ancak burada görülür.
Ağaların laubali hitapları ve
tavırları ağır cezalandırılırdı
Enderun'un ilk iki odasından sonra
terfi edilen Seferli Koğuşu, 17'nci yüzyılda Dördüncü Murad'ın koğuştaki
ağaları sefere götürmesinden sonra ortaya çıkmıştır. "Kilerli" ve
"Hazinedar" koğuşundakiler saray dışı hizmetlere tayin edildiklerinde
yani "Birun"a çıktıklarında sırasıyla sancakbeyi, hatta beylerbeyi
rütbesi ile işe başlarlardı.
Enderun'daki ağaların laubali
hitap, edepsiz tavırlar göstermeleri, serkeşlik etmeleri, sıkı giyim
kurallarının dışına çıkmaları şiddetle cezalandırılırdı. Bununla birlikte
Enderun'daki ağaların yani genç talebelerin birbirlerine taktıkları lâkap hayat
boyu üzerlerinde kalmıştır. "Tabanıyassı", "Boynueğri",
"Semiz" gibi vücut kusurlarını, "Öküz",
"Kalaylıkoz", "Yahnikapan" gibi karakter zafiyeti gösteren
lâkapları taşıyan vezir ve veziri azamları hatırlarız. Bu anane Galatasaray'da
ve Mülkiye'de de devam etmiştir. Hasodalılar seçkin konumlarından dolayı
çinilerle kaplı bölümlerde, "Emanat-ı Mukaddese" dediğimiz peygamber
ve halife emanetlerini de muhafaza ederlerdi.
Şaşılacak bir tesadüf değil:
Valide Sultan'ın yönettiği Harem-i Hümayun'da da gerek zenci hadımağaları gerek
cariyeler arasındaki terfi ve görevlerde de bir paralellik göze çarpardı.
Mesela, Harem'deki "hazinedar usta", muhtemelen güzel olmayan ama
aklıyla buraya yükselen bir rütbeliydi. Osmanlı, Enderun ve Harem'de kan
asaletine değil liyakat ve tırmanmaya yeteneği olan insanlardan oluşan bir
yönetici ve saraylılar zümresi yaratmıştır.
Yatılı burslu kurumların
yaratılmasını da kolaylaştırdı
Törenlerde ve sarayın dışında
kılıç alayı, cuma selâmlığı gibi seferlerde Enderunluların zaten buraya
gelmelerine neden olan fiziki heybetleri dışında kılık-kıyafetleri ve özellikle
"peyk" denen refakatçilerin sorguçları sadece etraftaki halkı değil,
başkente gelen ecnebileri bile çarpmıştır. Seyahatnamelerde, Osmanlı
törenlerindeki devletluların bakır baskı gravürleri bulunmayanları pek azdır.
Tevekkeli değil, meşhur nüktedir. Bu mutantan alayı seyreden fakir Bektaşi
dervişi göğe bakmış; "Hey Allahım, bir padişahın kullarına bak, bir de şu
fakir kulunun haline..."
Enderun, Osmanlı'da devlet adamı
yetiştirme geleneğinin özgünlüğünü temsil ederdi. Bu yaratıcılık, 19'uncu
yüzyılda Galatasaray gibi, Mülkiye gibi idareci mekteplerinin yanında Tıbbiye,
Baytar Mektebi, Mühendis Mektebi gibi yatılı burslu kurumların yaratılmasını da
kolaylaştıran bir ananedir.”. http://www.ee.bilkent.edu.tr/~history/enderun.htm
7
İlber Ortaylı: Seçkinlerin
yaratıldığı kurum: Enderun: Osmanlı Lordlarını burada yetiştirdi. Atlas Tarih, (4), 2010, 65-69.ss.
8
İlber Ortaylı. “Osmanlı
kütüphaneleri herkesin evinde, medrese hücrelerinde veya saraydaydı. Topkapı
Sarayı müze haline getirildiğinde sarayın Harem’den Enderun’a kadar her hücresinden
kitaplar çıkmıştır. İçindeki ilk derli toplu kütüphane III. Ahmed’inkiydi.
18‘inci asrın ilk çeyreğine aittir. Ama bu birçok yerde kitap saklanmadığı
anlamına gelmez; nitekim 1924 yılında Tahsin Öz’ün müdürlüğü zamanında sarayın
her köşesinden toparlanan bu kitaplar, içlerinde adeta tesadüfen bulunan Piri
Reis haritası da dâhil olmak üzere Enderun’daki Ağalar Camii’nde bir araya
getirildi. 17 bin adet yazmanın şark dillerinden garp dillerine zengin bir
koleksiyonu içerdiği açık.”. 3.4.2011. https://www.milliyet.com.tr/yazarlar/ilber-ortayli/kutuphaneler-hafizamizdir-1372493
9
Zeren Tanındı: “Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’nde albüm
olarak bilinen kitaplar zengin bir koleksiyon oluşturur. Yaprak sayısı 1-199
arasında değişen bu eserlerin sayısı, bin yüz civarındadır ve kırk dokuzu
tasvirlidir. Bunlar Osmanlıların ve Safevîlerin kitap sever sultanları,
şehzadeleri veya bürokratları için hazırlanmış, içinde İslam dünyasının üstat
sanatkârlarının yaptığı inanılmaz zarifl ikte ve ihtişamda hat, tasvir, tezhip,
halkâr, aks, kâğıt oyma örneklerini barındıran, sultanî kitaplardır.”. Sanat Tarihi Yıllığı Sayı 25, 2016,
ss.187-238. https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/410007
10
Filiz Çağman – Zeren Tanındı
11
“Topkapı
Sarayı Müzesi Yazma Eser Kütüphanesi
2007 Yılı Nisan ayından itibaren
Topkapı Sarayı Enderun Avlusu Ağalar Cami’ndeki restorasyon çalışmaları
gerekçesiyle, aynı avludaki Hazine Koğuşu’na nakledilen el yazması koleksiyonu,
1 Ağustos 2013 itibariyle eski yeri olan Ağalar Cami’ne taşınmaya başlanmıştır.
Bu geçen süre içerisinde deprem
dolayısıyla hasar görmüş alanlar restore edilmiş, 7 yıl gibi uzun süren bu
dönem içerisinde, Ağalar Cami depo özelliği ve depolama sistemi açısından
çağdaş normlara ulaştırılmıştır.
Camlı bölmeler kırılmaz camlar
kullanılarak değiştirilmiş, raflar zemine sabitlenmiş, paslanmaz çelik kullanılmış,
eser yüksekliğine göre ayarlanabilen
raflar, depreme karşı kafes sistemiyle kurulmuştur.
Daha önce tek katlı olan depo,
yeni sistemde iki katlı hale getirilmiş, kullanım kapasitesi arttırılmıştır.
Yeni depolara iklimlendirme cihazları yerleştirilmiş, manuel sistem
terkedilmiştir. Yeni binada yangın
algılama ve söndürme sistemleri kurulmuştur. Kamera sistemleri modern
teknolojiye uygun olarak yenilenmiştir.
Bahse konu kütüphanenin kitap
koleksiyonu, yedinci yüzyıldan yirminci yüzyıla kadar değişik dönemlere ait
kağıt, deri, tekstil ve parşömen gibi organik kökenli malzemelerden
oluşmaktadır. Onüç ayrı kütüphaneden, 18.622’si yazma olan 21.438 adet kitap
bir araya getirilmiştir. Yazmaların 600 adedi minyatürlüdür. Toplamda 10.000’i
aşkın bir minyatür koleksiyonu bulunmaktadır.
2009 yılından itibaren bir
restoratör sürekli olarak kütüphanede el yazması kitapların restorasyon
çalışmalarını gerçekleştirmektedir.
10 kişiden oluşan bir taşınma
komisyonu kurulmuş, öncelikle uzman odası taşınması gerçekleştirilmiş, daha
sonra Revan Kitaplığı koleksiyonuna ait ilk yazmalar taşınarak raflara
yerleştirilmiştir. Bundan sonraki aşamada diğer koleksiyonlar taşınmaya devam
edecektir.
Söz konusu eserlere ilişkin
envanter sayımları yapılmakta olup, kitapların kondisyonları da bu çalışmada
raporlanmaktadır.”. https://kvmgm.ktb.gov.tr/TR-55560/topkapi-sarayi-muzesi-yazma-eser-kutuphanesi.html
12
“Topkapı
Sarayı Müzesi Sayısallaştırma Projesi
Topkapı Sarayı Müzesi Yazma Eser
Kütüphanesinde 2 adet A2 tipi renkli
satır tarayıcı ile çalışılmaktadır. Tam zamanlı 2 sayısallaştırma operatörü ve
yarı zamanlı 1 kontrol operatörü
tarafından çekimler yapılıp, kontrol edilmektedir. TIFF ve JPEG formatında alınan görüntüler hard-disklere
kaydedilmekte ve bir kopyası Müze
Kütüphanesinde diğer kopyası Başkanlığımızda olacak şekilde depolanmaktadır.
Mart 2015’de başlayan çalışma ile
2015 Aralık ayı sonuna kadar III. Ahmet koleksiyonu ağırlıklı olmak üzere
farklı koleksiyonlara ait 1039 eser sayısal ortama aktarılmıştır. Saray Müzesi
koleksiyonlarında 22 000 civarı kıymetli el yazmasını muhafaza etmektedir. 2016
sonuna kadar 1200-1400 eserin daha sayısal ortama aktarımının yapılması
planlanmaktadır.”. http://www.kitapsifahanesi.yek.gov.tr/Home/Index_?n_id=6
13
“Doğudan
Batıya Bilimadamları Topkapı Yazma Eserler Kütüphanesi'nin Konukları
12.05.2014 13:40 | Son Güncelleme:
12.05.2014 13:40
Doğudan Batıya Bilimadamları
Topkapı Yazma Eserler Kütüphanesi'nin Konukları
Kültür ve Turizm Bakanlığı, yazma
eserlerle ilgili yabancı üniversite ve enstitülerden, akademisyenler, bilim
adamları ve ilgili kişilerin katılımıyla iki ayrı grubu ağırlamaya
hazırlanıyor.
Kültür ve Turizm Bakanlığı, yazma
eserlerle ilgili yabancı üniversite ve enstitülerden, akademisyenler, bilim
adamları ve ilgili kişilerin katılımıyla iki ayrı grubu ağırlamaya
hazırlanıyor.Bakanlığın 14-17 Mayıs 2014 tarihleri arasında ağırlayacağı ilk
konukları; Paris, Tokyo, Astana, Tahran, Moskova, Madrid, Lahey ve Atina'dan
konuyla ilgili önde gelen isimlerden oluşan 16 kişilik bir heyet. Heyette
Sorbonne, Versailles üniversitelerinden, Rusya Devlet Kütüphanesi Doğu
Edebiyatı Merkezinden, Kazakistan Seyfulin Kütüphanesi Yadigarlar Bölümünden
üst düzey yetkililer ve akademisyenler yer alıyor.
21-23 Mayıs 2014 tarihleri
arasında Türkiye'de bulunacak ikinci grup ise; Sırbistan Kültür ve Enformasyon
Bakanlığı tarafından oluşturulan beş kişilik resmi bir heyet olacak.Topkapı
Sarayı Müzesi Yazma Eserler Kütüphanesini ziyaret edip kuruluşuna ve işleyişine
dair bilgi alacak ve meslektaşları ile görüş alışverişinde bulunacak olan
heyetler ayrıca, Sultan Ahmet Camii, Yerebatan Sarayı, Kapalıçarşı, İstanbul
Arkeoloji Müzesi ve Ayasofya Müzesi'ni ziyaret edecek.Bakanlık bu tür
organizasyonlarla hem Topkapı Sarayı Müzesi Yazma Eserler Kütüphanesi'nin
uluslararası bilinirliğini artırmayı hem de bilimsel çalışmalarını sınır dışına
taşımayı amaçlıyor.Kültür Bakanı Ömer Çelik'in son dönem politikaları
doğrultusunda gerçekleştirilen bu tür programların, kültürel diplomasi alanında
ilgili ulusal ve uluslararası kuruluşlarla çalışmalar yürütülmesi ve bu alanda
özel projelerin geliştirilmesi açısından önemli bir zemin oluşturacağı
düşünülüyor.Topkapı Sarayı Müzesi'nde yer alan El Yazma Kütüphanesi yapılan
restorasyonun ardından 2013 Eylül'ünde Bakan Ömer Çelik tarafından açılmıştı.
21 bin 438 eserin bulunduğu kütüphanede muhafaza edilen el yazması eserler her
türlü depreme, yangına ve neme karşı modern teknolojiyle korunuyor.El Yazma
Kütüphanesi modern kütüphanecilik sistemleriyle, kitapların yalnızca saklanarak
korunmasına değil, sergilenmesine ve gerektiğinde yararlanılmasına da hizmet ediyor.Yaklaşık
600 el yazma kitap ve murakka içinde toplamda on bini geçen minyatür de
Kütüphanenin en büyük hazinelerinden sayılıyorBütün bir insanlık tarihine yön
veren eserlerin yer aldığı Kütüphanede, Osmanlı kitap sanatının
başyapıtlarından Karahisari Kuran-ı Kerimi, erken döneme ait 1330-31 tarihli ve
minyatürlü İncü Şahnamesi bulunuyor.Kaynak: ANKA”. https://www.haberler.com/dogudan-batiya-bilimadamlari-topkapi-yazma-eserler-6016131-haberi/
14
“Topkapı
Sarayı’nda tek tek sayım
08.03.2020 - 10:58
Topkapı Sarayı’nda tek tek sayım
Hürriyet'ten Ömer Erbil'in
haberine göre, Cumhurbaşkanlığı Milli Saraylar İdaresi Başkanlığı’na devredilen
Topkapı Sarayı’nda bir süredir kılı kırk yaran bir çalışma yürütülüyor.
Müzedeki eserler yeni envanter defterine tek tek sayılıp fotoğrafları
çekildikten sonra ekleniyor.
Topkapı Sarayı Ağalar Camisi
içinde oluşturulan komisyon, yazma eserler koleksiyonunun sayım ve
karşılaştırma çalışmalarını yürütüyordu. Medine müdafasında Fahrettin Paşa’nın
sandıklarla İstanbul’a gönderdiği kutsal emanetler içinde 560’a yakın yazma
eser vardı. Çoğunluğu dini konulardaki yazma eserin, 95’i Mushaf-ı Şerif’ti. Bu
eserler şu anda Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’nde Medine Kitaplığı’nda
bulunuyor. Sayım işlemleri sırasında, komisyon tam da bu eserler üzerinde
çalışırken içeriye girdik. Yaklaşık 15’ten fazla uzman kitapları sayfalarına
kadar tek tek inceleyerek envanter kayıtları ile karşılaştırıyordu. Osmanlıca
bilen uzmanlar, müze görevlileri, Milli Saraylar uzmanları eserler üzerinde
titiz bir çalışma yürütüyor. Her yazma eser fotoğraflanarak dijital kaydı
yapılıp envantere geçiyor.
EKSİK ESER ÇIKMADI
Milli Saraylar İdaresi Restorasyon
ve Teknik İşlerden Sorumlu Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Ahmet Çapoğlu devam eden
sayımları iki aşamada yaptıklarını belirterek şunları söyledi: ‘‘Öncelikle eser
kayıt defteriyle karşılaştırılıyor. Sonra dijital fotoğraflama yapılarak yeniden
kayıt işlemi gerçekleştiriliyor. Eski envanter kayıtlarında herhangi bir
fotoğraf yok. Eser hakkında tanımlama yapılmış sadece. Osmanlıca dilinde
hazırlanmış 1924 kayıtları ile de karşılaştırma yapıyoruz. Osmanlıca bilen
arkadaşları sayım işlemine dahil ettik. 1954’ten 1960 yılına kadar devam eden
kayıt işlemleri var. Onları da kontrol ediyoruz. Eksik eser çıkmadı. Envanter
kayıtları ile birebir uyuyor. Kitaplar kaç sayfa olarak kaydedildiyse tek tek
sayfalar sayılıyor. Eksik sayfa var mı bakılıyor, tarife uygun mu, boyutları
tarif edilenle aynı mı, hepsine titiz bir inceleme yapılıyor. Şuana kadar eksik
bir eserle karşılaşmadık.
ESERLER FOTOĞRAFSIZ KAYDEDİLMİŞ
Topkapı Sarayı Müze envanterine
göre 147 bin eser kayıtlıydı. Ancak şuana kadar 150 bin eser kaydedildi ve
sayım işlemi devam ediyor. Akıllara kayıtsız eser mi var sorusu geliyor.
Çapoğlu o soruyu da şöyle cevapladı; ‘‘Silah ve porselen eserler, hazine tek
tek sayılıyor. Şu ana kadar eksik bir esere rastlamadık. Ancak oklardan çok
sayıda var. Sadak içine konmuş on ok var. Envantere ok diye girilmiş tek numara
verilmiş. Altında 10 tane olduğu kaydedilmiş. Biz şimdi her oka ayrı envanter
numarası veriyoruz. Her birini fotoğraflıyoruz. Topkapı Sarayı’nın
envanterindeki hiçbir eserin fotoğrafı yoktu. Şuana kadar 150 bin adet eserin
sayımını yaptık. Bize ilk rapor edilen 147 bin eserdi. Biz sanırım yeni sayım
yöntemi ile 180 binleri bulacağız. Kayıtsız eser var diyemeyiz. Porselen
eserlerin sayımında ben de vardım. Mesela bir porselen takım için tek envanter
verilmiş. Ama biz onu şimdi her tabağı, kaseyi, kapağını tek tek envantere
alıyoruz. Bu nedenle de envanter sayısı artıyor.”
DEPOLAR İSTENİLEN SEVİYEDE DEĞİL
Sayım işlemi oldukça kalabalık bir
ekiple yapılıyor. 100 kişilik bir ekip, 12 ayrı grup olarak 59 farklı
koleksiyonu saymayı sürdürüyor. Sayım ekibi 8 uzmandan oluşuyor. Bunlardan
dördü Milli Saraylar uzmanı, Topkapı Sarayı zimmet sorumlusu, güvenlik
görevlisi, iki de eserlerin nakliyesine yapan uzman. Çapoğlu bazı eserler için
üniversitelerden uzman bilim insanlarını da davet etiklerinin altını çiziyor.
Sayım işleminin 3 ay daha devam edeceğini anlatan Çapoğlu, müze depolarının da
istenilen seviyede olmadığını ancak imkanlar dahilinde iyi korunduğuna dikkat
çekiyor. Çapoğlu, ‘‘Milli Saraylar uzmanlaşmış kadrosuyla yeni bir anlayışla
katkı sağlayacaktır. Devlette devamlılık esastır. Hakkettikleri muameleyi
görmemiş olabilir. Ama imkanlar çerçevesinde ihtimam gösterilmiş. Biz depoları
ve sergileme alanlarını daha iyi noktaya getireceğiz. Doğal bir yaşlanma var.
Bunu gelecek nesillere aktarmak için her türlü imkanı kullanacağız” diye
konuştu.”. https://www.cnnturk.com/turkiye/topkapi-sarayinda-tek-tek-sayim
“Bu yazımızda söz konusu
edeceğimiz “Kritovulos Tarihi”, nihayet yazılışından 550 yıl sonra tam metin
halinde Yunanca aslı ve Türkçe tercümesi bir arada olarak, Heyamola Yayınları
tarafından basıldı. Dünyanın akışını değiştiren olaylara şahitlik eden bir eser
olarak Kritovulos Tarihi’ni yayınlayan dostum, hemşehrim Ömer Asan’ı bu önemli
ve güzel eseri gün ışığına çıkardığı için tebrik ediyorum.
Orijinal tek nüshası Topkapı
Sarayı Yazmalar Kütüphanesi’nde olan eser, ilk defa 1859’da Alman edebiyatçı ve
teolog Constantin Tischendorf tarafından fark edilmiştr.”. http://yahyaduzenli.blogspot.com/2012/06/kritovulos-tarihi-ve-trabzon.html
15
“Enderûn Library (Library of Ahmed III)
The Neo-classical Enderûn Library
(Enderûn Kütüphanesi), also known as "Library of Sultan Ahmed III"
(III. Ahmed Kütüphanesi), is located directly behind the Audience Chamber (Arz
Odası) in the centre of the Third Court. It was built on the foundations of the
earlier Havuzlu kiosk by the royal architect Mimar Beşir Ağa in 1719 on orders
of Ahmed III for use by officials of the royal household. The colonnade of this
earlier kiosk now probably stands in front of the present Treasury.
The library is a beautiful example
of Ottoman architecture of the 18th century.[citation needed] The exterior of
the building is faced with marble. The library has the form of a Greek cross
with a domed central hall and three rectangular bays. The fourth arm of the
cross consists of the porch, which can be approached by a flight of stairs on
either side. Beneath the central arch of the portico is an elaborate drinking
fountain with niches on each side. The building is set on a low basement to
protect the precious books of the library against moisture.
The walls above the windows are
decorated with 16th- and 17th-century İznik tiles of variegated design. The
central dome and the vaults of the rectangular bays have been painted. The
decoration inside the dome and vaults are typical of the so-called Tulip
period, which lasted from 1703 to 1730. The books were stored in cupboards
built into the walls. The niche opposite the entrance was the private reading
corner of the sultan.
The library contained books on
theology, Islamic law and similar works of scholarship in Ottoman Turkish,
Arabic and Persian. The library collection consisted of more than 3,500
manuscripts. Some are fine examples of inlay work with nacre and ivory. Today
these books are kept in the Mosque of the Ağas (Ağalar Camii), which is located
to the west of the library. One of the most important items there is the
Topkapi manuscript, a copy of the Qur'an from the time of the third Caliph
Uthman Ibn Affan.
Mosque of the Ağas
The Mosque of the Ağas (Ağalar
Camii) is the largest mosque in the palace. It is also one of the oldest
constructions, dating from the 15th century during the reign of Mehmed II. The
Sultan, the ağas and pages would come here to pray. The mosque is aligned in a
diagonal line in the courtyard to make the minbar face Mecca. In 1928 the books
of the Enderûn Library, among other works, were moved here as the Palace
Library (Sarayı Kütüphanesi), housing a collection of about 13,500 Turkish,
Arabic, Persian and Greek books and manuscripts, collected by the Ottomans.
Located next to the mosque to the northeast is the Imperial Portraits
Collection.”. https://en.wikipedia.org/wiki/Topkap%C4%B1_Palace
16
“Fatih Sultan Mehmed’s Notebook
The library of the Topkapi Palace
Museum have a notebook belonging to Sultan Mehmed the Conqueror. Book has found
in the period of Sultan II. Abdul Hamid Khan.Prince II. Mehmed used this book
during his teenage years. 180 pages.
Book begins with the formulas.
After the “Mehmed the son of Murad Khan” tugra labeled trials, Arabic, Persian,
Grecian alphabets have written essays and portrait drawings.
Fatih Sultan Mehmet’in Defteri
Topkapı Sarayı Müzesi
kütüphanesinde Fatih Sultan Mehmet’e ait bir defter var. Defteri Sultan II.
Abdülhamit Han bulmuş ve büyük ihtiram göstererek ciltlettirip Yıldız Sarayı
kütüphanesine koydurmuştur.Bu defter, şehzade II. Mehmet’in yani Fatih Sultan
Mehmet’in gençlik yıllarında kullandığı karalama defteridir. 180 sayfadır.
Yıldız Sarayı’nda kurulan Zülvecheyn Kütüphanesi’ndeki cilthanede ciltenmiştir.
Kırmızı deri üzerine kaplı defterde mürekkebin dağılmaması için aharlı kağıt
kullanılmıştır. Kimi yapraklarında filigran mühürler bulunmaktadır.Defter
besmele ile başlıyor. Sonrasında ise “Mehmed bin Murad Han” ibareli tuğra
denemeleri, Arapça, Farsça, Grek alfabeleriyle yazı denemeleri ve portre
çizimleri var. Çizimlerin kimi yerinde ince uçlu kamış kalem, kimi yerinde de
fırça kullanılmış.
#Fatih Sultan Mehmet#II
Abdülhamit#II Abdul Hamid Khan#Abdul HAmid#book#ottoman#notebook#FAtih#osmanlı7
Temmuz 2012 | 5 not
sercanetlioglsblog bunu
ottoman-empire kullanıcısından yeniden blogladı
essereparte bunu ottoman-empire
kullanıcısından yeniden blogladı
Bunu ottoman-empire gönderdi”
Fatih Sultan Mehmed’s Notebook. https://ottoman-empire.tumblr.com/post/26710413062/fatih-sultan-mehmeds-notebook-the-library-of-the
17
“2.9.1.TOPKAPI
SARAYI MÜZESİ KÜTÜPHANESİ:
Fatih Sultan Mehmed döneminde "Enderun Mektebi Odaları"nda kurulmuştur. Topkapı Sarayı'nda III. Ahmed, Revan Köşkü, Bağdad Köşkü, Hazine, Emanet Hazinesi, Medine, Koğuşlar koleksiyonları vardır. Bu kütüphanedeki Arapça, Türkçe, Farsça yazmaların sayısı 13.405'tir. Çeşitli kitaplar ve albümler içerisinde XII. ve XVII. yüzyıllar arasına tarihlenen 13.533 adet minyatür bulunmaktadır. 140 cilt içerisinde 7.200'den fazla Türk, Hint, Moğol ve Arap minyatürü vardır. 1924 yılında doğrudan Müzeler Müdürlüğü'ne bağlandı.”. https://dijital-kutuphane.mkutup.gov.tr/tr/manuscripts/page/manuscriptbooks
“Enderun öğrencilerinin faydalanması için Enderun Kütüphanesi vardı. Topkapı Sarayı’ndaki diğer kütüphanelerden de faydalanılırdı. Bütün eğitim öğretim masrafları bizzat padişah tarafından karşılanırdı.”. https://somuncubaba.net/dergi/232-sayi/osmanli-devletini-cihan-devleti-yapan-kurum-enderun-mektebi/
Sarayda 20 bin
kitaplık hazine
4.7.2018
Edebiyata ilgisiyle bilinen Sultan III. Ahmed’in 1719’da
yaptırdığı Topkapı Sarayı’ndaki Enderun Kütüphanesi ziyarete açıldı. Müze
başkanı Mustafa Sabri Küçükaşçı, saraydaki kitapları ilk kez tek çatı altında
toplayan kütüphanede 20 bin eserin yer aldığını söyledi.
Sarayda 20 bin kitaplık hazine
GİRİŞ 04.07.2018 13:10GÜNCELLEME 04.07.2018 13:10
Hattat ve şair olan aynı zamanda edebiyata merakıyla bilinen
Lale Devri padişahları Sultan III. Ahmed’in Enderun mensupları için Topkapı
Sarayı’nda yaptırdığı vakıf kütüphanesi restore edilerek ziyarete açıldı. İlk
kez 23 Kasım 1719’da hizmete açılan Enderun Kütüphanesi, padişahlara ve saraya
ait bütün kitapların ilk kez tek çatı altında toplandığı yer olma özelliğine
sahip. Kütüphanenin bünyesinde birbirinden kıymetli 20 bin eser yer alıyor.
LALE DEVRİ ÜRÜNÜ
Topkapı Sarayı Müzesi Başkanı Prof. Dr. Mustafa Sabri
Küçükaşçı ile Enderun Kütüphanesi hakkında konuştuk. Küçükaşçı, Fatih Sultan
Mehmed’den başlayarak III.Ahmed’e uzanan döneme sarayın çeşitli odalarında
muhafaza edilen el yazmalarının Enderun Kütüphanesi ile birlikte ilk kez tek
çatı altında toplandığına dikkat çekti. Padişahın, her ilim dalından kitabı
kütüphaneye getirttiğini belirten Küçükaşçı, “Fatih zamanından itibaren Topkapı
Sarayı’na gelen her kitap aynı zamanda Osmanlı sanat tarihinin bir özeti gibi.
Bunların dönemsel özellikleri var. Lale Devri entelektüel hayatımız bakımından
çok önemlidir. Enderun Kütüphanesi de bir Lale Devri ürünüdür” dedi.
MİNYATÜRLERDEN HAT KOLEKSİYONUNA
III. Ahmed Kütüphanesi olarak bilinen kütüphanede sadece el
yazması eserler değil, farklı dönemlere ait minyatür ve hat koleksiyonları da
yer alıyor. Enderun-u Humayun’un faydalanması için kurulan, pazartesi ve
perşembe günleri hizmete sunulan kütüphanede birbirinden kıymetli Mushaflar, Arapça,
Yunanca, Macarca ve Slav dillerine ait çeşitli eserlere de rastlanıyor.
Tek nüshası olan 5 bin eser var
Enderun Kütüphanesi’nde farklı coğrafyalara ait birbirinden kıymetli eserler yer alıyor. 1568’de Safevi hükümdarının hediyesi olarak saraya gelen Firdevsi’nin Şehname’si, Gazneliler zamanına ait ve hikayesi Hz. Muhammed zamanına kadar uzanan “Varka ile Gülşah Mesnevisi” gibi eşsiz eserleri barındıran kütüphanede I.Abdülhamid ve III.Selim dönemlerine ait dünyada tek nüshası olan 5 bine yakın kitap yer alıyor. Minyatür kitaplar arasında yer alan 1131’de Kuzey Mezopotamya’da resmedilen astroloji kitabı ile Fatih Sultan Mehmet döneminden öncesine ait Sırpça dua kitabı öne çıkanlar arasında. Sultan III. Ahmed’in kendi hazinesinde bulunan kitaplar ile Sultan I. Abdülhamid ve Sultan III. Selim tarafından vakfedilen kitaplardan oluşan koleksiyon, 1965 yılına kadar burada korunmuş, daha sonra Saray Kütüphanesi koleksiyonuna dâhil edilmişti.” https://www.haber7.com/kultur/haber/2662139-sarayda-20-bin-kitaplik-hazine
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder