17 Aralık 2013 Salı

DR. EROL GÖKA’NIN “TÜRK’ÜN GÖÇEBE RUHU” ADLI KİTABINDAN SEÇTİĞİM CÜMLELER (Mayıs 2010)


“Bu da demektir ki daha 200 yıl öncesinde topluluğumuzun çok büyük bir kısmı, en azından yaşama tarzı olarak, göçebe yani Yörük ya da Türkmen idi. Çoğumuzun beş nesil önceki dedesi büyük olasılıkla göçebeydi.” (s.86)

“… büyük ölçüde yerleşik yaşama geçişimizin ancak 19. yüzyılda gerçekleştiğinin anlaşılmasından sonra fazla söze gerek kalmamaktadır. İki yüzyıl. Toplumların tarihinde çok kısadır ve çok yavaş işleyen psikolojik zaman, bu kadar kısa sürede bir topluluğun psikolojisinin değişimine izin vermez.” (s.94)

“Bize göre, göçebelik ruh halinin niye bizi bu kadar etkilediğini anlamak için yeteri kadar tarihsel malzeme vardır; göçebelik tarihimiz çok eski, yerleşik yaşama geçişimiz ise nispeten çok yenidir. " (s.99)

“Mekanla iğreti ilişkisi nedeniyle bedeni sürekli yer değiştiren göçebe, söze yaslanıp kalıp yapılarla zihnini sabitlemeye çalıştığından, bırakın onun için uğraşmayı felsefi düşünce için gerekli olan iç derinliklere göç ihtiyacını engellemeye çalışır. Göçebe şimdiye, an’a çakılıdır, düşüncesindeki en mühim soru, pratik olarak şimdi ne yapılması gerektiğidir.”  (s.219-220)

“Elinizde tuttuğunuz bu kitabın temel tezi, … göçebe ruh halinin Türklerin psikolojilerinde belirleyici etkisini hala sürdürdüğüdür”. (s.21)

“Kentlileşme, İslamlaşma ve modernleşme süreçlerindeki tüm gelişmelere rağmen, göçebelik ruh hali, hala Türk grup psikolojisinin temel belirleyicilerinden birisidir.” (s.38-39)

“Bu noktada göçebe Türklerin pek doğal olarak yerleşik ev hayatının esası olan “temel” kavramını bilmedikleri, Divanü Lügati’t Türk’te bu kavramın bulunmadığı da belirtilmelidir.” (s.102)

Gerek mekanla iğreti ilişkimiz, gerek hareketin hayatımızda tuttuğu yer nedeniyle, ütopyamız, dünya cennetimiz hep ötede olmuş, bulunduğumuz yerde kendimize bir cennet yaratmak düşüncesi, tarihimizde hemen hemen hiç görülmemiştir. Göçebe zihniyetinin kültürümüze verdiği en büyük zararlardan biridir bu.  (s.170-171)

“Türkler göçebe-sözlü kültüre sahip olmalarının yanı sıra savaşçı zihniyet yapısına, potlaca dayalı, segmenter bir toplumsal formasyona da sahiptiler. Tüm bu özellikleri bir arada gösteren bir toplumun da kitaba ve okuryazarlığa önem vermesi, okumuş ve felsefi düşünceye yatkın insanları öne çıkarması pek zordur.” (s.222)

“Ama Türkiye’deki Cumhuriyet sonrası nüfus ve yerleşim hareketlerine bir bakmamız bile, göçebeliğin yerleşikliğe ve kentliliğe dönüşmesi açısından sürecin henüz tamamlanmadığını, kentli-modern bir toplum olabilmemiz için toplumumuzun önünde daha uzun yıllar bulunduğunu görmemize yetecektir”. (s.40)

“Modern Türk toplumunda “köylülük” diye nitelenen tutumlar, aslında doğrudan doğruya göçebelik zamanlarının bakiyesidir.” (s.103)

“Bugün “ev-bark” anlamında kullandığımız “konut” sözcüğünün kökünde bile “konmak” fiili bulunduğuna göre varın gerisini siz hesap edin.” (s.105)

“arandığında toplumsal yaşantımızda daha birçok göçebelik izi bulunabilir.”

Ne yazık ki çağdaş psikiyatri ve psikoloji literatüründe göçebelik ve göçebe ruh hali hakkında bizim bu kitapta anlatmaya çalıştığımız türden tek satır bile yoktur. Tamamen Batılı bakışla geliştirilmiş olan bu literatür, büyük olasılıkla göçebeliği insanlığın çok eskilerde kalmış ve birkaç çok küçük istisna dışında aşılmış bir bebeklik dönemi olarak gördüğünden konuyla ilgilenme gereği duymamıştır”. (s.132)

“… Türklerin tarihleri boyunca değişime dirençli olan davranış tarzları bulunmaktadır. Göçebe bir topluluk olmaları ve göçebe ruh haline sahip bulunmaları bu davranış tarzlarından yalnızca bir tanesidir.” (s.153)

“…  “göçebe ruh hali”miz gündelik hayatımızın bir çok yerine sızmıştır.” (s.164)

“Göçebe, yarın buralardan çekip gidiverecek gibidir; zihninde denkleri hep sarılı, kervanı her an hazırdır.” (s.169)

“Türklerin en zor dönemlerde yaptıkları hiç beklenmedik atılımlarda, yenileşme girişimlerinde göçebe ruh halinin büyük payı vardır.” (s.34)

“Ne yazık ki çağdaş psikiyatri ve psikoloji literatüründe göçebelik ve göçebe ruh hali hakkında bizim bu kitapta anlatmaya çalıştığımız türden tek satır bile yoktur. Tamamen Batılı bakışla geliştirilmiş olan bu literatür, büyük olasılıkla göçebeliği insanlığın çok eskilerde kalmış ve birkaç çok küçük istisna dışında aşılmış bir bebeklik dönemi olarak gördüğünden konuyla ilgilenme gereği duymamıştır.” (s.132).

Ama ne yazık ki akademi çevreleri bugüne kadar bu türden göçebeliğin psikolojisi üzerinde hiç durmamıştır.” (s.135)

“Zira ne biz “yaşama tarzı olarak göç” dediğimiz olguyu yeterince biliyoruz ne de literatürde bu konuda yararlanabileceğimiz bir bilgi var.” (s.149)

tüm Türk toplulukları tarihlerinde birçok kez zorunlu, travmatik göçlere maruz kalmışlardır.


“Yüzlerce yıl göçebe bir yaşam tarzı sürdürdükten sonra, toplumumuzun bugün hemen tamamı yerleşiktir. Bin yıl devam eden İslamlaşma sürecine son iki yüzyıldır modern uygarlık sürecinin bir parçası olma güdüsü de eklenmiş ve toplumumuzun çehresi büyük ölçüde değişmiştir. Çehresindeki tüm bu değişikliklere rağmen toplumumuzun kolektif bilinç dışı, derin psikolojisi üzerinde, göçebelik yaşantısından kaynaklanan ruh halleri etkide bulunmayı sürdürmektedir. Ne ki böylesine kalıcı ve etkili olmasına rağmen göçebelik yaşantıları ve göçebe geçmişimiz üzerinde yeterince durulmamaktadır. Göçebelik-yerleşiklik ayrımı, siyasal tarih, sanat tarihi ve inanç tarihi açısından oldukça önemli görülüp değerlendirmelere neden olduysa da tarihsel ve psikoloji açısından incelenmeden kalmıştır.” (s.9)

--------------------------------
Kitap hakkında bir röportajdan: http://www.timas.com.tr/kurumsal/haberler/yenilik-hevesimiz-de-muhafazakarligimiz-da-gocebe.aspx

- Sadece dilimizde mi rastlıyoruz göçebelik mirasına?
Göçebelik zamanlarının mirası, sadece dilimizde değil; göçebelik bir yerde 'eğreti' durmak demektir, bugün neyimiz eğretiyse, mesela şehirciliğimiz, mesela demokrasimiz, ezcümle modernliğimiz, orada göçebeliğin payını araştırmak gerekir. Doğrusunu söylemek gerekirse, ben memleketin ahvaline nereden bakarsam bakayım göçebeliğin, tarihin derinliklerinden bana gülümsediğini görüyorum. Bana evlerimiz çadır, hayatlarımız çadır hayatı gibi geliyor. Hala oradan oraya göç edip durduğumuza şahit oluyorum. Vatanı ve devleti kutsallaştırmamızda, her türlü yeniliğe mutlaka ayak uydurmak zorunda hisseden muhafazakarlığımızda, sabrın ve tahammülün halkı oluşumuzda hep göçebeliğin etkileri gözüme çarpıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder