“TÜRKLERDE LİDER-LİK NEDEN ÖNEMLİDİR”
(Tarihsel Arka
Plan - Alıntılar)
25.04.2018
1
“Türk Milletinin, tarih
sahnesinde çıkış yaptığı dönemlere baktığınızda hep güçlü bir liderin mührünü
görürsünüz.
Buna bakarak şunu
söyleyebiliriz: Türkler bir sistemden ziyade içlerinden çıkardıkları güçlü,
karakterli, akıllı, bilgili, vizyoner insanlar sayesinde başarıyı
yakalayabiliyor.”. http://www.kocatepegazetesi.com/tr-TR/kose-yazilari/84046/lider-ve-turk-dunyasi
2
“Tarihimizi tetkik ettiğimiz
zaman, ülkenin başında kuvvetli, şahsiyetli liderlerin bulunduğu devirlerde,
milletimiz büyük başarılar elde etmiştir. Aksi ise ülkenin ve milletin
felâketine sebep olmuştur. Tepeden inenler bırakın devleti, iki koyunu bile
güdemezler. Cücelerden yüce görevler beklenir mi?”. http://www.kavgamiz.com/orkun/turklerde-devlet-ve-devlet-adaminin-vasiflari-2---y137.html
3
Yılmaz, Muammer: Türklerde Devlet ve Devlet Adamının Vasıfları http://www.kavgamiz.com/orkun/turklerde-devlet-ve-devlet-adaminin-vasiflari-y105.html
4
“Türklerin
özgür ve tek lider kavramına bağlı bir toplum yapısı olduğunu iyi
anlamak gerekiyor. Tüm tarih sahneleri boyunca Türkler tek liderin peşinden
gitmiştir.”. http://www.gazeteilksayfa.com/erdogan-neden-dunyadaki-en-buyuk-lider--1830yy.htm
5
“Prof. Dr. Erol Göka, Türk
toplumunda asırlara meydan okuyarak değişmeden kalan
liderlik kodlarını, yöneten-yönetilen ilişkisini, toplum olarak
etnik-dini-siyasi düzlemde fanatizme eğilim gösterip göstermediğimizi deşifre
ediyor.”. http://www.timas.com.tr/kitap/yedi-duvele-karsi/
6
“Türklerdeki yönetim ise Türk
milletinin sürekliliğini sağlayan vaktiyle kurulmuş ahenginden gelir. “Türk
ırkının, tarih sahnesine çıkışının başlangıcında adalet, dürüstlük, saygı ve
sevgi ilkeleri egemen olmuştur.
Türkler yönetime hoşgörü ve
adalet getirmişler, yönetimde aile ve millet kavramını işlemişlerdir. Bu ırkın
ikinci çarpıcı karakteri, yönetmeye ve kumanda etmeye olan kabiliyetidir;
bilhassa karışık olan halkları derleyip toparlamak hususundaki teşkilat kabiliyeti,
Türk milletinin en önemli özelliğidir.”. http://kisi.deu.edu.tr/userweb/hasan.gundogdu/YoneticiveLider.ppt
7
“Türkler
arasından ne zaman karizmatik bir lider zuhur etse, dünya tarihine etki edecek
bir figür de ortaya çıkmış oluyordu. Göktürkler devrinde (552) Bumin Kağan’ın
arkasında yekvücut olan Türkler, kısa süre içinde devasa Çin ülkesini vergiye
bağlayacak kadar kuvvetlenirler.
Türk toplumunun başarıya kavuştuğu devirleri listeleyecek olsak,
izdüşümünde ‘karizmatik’ bir lider ve ona canıyla kanıyla bağlanan halk çıkar
karşımıza.
Diğer milletlerin tarihinde sistemler ve hanedanlar
ön plana çıkarken, Türk tarihinde liderlik vasfı kritik önem taşır.
Nitekim Selçuklularda da köklü başarılar Alparslan, Melikşah, Kılıçarslan gibi
şahsiyetler tarafından kazanılmıştır. Osmanlı sultanlarından ilk akla gelenler
Fatih, Yavuz Selim, Kanuni ve II. Abdülhamid olacaktır. Bunun sebebi, zihnimize kazınan ‘kudretli’ devlet reisi idrakidir.
140 yıl
önce meşruti monarşiye geçmeye kim zorladı bizi? Türklerin tekrar bir lider
etrafında birleşmesine engel olmak için miydi bütün bu ‘sistem’ değişiklikleri?
27 Mayıs darbesini yapıp Başbakan Adnan Menderes’i idam edenler halkın bu büyük
lidere gönül vermesinden mi tedirgin olmuşlardı? Cevaplar soruların içinde
mündemiç.”. http://www.derintarih.com/kapak-dosyasi/10-maddede-eski-turkler-nasil-yonetilirdi/
8
“Devlet Algısı
Bu minvalde öncelikle Türkler
ve Rusların devlet gelenekleri ile siyasal yönetme-yönetilme kültürleri
arasındaki benzerlikler göze çarpmaktadır. Rusya tarihinin Kiev Knezliği
(Beyliği) ile başladığı varsayılırsa, 1100 yıllık süreçte Rus toplumunun
zihninde oluşan devlet algısının güç, otorite ve itaat gibi kavramların adeta
birleşiminden meydana geldiği görülmektedir. Batılılar tarafından “otoriter”,
hatta “diktatör” olarak adlandırılan Korkunç İvan, I. Petro, Stalin gibi
liderlerin hükümranlıkları döneminde Rus toplumunun iç dinamikleri “devlet
eliyle” harekete geçirilmiş ve bu suretle Rusya’nın devletlerarası muvazenede
bağımsız/güçlü bir aktör olması sağlanabilmiştir. Benzer şekilde Cengiz Han, Timur, Fatih Sultan
Mehmet, Kanuni Sultan Süleyman, Atatürk gibi liderlerin yönetim dönemleri
Türklerin tarihi “dönemeçleri” olmuştur. Zira Türklerin
yönetişim kodlarında da “karizmatik lider odaklı güçlü devlet” algısının derin
bir yer edindiğini söylemek yanlış olmayacaktır.
Nitekim Türklerin devlet aygıtına toplum üzerinde adalet sağlayıcı, kutsal bir
“üst yapı” rolü atfetmesi ve bunu “kerim devlet”, “yüce devlet”, “devlet baba”
gibi tanımlamalarla içselleştirmesi ile Rusların etimolojik açıdan
“meşru yönetme hakkından” gelen “gosudarstvo” (devlet) kelimesini üreterek “velikoe gosudarstvo”
(büyük devlet) konseptini benimsemesi, iki milletin “devlete” yaklaşımındaki
paralelliği açıkça ortaya koymaktadır. “Güçlü devleti” yönetenin “güçlü
lider” olmasını kanıksayan bu algı Türklerde İslamiyet öncesinde “hükümdarın
yetkilerini Gök Tanrı’dan aldığını varsayan kut”, İslamiyet sonrasında ise
“Allah’ın yeryüzündeki halifesi” anlayışında meşruiyet kazanırken, Ruslarda
“Çar, Tanrı’nın Kilise aracılığıyla hükümranlık verdiği temsilci”, “Boj’ya volya”
(Tanrının iradesi), “Pomazannik Bojiy” (Tanrının kutsadığı), veya (Sovyetler
Birliği döneminde) “Velikiy Vojd’” (büyük önder) gibi mutlakıyetini pekiştiren
ifadelerde tezahür etmiştir.”. http://www.sde.org.tr/tr/newsdetail/turk-rus-iliskilerine-medeniyetsel-bir-bakis/3801
9
“Sonuç olarak karizmatik bir
lider ve ona inanan ordu-millet ile bozkırda kurulan Türk devletleri
devirlerinin en kudretli askerî güçlerinden biri olarak karşımıza çıkar. Türk
tarihinin her sayfası ordu-millet- kağan anlayışının neleri başardığının
misalleriyle doludur.” http://www.derintarih.com/kapak-dosyasi/10-maddede-eski-turkler-nasil-yonetilirdi/
10
“Lider merkezli,
segmenter yapıda bir toplumsal psikolojiye sahip oluşumuz,
hayıflanılacak, üzülecek, karalar bağlamayı gerektirecek bir durum değil. Ama
bu halimize gözlerimiz de kapayamayız, kapamamalıyız.”. https://www.yenisafak.com/yazarlar/erolgoka/toplumsal-psikolojimiz-ve-siyaset-54130
11
Türkler neden teşkilatçidır,
hemen örgütlenirler. https://books.google.com.tr/books?id=tYDeDQAAQBAJ&pg=PA60&lpg=PA60&dq=Liderlik+t%C3%BCrklerde+neden&source=bl&ots=5xVWpkc5Dm&sig=2Ebbc7r_ky9uvx9wf0yJlbY-raM&hl=tr&sa=X&ved=0ahUKEwju3erD2dXaAhUKFSwKHT_pCEIQ6AEIhQEwDA#v=onepage&q=Liderlik%20t%C3%BCrklerde%20neden&f=false
12
“Bir
biçimde modernleşme sürecine dahil olmuş ama kurumsallık ve iş tanımlarında
sorunu olan toplumlarda karizmatik liderlik daha önemli. Çünkü böyle
toplumların kurumsallığın eksikliğinden kaynaklanan dertlerini
yatıştırabilmesi, güvenli bir biçimde yoluna devam edebilmesi için kendi arzu
ve ihtiyaçlarını temsil eden başarılı kişileri öne çıkarması ve onlara
kurtarıcı, karizmatik özellikler bahşetmesi şart. Bu ilk tespitimizi bir yere
not edelim…”. https://www.yenisafak.com/yazarlar/erolgoka/karizmaya-firsat-kurumsallasmaya-imkan-2036587
13
“lider merkezli toplumsal
psikolojimiz”. https://www.yenisafak.com/yazarlar/erolgoka/demeye-dilim-varmiyor-ama-53931
14
“Bozkır
coğrafyasında hakimiyet kuran ve güçlü bir yapıya sahip olan atlı kavimlerde
devlet geleneği ve teşkilatı önemli bir yer tutmaktadır. Bu konuda bozkır
kavimlerinin geniş coğrafyaya yayılarak egemen unsur olmalarında çok büyük
payları olan kağanların liderlik yeteneklerinin de bilinmesi gerekmektedir.
Kağanların liderlik anlamında yüklenmiş oldukları sorumluluk ve dağınık boyları
bir araya getirerek tek devlet çatısı altında toplaması idari ve askeri
teşkilat oluşturulmasındaki üstlenmiş olduğu görev ve sorumluluk bilinci çok
önemlidir. Bozkırda aileden başlayıp devam eden siyasal örgütlenmenin en üst
düzeyi karşımıza devlet yapısı olarak çıkmaktadır. Bu açıdan ele aldığımızda
Türklerin tarih boyunca kurmuş oldukları devletlerin sayıca çok olması,
Bozkırda yaşayan Türklerin hemen bir otoritenin etrafında toplandığı yada
kendisini yönetmek üzere yeteneğine inandığı, cesur ve kahraman bir lideri
görevlendirdiğini anlıyoruz. Tez çalışmamda, Bu devletlerin bozkırların zor
şartlarında nasıl şekillendiği, Bozkırlarda kurulan Türk devletlerindeki
liderlerin yönetim anlayışlarının nasıl şekillendiğini anlatmak için Kağanların
lider olarak neler yaptıklarını , yaşamı ve yetiştiği çevrenin şartlarının
neler olduğunu Bozkır yaşantısını inceleyerek ortaya çıkarmaya çalışacağız.”. http://www.acikarsiv.gazi.edu.tr/File.php?Doc_ID=3171
15
“Türk siyasal
kültürünün oluşumu ve gelişiminde bozkır hayat tarzının çok önemli bir yeri
vardır.
Tarihte birçok devlet kuran Türkler, geniş bir siyasal kültüre ve devlet
tecrübesine sahiptir. Bu yüzden tarihin hiçbir evre sinde devletsiz kalmamış ve
çöken her devletin yerine yenisi filizlenerek yeni bir önderin öncülüğünde
olgunlaşmıştır. Bozkırlı Türk barış zamanı sade bir konar göçer, savaş zamanı
vatan sever ve cesur bir askerdir. Boylar gerektiğinde başka boylarla yeni
siyasal birlikler oluşturmaktaydılar. Bozkır devleti esnek bir boylar
federasyonu özelliği göstermiştir. Türkler hiçbir
zaman esaret altında yaşamayı kendisine yakıştıramamış her zaman bir önderin
etrafında toplanarak yeni devletler kurmuşlardır. Kağanlar bu özellikli yapıyı
bilmelerinden dolayı teşkilatlarını kolay oluşturmuşlardır. Kağanların en
önemli görevi dağınık halde bulunan Türk boylarını bir devlet çatısı altında
toplamaktı.”. http://www.acikarsiv.gazi.edu.tr/File.php?Doc_ID=3171
16
“Başkanlık
sistemi, Türk toplumuna dışardan enjekte edilen yetersiz idari sistemler yerine
toplumun tarihi yönetim kültürüne en uygun olan sistemdir.”. https://otukendergi.com/baskanlik-sistemi-nedir-hakan-kurt/
17
“Tarihimizde
milletimize yön veren liderlere bakıldığında, toplumdaki bireylerin onlara
inanması sayesinde birlikte hareket ettiği görülmektedir. Bu inancın oluşması
ve güçlü kılınması için liderlerin başarıları büyük önem arz etmektedir.”. http://dergipark.gov.tr/download/article-file/387515
18
“Beşinci özelliğimiz olarak
güçlü liderler çıkartan bir toplumuz. Liderlerimiz ve lider
kurgulu toplum yapımız en zor anlarımızda dahi bizi farklı bir ulus
yapmıştır.”. http://atillaakkoc1.blogspot.com.tr/2012/07/turkler-ve-liderlik-hakkinda.html?m=0
19
“İdari tarihimize baktığımız
zaman büyük ölçüde Mutlakiyet diye nitelenen yönetim yapılarımız parlamenter
sistemden çok başkanlık sistemine daha yatkındır. Yönetme ve yönetilme türü
bağlamında 2000 bin yıllık Türk tarihi tek merkezli bir yönetim kültürüne sahip
olup bu bağlamda başkanlık sistemine daha yatkın bulunmaktadır.Türkiye’de
parlamenter sistemin kuruluşu, 19.yüzyıl Osmanlı modernleşmesinin siyasal
boyutunu teşkil eden,1876 yılında meşrutiyete geçişle, yani anayasalı
demokrasiyi başlatan Kanun-i esasinin ilanına kadar geri gider. Bununla beraber
bu yeni yapıda, padişahın yetkileri anayasa ile kısıtlanmış, parlamento yasa
çıkarma fonksiyonuyla donatılmıştı. Ancak, 1876 anayasasının kurduğu hükümet
sisteminin, parlamenter nitelikte olmasına rağmen, kuruluş mantığı ve işleyiş
pratiği açısından, bu sistemin hayli uzağında kaldığını vurgulamak gerekir.
Parlamenter sistemde güçlerin tam olarak değil de ılımlı ayrıldığı bir
gerçektir; ama, Kanun-i esasinin kurduğu bu yeni sistemde, yasamanın oluşumu ve
kanunların yapımında padişahın yetkileri, parlamentoyu anlamsız kılacak kadar
çokluk ve çeşitlilik içeriyordu.”. https://www.istiklal.com.tr/kose-yazisi/neden-baskanlik-sistemi/284699
20
“*Başkanlık sistemi tarihimize
ve kültürümüze uygun.”. http://www.cekmekoy2023.com/haberler/detay/1077/guclu-yonetim-guclu-turkiye.html
21
“Türk tarihine ve kültürüne
baktığımızda, Türk devletinin yükselmesinde ve gelişmesinde zaman zaman
birtakım liderlerin ön plana çıktıklarını görürüz. Bu durum bütün Türk tarihi
için geçerlidir. Bazan millete ve devlete öncülük edenler şahıslar olduğu gibi,
bazan …”. http://www.genelturktarihi.net/bengci-arslan-ve-ubangu-arslan
22
“Türk Tarihi yaklaşık 2200
yıllık bilinen süreci içinde hep büyük imparatorluklar ve büyük kağan, hakan,
sultan, padişah ve dengi kimselerce ileri taşınmıştır. Türk tarihini devletsiz
düşünmek mümkün değildir ve devletsiz kalan Türk toplulukları zamanla tarih
sahnesinden de silinmiştir. Avrupa’daki Katolik kilisesi türü bir sosyal
örgütlenmenin eksikliği dolayısıyla Türklerde devlet her şeye sahip ve her
şeyden sorumlu olmuş ve onun olmadığı yerde Türk de olmamıştır.
İşte “Kutsal Devlet” kavramı bu
tarihsel temeller üzerine bina edilmiş ve bugün dahi Türk toplumunca
korunmuştur. Devletin bu kadar değerli olduğu bir toplumda, devleti idare eden
elitlerin değersiz görülmesi ve devletin idare mekanizmalarına gelecek
insanların seçiminin önemsenmemesi pek tabi söz konusu olmamıştır.
Devletin başındaki kağanlar
yahut padişahlar töreye bağlı olmak koşulu ile büyük bir güce ve etkinliğe
sahip olmuşlardır. Bu güç sayesinde büyük fetihler yapılmış ve kararlar hızla
uygulamaya konmuştur. Veraset sorunları aşılamasa da tahta bir kez oturan Türk
devlet başkanı, sonrasında Avrupa’daki muadillerinin aksine dengeleri gözetmek
ve ona göre hareket etmek zorunda kalmadan kafasındakileri uygulamıştır.
Özellikle Osmanlı İmparatorluğu
bunun en yüksek örneği olmuş ve bütün mülkün sahibi olan sultan, toprağa dayalı
bir soyluluk ve otorite oluşmasına dahi asla müsamaha göstermemiştir.
O halde tarih bize açıkça güçlü
liderlerin idaresindeki Türk devletlerinin çok büyük başarılar elde
edebildiklerini göstermektedir. Özellikle 1908’de başlayan 1946’da çok partili
sisteme geçişle beraber artan “demokratik idare sancıları” bize bu tarihi
kaideyi hatırlatmaktadır. Türkiye’nin 1946’lardan sonra siyasi cambazlık oyunları
dışında pek bir şey görmediği tam tersine geri gittiği söylenebilir. Türkiye’de
hükümet kurabilmek için rüşvetler verilmiş ve meclisteki aritmetikle
oynayabilmek için şantajlarla ve vaatlerle milletvekilleri alınıp satılmıştır.
Yüce Türk milletinin seçtiği vekillerin bu halleri milleti de kahretmiştir.
Nihayetinde demokrasi yahut demokratik seçimlerden bir şey elde edilememiş ve
bu aldatmaca sürüp gitmiştir.”. https://otukendergi.com/baskanlik-sistemi-nedir-hakan-kurt/
23
“Toplumlardaki Eksen Kurumlar
Her toplumda bir eksen kurum
vardır. Romada siyaset ana eksen, mihver
kurumdur. Çin'de aile, çadırın ana direği gibidir. Çin'in dağılmamasının sebebi
ailenin eksen kurum olmasıdır. Hindistan'da din bunun yerini almıştır. Batıda
ve ABD'de ekonomi eksen değer olmuştur ve diğerleri ona dönüşmüştür. Eski Türklerde
liderlik kurumu eksen olmuştur. Osmanlılarda ise adalet mekanizması,
kadılık eksen kurum haline gelmiştir. Padişah bile gidip yargılanabilmiştir.
İttihat ve Terakki 'den sonra Türkiye'de merkezi yani eksen kurum askerlik
olmuştur ve Cumhuriyet döneminde de sürmektedir.”. https://archive.org/stream/NevzatTarhanToplumPsikolojisi/Nevzat%20Tarhan%20-%20Toplum%20Psikolojisi_djvu.txt
24
“Konar-göçer geleneğin bir
uzantısı olarak, yazları yazlıklarda, kışları ise kışlıklarda geçirilirdi. Sık yapılan göçlerin çatışmalara sahne olmaması için,
eski Türk devletlerinde büyük bir planlama ve güçlü bir liderlik gerekliydi.”.
http://politikaakademisi.org/2015/08/11/turk-devlet-gelenegi/
25
“Lider nitelikleri hususunda
Türk devletlerindeki hükümdarlara verilen değişik ünvanlar vardır. Bunlar;
elig, han, kağan, hakan, ilteber, idi-kut, yabgu ve kül erkin gibi ünvanlardır.
Türklerde liderlik, tarih boyunca devletin
başarısında kritik bir rol oynamıştır. Devletin yıkılması, eski Türklerde çok
büyük bir felaket olarak görüldüğü için, lidere itaat önemli bir gelenek haline
gelmiştir. Yusuf Has Hacip, 11. yüzyılda “Kutadgu Bilig” aslı eserinde
her zaman saygı duyulan bir hükümdar olabilmek için 4 önemli şarttan söz
etmiştir. Bunlar; 1-) doğru sözlü olmak, 2-) memlekette kanunları tatbik etmek,
3-) eli açık ve cömert olmak ve halka karşı şefkat göstermek ve 4-) düşmana
boyun eğdirmek ve memleket işlerinde azimkar ve cesur olmaktır. Orhun
Kitabelerinde, Oğuz Destanı’nda ve Dede Korkut hikayelerinde de liderlikle
ilgili önemli tespitlere rastlanabilir.”. http://politikaakademisi.org/2015/08/11/turk-devlet-gelenegi/
26
“Çoğu Türk Devleti gibi ilk
Türk Devletleri de karizmatik ve güçlü görünüme sahip bir lider etrafında
kurulmuştu. Devlet teşkilatının merkezinde kağan yer almakta ve maiyeti
üzerinde güçlü bir otoritesi bulunmaktaydı. Eski Türklerde kağan ismini alan bu
hükümdarın yönetim yetkisinin Tanrı ihsanı olduğu düşünülmekteydi. İnanışa
göre; Tanrı insanoğlunu yaratmış ve kağanı bu insanlığın başına hükümdar
kılmıştı. Tanrının, kutlanan kağana tüm dünyanın idaresini vaat ettiğine
inanılmıştı. Hun, Cengiz, Timur ve Osmanlı İmparatorluklarındaki cihan
hâkimiyeti arzusu bu inanışın bir sonucudur. Tanrının bu ihsanı koşulsuz
değildi, hakanın da bu yetkiyi devam ettirebilmesi için, Tanrının yolunda
savaşması, halkını dış tehditlerden koruyarak refah içinde yaşatması, adaleti
sağlaması ve en önemlisi töreye uyması gerekmekteydi. Tanrının kağanı
kutladığı/kutsadığı düşüncesi bilindiği üzere kut anlayışıdır. Kağanın ülkenin
doğu kısmında bulunması, tahtın ve otağın doğuya bakması ve kağanın otağ
kapısından çıkınca kutsal güneşi selamlaması gibi sembolik uygulamalar hep bu
inanışın bir yansımasıdır. Kağanlar kullandıkları unvanlarda özellikle Tanrı
ile yakınlıklarını göstermeye çalışmış ve kağanın soyu anlatılırken efsanevi
öğeler seçilmişti.”. http://tunauzer.blogspot.com.tr/2014/03/ilk-turk-devletlerinin-kurulusunu_24.html
27
““TARİHİ GEÇMİŞİMİZ BAŞKANLIK
SİSTEMİNE YATKIN”
Türklerin tarihi geçmişinin
başkanlığa yatkın olduğunu dile getiren Erhan Afyoncu, “Bu kişisel bir mesele
değil, sistem meselesi olarak algılanmalıdır ve halka sorulmalıdır. Türk tarihinde devletler, hep bir lider eliyle
güçlenmiştir” dedi.”. http://www.kckultur.com/?Syf=18&Hbr=874070&/T%C3%9CRK-TAR%C4%B0H%C4%B0NDE-L%C4%B0DERL%C4%B0K-BA%C5%9EKANLIK-S%C3%96YLE%C5%9E%C4%B0
28
“Türk tarihi aslında bir
liderler tarihidir. Oğuz Kağan'dan Alparslan'a, Fatih'ten Atatürk'e Türk
tarihini liderler ve onlara inan Türk milleti yazmıştır. Beylikler, Devletler, İmparatorluklar
liderlerin isimleriyle hayat bulmuştur.”. http://www.ortadogugazetesi.net/haber.php?haber=siyaset-ve-liderlik&id=65138
29
“Her kültür,
devlet yönetirken, ordu
yönetirken, bir işi
ya da bir süreci yönetirken
nasıl davranılması gerektiğine
ilişkin öneriler sunar4. Özellikle Türk
kültüründe liderlik ya
da yöneticilik ile
ilgili sonsuz sayıda örnek vardır. Bu örnekler sefere
çıkmış bir ordunun nasıl yönetileceğinden bir düğün merasiminin nasıl
yönetileceğine kadar çok geniş bir yelpaze oluşturmaktadır. Türk klasik
eserlerinde, sözlü kültürde, geleneklerde ve yazıtlarda liderliğe verilen bu
incelikli ve takdir dolu ipuçlarını görmek mümkündür. Türk
kültüründe liderlik olgusunun özel bir yer tutmasının nedenleri, Türklerin
sürekli bir organizasyonu zorunlu kılan göçebe hayat tarzları ile yaşadıkları
coğrafyaların son derece riskli oluşudur. Liderlik, Türk kültüründe
doğrudan doğruya bir varoluş problemidir. Liderin vasıfları, doğrudan doğruya milletin
varlık ya da yokluğu ile ilişkilendirilir. Bu nedenle Türkler
liderlik ya da
yöneticilik modellerini, insan
varoluşu ile doğrudan
bağlantısı olan iki
ana kaynaktan devşirmişlerdir.
İlki, adalet, hoşgörü,
cömertlik, civanmertlik, yiğitlik
gibi temel değerleri
hayata geçirmeye zorlayan
risk coğrafyasıdır. Liderler, böyle bir coğrafyada adil, cömert, yiğit
ya da hoşgörülü olmak zorundadırlar5. Bu nedenle Türk tarihinde
liderler, bağımsızlığa alışkın
boyları tek bir çatı altında
toplayabilmek için bu
önemli kavramların sorumluluğunu
şahsen üstlenmekle mükelleftirler. Bilge Kağan bu sorumluluğu üstlendiğini
Orhun Yazıtlarında açıkça dile getirir6 ve liderliğinin dayanağı olarak, bu
riskli coğrafyada kendisinin sergilediği çalışkanlığı, özveriyi, kararlılığı
gösterir. Liderler için, Tanrı’nın onayı kadar milletin takdiri de gereklidir.
İkinci kaynak ise tabiatın ta kendisidir. İslam öncesi Türkler, bütün evrenin
de insan toplulukları gibi örgütlenmiş olduğuna
inanmaktaydılar. Tıpkı insan
toplulukları gibi hayvanlar
da, bitkiler de
hatta madenler de
topluluk halinde varlık
bulmaktaydılar.”.
“Görüldüğü üzere
liderlik, Türk kültüründe
tabiat gözlemleri yoluyla
belirlenen bir yetkinlikler
ve üstünlükler birikimidir.
Bu üstünlükler kimi
zaman liderin meşruiyetini
kimi zaman da
hareketinin yönünü belirler.
Fakat önemli olan,
liderliğe ilişkin özelliklerin
tabiatın diğer canlılarından
yararlanılarak
tanımlanmasıdır. Bazı hayvanların
Türk kültüründe değerli
ve üstün olmaları,
hatta bazılarına hani
neredeyse kutsiyet atfedilmiş
olması, onların özelliklerini
taşıyan liderlerin de
toplum üzerindeki güç
ve nüfuzlarını arttırmıştır.
Göçebe Türklerin yüzyıllar
boyunca kolayca örgütlenmeleri, üstelik
bu örgütlenmelerin “başka
kıtalara göç” ve
“savaş” gibi uç
noktada sınavlardan geçmesine
ragmen dayanıklılık göstermesi,
liderliğin bu kültürel
dayanaklarına bağlanabilir. Türk kültüründe
liderlik, toplumsal yapıyı oluşturan parçacıkların birbirlerine
kutsiyet ve uyumla bağlanmasını içerir. Liderlik üzerine
yapılan çalışmaların, liderliğin
ve insan ilişkilerinin
kültürel dayanaklarına inmesi,
her kültürün içinde barındırdığı önsel bilgilere
ulaşılmasını sağlayabilir. Bu çerçevede Türk kültürü liderlik ve
yöneticilik açısından son derece zengin bir potansiyele sahiptir. Bu
potansiyelin incelenerek bilimsel literatüre kazandırılması, Türk dünyası
açısından son derece önemlidir.”. Mustafa SAFRAN: Türk Kültüründe Liderlik. https://dokupdf.com/download/trk-devlet-ynetimi-gelenei-_5a39bd65d64ab2a614dee4b3_pdf
30
“Eski Türklerde topluma manevi liderlik yapan, toplumu
yönlendiren, çağını aydınlatan, verdiği ögütleri ve öğütlü sözleriyle
yaşamlarından sonra dahi dilden dile dolaşan kişiler vardır. Ak sakallı ifadesi
ile de belirlenen bu kişiler bilge tiplerdir. Türk destanlarında bilge tipi çok
önemlidir. Ergenekon Destanı'nda demir dağı eriterek Türklerin yol bulup
çıkmasını sağlayan usta demirci, bilge tipinin en önemli örneklerindendir. Türk
destanlarında kağanların, yanlarında genellikle bilge vezirler bulundurmaları
ve verecekleri önemli kararlarda bilgelerin bilgilerine baş vurmaları
bilgeliğin önemine inanılmış olmasının en belirgin işaretidir.”. https://www.turkedebiyati.org/turk-destanlarinda-tipler-motifler.html
31
Türklerde karizmatik liderin büyük önemi
“Liderlik vasıfları toplumlara
göre değişiyor mu? Türk liderlik anlayışı hangi yönlerden farklılık arz
ediyor?Tam onu anlatmaya çalışıyordum. Liderliği belirleyen şey, toplum.
Diyelim ki siz herhangi bir toplumun liderini çok beğeniyorsunuz onu kendi ülkesinden
alıp gelsek Türkiye'ye lider yapsak, tamamen çuvallayabilir. Aynı şekilde
başarılı bir işadamı, ille de siyasette de başarılı olacak diye bir şey yok.
Türklerde liderliğin diğer toplumlardan en büyük farkı, İslam öncesi
inançlarımızın süren etkisi nedeniyle, neredeyse uhrevî nitelikte olması.
Lideri olmasa bile makamını müthiş önemsiyoruz, bu makamı 'Allah'ın bahşettiği'
bir yer olarak görüyor, adeta kutsallıkla donatıyoruz. Bu makamın sahibinden de
bizi tamamen yönetmesini, babalık etmesini bekliyoruz. Burası Türkiye dostum,
itaattir burada her işin başı. Komutanımıza da, Başbakan'ımıza da, patronumuza
da, dinî büyüğümüze de aynı ölçüde itaat ediyoruz. İtaat kültürümüz aile
ocağında şekilleniyor.Madem Türklerde karizmatik nitelik önem taşıyor, Türk toplumunda
karizmatik lider olabilmenin şartları neler? Kaynak: Türk liderleri karizmatik
mi?”. http://www.gazeteturka.com/turk-liderleri-karizmatik-mi-43971h.htm
32
“Türklerin liderlere aşırı
bağlılığının fanatizm boyutuna ulaşması çok partili döneme geçişimizle
bağlantılı mı?Hayır efendim, her zaman böyleydi. Bizim soy-boy tarzı bir
toplumsal örgütlenmemiz var. Herkes kendi boyunun beyine bağlı, onun
fanatiğiydi. Çok partili dönemde boy beyleri, parti başkanı oldu!Türkiye'deki
hangi siyasî partilerin tabanında bir fanatizm vardır?Liderlerine fanatikçe
bağlanan bir toplumun ayakta kalabilmesi için kendisini toplumda var olan
değerlerle bütünleştirmesi gerekir. Bu alan siyasal merkezdir. Siyasal merkez,
boy beylerinin fanatizminin getireceği merkezkaçın savrulmasından korur. Ne
kadar "bizden olanlar"ın fanatiği olsak da içten içe tarafsız bir
siyasal merkez olsun isteriz. Niye ülkemizde büyük olmaya heves eden her parti
merkez partisi olmaya çalışıyor sanıyorsunuz? Kaynak: Türk liderleri karizmatik
mi?”. http://www.gazeteturka.com/turk-liderleri-karizmatik-mi-43971h.htm
33
“Her
kültür, devlet yönetirken,
ordu yönetirken, bir
işi ya da
bir süreci yönetirken
nasıl davranılması gerektiğine
ilişkin öneriler sunar4. Özellikle Türk
kültüründe liderlik ya da yöneticilik
ile ilgili sonsuz
sayıda örnek vardır. Bu örnekler sefere çıkmış bir ordunun nasıl
yönetileceğinden bir düğün merasiminin nasıl yönetileceğine kadar çok geniş bir
yelpaze oluşturmaktadır. Türk klasik eserlerinde, sözlü kültürde, geleneklerde
ve yazıtlarda liderliğe verilen bu incelikli ve takdir dolu ipuçlarını görmek
mümkündür. Türk kültüründe liderlik olgusunun özel bir yer tutmasının
nedenleri, Türklerin
sürekli bir organizasyonu zorunlu kılan göçebe hayat tarzları ile yaşadıkları
coğrafyaların son derece riskli oluşudur. Liderlik, Türk kültüründe
doğrudan doğruya bir varoluş problemidir. Liderin vasıfları, doğrudan doğruya
milletin varlık ya da yokluğu ile ilişkilendirilir. Bu nedenle Türkler
liderlik ya da
yöneticilik modellerini, insan
varoluşu ile doğrudan
bağlantısı olan iki
ana kaynaktan devşirmişlerdir.
İlki, adalet, hoşgörü,
cömertlik, civanmertlik, yiğitlik
gibi temel değerleri
hayata geçirmeye zorlayan
risk coğrafyasıdır. Liderler, böyle bir coğrafyada adil, cömert, yiğit
ya da hoşgörülü olmak zorundadırlar5. Bu nedenle Türk tarihinde
liderler, bağımsızlığa alışkın
boyları tek bir
çatı altında toplayabilmek
için bu önemli
kavramların sorumluluğunu şahsen üstlenmekle mükelleftirler. Bilge
Kağan bu sorumluluğu üstlendiğini Orhun Yazıtlarında açıkça dile getirir6 ve
liderliğinin dayanağı olarak, bu riskli coğrafyada kendisinin sergilediği
çalışkanlığı, özveriyi, kararlılığı gösterir. Liderler için, Tanrı’nın onayı
kadar milletin takdiri de gereklidir. İkinci kaynak ise tabiatın ta kendisidir.
İslam öncesi Türkler, bütün evrenin de insan toplulukları gibi örgütlenmiş
olduğuna inanmaktaydılar. Tıpkı
insan toplulukları gibi
hayvanlar da, bitkiler
de hatta madenler
de topluluk halinde
varlık bulmaktaydılar.” Mustafa SAFRAN:
Türk Kültüründe Liderlik. https://dokupdf.com/download/trk-devlet-ynetimi-gelenei-_5a39bd65d64ab2a614dee4b3_pdf
34
“İnsanlar, bozkır yaşamında
tabiatın zorlamaları karşısında sürekli olarak kendi zayıf yönlerinin farkına
varırlar. Bu farkına varış, onları, kendileri kadar zayıf olmayan diğer
canlıları takdir etmeye ve onların üstün yanlarını kendilerinde geliştirmeye
iter. Türklerin liderliği tanımlamalarında tabiatı
bir kaynak olarak
gördüklerinin pek çok
kanıtı bulunmaktadır. Bu
konuda liderlerin isimleri bizlere şaşırtıcı ipuçları vermektedir.
Liderlerin isimleri genellikle hayvan isimleridir. Toğrul, Aslan, Doğan,
Buğra, Laçın gibi.
Türk klasiklerinde liderlik
nitelikleri ile ilgili
olarak yapılan açıklamalarda
da yine hayvan benzetmelerinin sıklıkla kullanıldığı
görülür. Türklerde
liderliğin iki kaynağı, coğrafyanın gerektirdiği bireysel erdemler ve tabiatın
takdir edilmesinin getirdiği üstün bireysel özelliklerdir. Bu iki
kaynak, kısaca “tabiat ve ahlak” olarak özetlenebilir. Bu iki kaynaktan
edinilen ve kolaylıkla ifade edilen liderlik kültürü tarihteki Türk devlet ve
topluluklarına şekil veren temel unsurdur. Özü itibariyle tabiatı ve
insanı yüceltmeye dönüktür.
Tabiatla uyumu, diğer
insanlarla ilişkilerde erdem
ve fazileti, kişisel
olarak da sürekli
zayıf yönlerini geliştirmeyi
amaçlayan çok boyutlu
bir liderlik anlayışıdır.
Bu anlayış, liderlerin
özelliklerinin belli başlı
hayvanların özelliklerine benzetilmesiyle şaşırtıcı bir basitlikle ifade edilir
ve nesilden nesile aktarılır. Kültürlerin
örtük olarak barındırdıkları bu
bilgi birikimi, dünyada
liderlik üzerine çalışanların ilgisini
çekmeye başlamıştır. Liderliğe
ilişkin evrensel sınıflamalar
yada tanımlamalar hala
geçerli olmakla birlikte,
liderliğin kültür değişkenlerini gözetmesi
gereği artık pek
çok bilim insanı
tarafından vurgulanmaktadır. Bu durum Türk
kültüründe beliren liderlik
anlayışı için de
geçerlidir.”. Mustafa SAFRAN: Türk Kültüründe Liderlik. https://dokupdf.com/download/trk-devlet-ynetimi-gelenei-_5a39bd65d64ab2a614dee4b3_pdf
35
“ Göçebe Türklerin yüzyıllar
boyunca kolayca örgütlenmeleri, üstelik
bu örgütlenmelerin “başka
kıtalara göç” ve
“savaş” gibi uç
noktada sınavlardan geçmesine
ragmen dayanıklılık göstermesi,
liderliğin bu kültürel
dayanaklarına bağlanabilir. Türk
kültüründe liderlik, toplumsal
yapıyı oluşturan parçacıkların birbirlerine kutsiyet ve uyumla
bağlanmasını içerir.
Liderlik üzerine yapılan
çalışmaların, liderliğin ve
insan ilişkilerinin kültürel
dayanaklarına inmesi, her
kültürün içinde barındırdığı
önsel bilgilere ulaşılmasını sağlayabilir. Bu çerçevede Türk kültürü liderlik
ve yöneticilik açısından son derece zengin bir potansiyele sahiptir. Bu potansiyelin
incelenerek bilimsel literatüre kazandırılması, Türk dünyası açısından son
derece önemlidir.”. Mustafa SAFRAN: Türk Kültüründe Liderlik. https://dokupdf.com/download/trk-devlet-ynetimi-gelenei-_5a39bd65d64ab2a614dee4b3_pdf
36
Bir liderin etrafında birleşme
“Asya'dan gelen atlı akıncılar
bir liderin etrafında birleşti. Müthiş bir savaşçıydı, Batı'ya diz çöktüren bu
komutan Hun İmparatoru Attila'ydı.”. https://www.yenisafak.com/video-galeri/gundem/batiya-diz-cokturen-komutan-2175765
37
“Ana unsur Türkçe konuşan
halklar, bilebildiğimiz kadarı ile ilk, M.Ö. 3.yy da, kuzeye genişleyen Çin’e
karşı örgütlenip savunma ve saldırıya geçmek üzere devletler kurmaya
başlamışlardır. Bunların bilinen en eskisi de Hun’lardır. Bu devletler hep güçlü bir liderin etrafında toplanan kabileler
birliği şeklinde oluşmuş, lider ölünce ve hatta sağlığında da yönettiği
topraklar genelde ya çocukları arasında paylaşılmış, ya da taht kavgaları
yaşanmış ve sonuçta bu birlikler hep kısa ömürlü olmuştur.
Örneğin M.S. 4.yy da büyük Hun
İmparatoru Attila, kardeşi Bleda’yı öldürerek imparatorluğu ele geçirmiş,
askeri büyük başarılar elde etmiş, Roma’ya kadar gitmiş, ölümünden sonra ise
oğullarının biribirleri ile iktidar kavgası sonucu imparatorluk yıkılmış, kısa
sürede yok olmuştur.
Türkler ile aynı coğrafyadan
daha sonra çıkan Moğollar da bir insanın hayatı içinde, Cengiz Han yönetiminde,
tarihin en büyük imparatorluğunu kurmuş sonra da birkaç nesil içinde tarihten
silinip gitmişlerdir.”. https://www.medyacuvali.com/dusunenler/selcuklu-pragmatizmi
38
“Halk tarafından seçilecek
cumhurbaşkanı ile Türkiye, doğu toplumlarının geleneksel yapısına uygun
şekilde, tek bir liderin etrafında kenetlenerek daha güçlü hale gelecek.”. http://www.iuder.org/keman-ozden-99993
39
“Müslüman halkların sevdikleri
bir liderin etrafında kilitlenmesi Batı'nın işine hiç ama hiç gelmez. Hele bu
lider-halk dayanışması uzun yıllara dayanan bir seyir izlerse Batı için
“parçalama” butonuna basmaktan başka “çare” kalmaz!”. http://www.milatgazetesi.com/bu-sistem-degisecek-makale,102971.html
40
“Devletçilik ve liderlik
vasıfları ile bölgesindeki küçük güçleri bir araya getiren ve büyük bir güç
haline gelen Ak Hun İmparatorluğu, tıpkı batı kardeşi Avrupa Hun İmparatorluğu
gibi asli unsuru İç Asyalı Türklerden oluşmakla birlikte bünyesine kattığı yerel
ve komşu güçlerle kaynaşmış ve gen alışverişinde bulunmuştu.”. https://www.turktarihim.com/turkleringenetikharitasi.html?fb_comment_id=635545059896840_837099976408013
41
SEMBOLİK BAŞKAN
DÖNEMİ…(1961-2018)
“Oysa bilmedikleri bir gerçek
şudur: Bir millet eninde sonunda aslına döner. Bunu engelleyecek hiçbir kuvvet
yoktur. Bu gerçeği en iyi ifade edenlerden biri de meşhur İngiliz tarihçi
Arnold Toynbee’dir. Toynbee; “Osmanlı Devleti yıkılmış bir devlet değil, durdurulmuş
bir medeniyettir” sözüyle hakikatte doğru bir tespit yapmaktadır. Buradaki
Osmanlı’dan bir dönemi değil, Osmanlı’yı da var eden toplumsal dinamikleri
anlamak gerekir.
15 Temmuz, milletimizin “ikinci
kurtuluş mücadelesini kazandığı gündür. Kendinden kabul ettiği, inandığı ve
kendi rızasıyla işbaşına getirdiği bir liderin etrafında kenetlendiğinde neler
yapabileceğinin ilanıdır. 16 Nisan referandumu, Sayın Cumhurbaşkanı Recep
Tayyip Erdoğan’ın da vurguladığı üzere, 15 Temmuz hain darbe girişimine katılanlara
ve onların arkasındaki güçlere milletimizin verdiği bir cevaptır.
16 Nisan seçim sonuçlarının
önümüzdeki 1000 yıl için getireceği neticeler, bu milletin geçmişte olduğu gibi
gelecekte de yepyeni bir medeniyetin zenginliği olma gayretini göstermektedir.
Gayret son 300 yıllık büyük bir iniş döneminden sonra büyük bir yükselişe,
büyük bir liderin peşinde büyük hedeflere doğru devam edecektir.” http://hasbahcegazetesi.com/yeni-turkiyenin-buyuk-donusu-ve-dirilisi/#ixzz5DlcAaR7Y
42
“Türkeş: Tarih ve töremize
uygun olarak başkanlık sistemini savunuyoruz
Eski MHP Genel Başkanı merhum
Alparslan Türkeş, sistem değişikliğine ilişkin görüşlerine 1979 yılında
yayımlanan "Temel Görüşler" adlı kitabında yer vermişti.
Türkeş, kitabın, "Güçlü
İktidar Güçlü İrade, Tek Başkan Tek Meclis Sistemi" başlıklı bölümünde, şu
ifadeleri kullanmıştı:
"Milliyetçi Hareket, tek
başkan, tek meclis sistemini savunur. Çağımız kuvvetli, adil ve hızlı icra
çağıdır. Türk milleti, dünya imparatorlukları kurduğu devirlerde kuvvetli, adil
ve hızlı icra sistemini uygulamıştır, kuvvetli ve hızlı icra, icra gücünün tek
elde toplanmasıyla mümkündür. Bunun için tarih ve töremize uygun olarak
başkanlık sistemini savunuyoruz. İcrayı, cumhurbaşkanlığı ve başbakanlık olarak
ikiye bölemeyiz. Her konuda bütünleşmeci olduğumuza göre, icranın başında da
bütünleşmeci olmalıyız. Türk tarih felsefesi ve tarihinde icra organı hiçbir
zaman bölünmemiş, yani tek bir başkan tarafından yürütülmüştür. Milliyetçi
Türkiye'de de demokratik milli cumhuriyet ilkesi içinde başkan, Türk milletinin
yürütme organının tek başı olacaktır. Tek başkan sistemine uygun olarak yasama
organı yönünden de tek meclis sistemini savunuyoruz. Avrupa krallık veya
federal devlet rejimlerinin bir mirası olan senatonun, millet meclisi yanında
yasama işlerini geciktirici bir hüviyet taşıması dolayısıyla kaldırılmasını
istiyoruz."”. https://www.yeniakit.com.tr/haber/merhum-liderler-baskanlik-hakkinda-ne-dedi-267441.html
43
“Tarihten bu yana Türk Milleti
çıkardığı liderlerin yanında durarak kendi bekasını korumanın yanı sıra zulme
uğrayan tüm halkların da yanında olmuştur.”. http://www.metropoldergileri.com/?p=2034
44
-----------.
“Türklerin, İslamiyet’ten
önceki dinleri Göktanrı inancıydı; istihale ede ede (değişim geçirerek) birden
Mutlak Bir’e kavuştular.
Tüm semavi din mensuplarının,
yerleşik düzende oldukları gibi; Türkler de, semaya yükselen minare etrafında
kümelenip yerleşmişlerdir.
Göklerden yeryüzüne inen ve
Türk insanın bedeni ile ruhunu kuşatan inançları, onları birden Mutlak Bir’e
yöneltmiş ve en eski zamanlardan beri başa bağlı bir millet yapmıştır.
Dikkat edilirse en son
benimsedikleri din olan İslamiyet’in bir manası da gerçeğe, hakka iman ve ona
teslimiyetle dünya ve ahiret esenliğine kavuşmaktır.
Türklerin genlerine işlemiş bu
özelliklerinden dolayı; lider olgusu onlarda hayati öneme sahiptir.” http://www.gazetevatan.com/fuat-bol-1054981-yazar-yazisi-basa-bagli-millet-/
45
-------------.
“Biz Türk milleti olarak takım
çalışmasına çok uygun fedakar bir milletiz sadece takım içinde bir lider
kendini kabul ettirmeli ,burada da sorun yok Türk milletinde Lider ruhlu bir
millet tek sorun çok fazla lider ruhlu bir ırk olmamız dan kaynaklı takım kurgusunda
birden çok lider ruhlu üye var ise çıkar ve ego çakışmaları baş gösteriyor.”. http://changersla.com/tag/inovasyon
46
“Her millet, layık olduğu
yetiştirildiği yöneticilerle idare edilir. 5 bin yıllık devlet mazisi olan Türk
milleti tarihe yön veren tarih yaratan liderler kahramanlar yetiştirmiştir.”. http://www.hurfikir.com.tr/kose-yazisi/30/millet-ve-liderler.html
47
“toplulukların da tıpkı
şahıslar gibi kendine özgü bir bir şuuru vardır. dolayısıyla her milletin
diğerinden farklı özellikleri ve karakteri olur.
türk milleti bu açıdan
emsalsizdir. binlerce yılllık devlet, yönetim, askerlik, organizasyon
kabiliyetleri genlerine kadar işlemiştir. bu sebeple türkler gerçek bir lideri
derhal tanırlar ve onun etrafında halka halka organize olurlar. liderin adeta
kokusunu alırlar ve onu öz babaları bilirler. tüm bunlar bilinçaltı
süreçleridir ve kesinlikle aklî değildir. hakiki lider artı türk milleti,
patlayıcı bir bileşimdir. bu millet ile dünyanın fethine bile çıkabilirsiniz.
liderini cehennemin kapılarına kadar takip eder. asla yılmaz, yıkılmaz; ölür
ama ihanet etmez.
günlük hayatta gayet mülayim,
sıradan görünen bir türkü bir de organizasyon içinde liderinin emrindeyken
görün. nasıl değiştiğine inanamazsınız; çünkü bilinçaltında uyuyan genetik
miras aktive olmuştur artık. o yüzden, her ne kadar kendim çerkes kökenli olsam
da, ben bu milleti çok seviyorum.”. https://eksisozluk.com/kurt-cesareti--5451800?p=3
48
“Türk/İslam toplumları
incelediğinde ferdi hareketlerin kolektif hareketlerden daha önde olduğu
gözlemlenir..Bu yüzden Türk toplumu tarihte hep karizmatik liderler eliyle
şekillenmiştir.Türk milletinin karakteristik yapısının asker millet oluşu da
bunun bir yansımasıdır.Askeri vesayet itaat kültürünü beslemiş ve bunun sonucu
olarak toplum karizmatik liderlerin düşünceleri istikametinde hareket etmiştir.Zamanla
toplumsal zihin, karizmatik liderlerin zihinlerinin boyasıyla boyanmıştır.Bu
liderler bir takım erklerle sınırlandırılmaya çalışılmış olsa da yinede son
sözü liderler söylemiştir.”. http://bedirhaber.com/arif-zuhtu-sofuoglu-yazilari/mesveretin-bugunu-ve-yarini-adina-sosyolojik-bir-tahlil-38459.html
49
“Liderlik ve liderler söz
konusu olduğunda, üzerinde yaşadığımız bu topraklar, Üstad Necip Fazıl’ın
deyişiyle, tarih boyunca bir fikir ana kıtası hâlini almıştır.
Bu topraklarda liderlerin
anlaşılması dün olduğu gibi bugün de, yarın için de son derece önemlidir. Bu
toprakların liderlik tarihi eğer doğru anlaşılırsa, yine bu topraklar üzerinden
inşâ edilecek cihanşümûl bir insanlık medeniyeti üretmenin kodlarının
anlaşılması da kolaylaşacaktır. İnsanlık, yeniden Pîr-i Türkistan Ahmet Yesevî
geleneğinden başlayarak, Horasan erenlerinin, sînesi Anadolu kıtası
genişliğindeki güzellerin bütün gönülleri fetihlerine hasrettir.
İnsan ile sevgiyi merkeze koyan
bu anlayışın, uzanmış olduğu tüm coğrafyalarda yeniden vücut bulması ile Tuğrul
Bey’in, Alparslan’ın, Osman Gazi’nin, Fatih Sultan Muhammed Han’ın, Yavuz
Sultan Selim ve Abdulhamid-i Sânî’nin liderlik geleneği de yüzeye çıkacak ve
âdeta kabuklarını yağmura açan sedef gibi açılacaktır.
Bu milletin sahip olduğu yerli
ve millî kimlikteki “insan ve sevgi” parolası, bahsettiğimiz üzere beşeriyet
için cihanşümûl medeniyet inşâsının imkân ve muvaffakiyetine giden yol
işaretlerini taşımaktadır. Yerli ve millî olmak, yerli ve millî olmanın
liderliğini yapmak son yüzyılda neredeyse imkân dışına savrulmuş, erişilmez bir
noktaya getirilmiştir.
Zira küresel yapı, maalesef
bizim anlayamadığımız ölçüde tarihimizi anlamış ve anladığı tarih üzerinden
Türklerin yeniden medeniyet üretebilme kapasite ve gücünü görmüştür.
Ve küresel yapı, son yüz yıldır
bu geleneğin tasfiyesi ve tamamen yok edilmesi için bir büyük gayret
içerisindedir.Bu gayretin en önemli parçası, sistemin bu topraklarda kurmak
istediği hâkimiyet yolunun ayakları olan sivil ve askerî bürokrasi ile siyaset
ve iş dünyasından -özellikle son dönemde- seçerek akıllarını ve gönüllerini
Anadolu’suz kıldığı devşirmeler üzerinden yakaladığı “acente liderlik”
formatıdır.
Böylece yerli ve millî olmanın
tasfiyesinde kritik adımlar atmışlardır. O adımlar öyle bir noktaya gelmiştir
ki, yerli ve millî olmak ve de yeniden bu toprakların genlerine sahip çıkmak,
bir şeytanlaştırma tornasına sokulma eşiğine dayanmıştır.
Bu lider görünümlü acenteler
üzerinden topraklarımızın yeraltı ve yerüstü kaynaklarıyla beraber insan
kaynağımız da sömürgeleştirilerek etkisiz kılınmaya çalışılmıştır. Ancak
Anadolu, “Su akar, yatağını bulur” esası üzerinden, tekrar tarihî iddialarını
güncelleyecek insan yetiştirmek noktasında hiç tereddüt etmemiştir.
Kimi zaman tasavvuf, kimi zaman
ilim, kimi zamansa siyaset erbabı görünümüyle sızıntılar oluşturan emperyalizmin
etkisizleştirmeye çalıştığı bu ülkede, sahip olunan tarihî kodlara yeniden
sahip çıkacak bir aklı ve fikri eyleme dönüştürecek insanların
yetiştirilmesinden asla imtina edilmemiştir.
İkinci Abdülhamid Han’ın, Gazi
Mustafa Kemal’in, Adnan Menderes’in, Necmettin Erbakan’ın, Alparslan Türkeş’in,
Turgut Özal’ın, Muhsin Yazıcıoğlu’nun ve de bu isimlerin etrafındaki tüm
kadroların varlığı, bugün emperyalizme karşı topyekûn gerçekleştirdiğimiz millî
bağımsızlık mücadelesinin ifadeleri olmuşlardır.
Aslında 15 Temmuz’da
yaşadığımız ayağa kalkışı, son yüz yıldır sandık, ilim dünyası ve iktisadî
hayat üzerinden sürekli denemiştik. Bu anlamda meselâ, o büyük destanın en
önemli etkenlerinden biridir bugün medyadaki “millî bağımsızlık” duyarlılığı.
Medyanın varlığı, yerli ve millî olma/kalma mücadelesinin önemli bir
parçasıdır.
Yahut üniversitelerde yeniden
bir insanlık medeniyetinin kurulabilmesi için aklı dinamik hâle getiren ve
bilgi üreten entelektüel sermayenin geleceği nokta, ziyadesiyle önemlidir.
Bu önemli mesafeleri kat etmek
için, tarihe liderlik eden toprakların anlaşılması, bunun için de liderinin
tavır ve fikriyatının, bu fikriyatı eyleme dönüştürecek etkin ve yetkin
kurumlarca fark edilmesi gereklidir.
Peki, tavır ve fikriyatıyla
sembol bir değer hâline gelerek âdeta bir kesişme noktası olan “Lider”, evet,
“Recep Tayyip Erdoğan” anlaşılıyor mu?”. http://www.akasyam.com/erdogani-anlamak-154379/
50
“Türk halkı tarih boyunca her
zaman arkasından yürüyeceği liderler aramıştır. Buldukları güçlü liderlerle
birlikte de büyük başarıları elde etmiştir. Türk halkının genlerinde güç,
kudret, iktidar vardır. Bu nedenle de ya kendisi güçlü, kudretli ve iktidar
sahibi olmayı arzular yada arkasından yürüdüğü liderin bu şekilde olmasını
ister. Tarihimize baktığınız zaman Atilla, Osman Gazi, Fatih Sultan Mehmet,
Kanuni Sultan Süleyman, Mustafa Kemal Atatürk, Adnan Menderes ve Turgut Özal
örnekleri hep güç, kudret ve iktidar özelliklerine sahip güçlü liderler olarak
arkasından gidilen isimler olmuştur. Recep Tayyip Erdoğan ise Türk milletinin
arkasından büyük bir arzu ve şevk ile yürüdüğü son liderler olmuştur.”. http://www.hopam.com/icerikdetay.php?iid=16798
51
“Türk devlet adamları, hakanları, eski ve orta
çağlarda yaşamış birçok kral ve imparatorlar gibi kendilerini putlaştırmamış,
zulüm ve kötülük yapmamış daha ziyade kişilikleri ile kendilerini kabul
ettirmişlerdir.459
Gerçekten de Türk kağanı, devletin
merkezinde oturan ve sadece emirler
--------------------.
456 Atalay, 2004: 865. / 457
Durmuş, 2008:58-59. / 458 Koca, 2003: 17. / 459 Genelkurmay Başkanlığı, 1988:
26.
---------------------.
veren bir kimse değildi. O, her
türlü mücadelede en ön; safta bulunuyor ve verdiği emri de önce bizzat kendisi
icra ediyordu. Çünkü, Türk hükümdarı giriştiği her mücadelede başarının her
şeyden önce kendi cesaretine bağlı olduğunu çok iyi biliyordu. Öte yandan, o
kendisinin göstereceği cesaret ve kahramanlıkla, şüphesiz arkasından gelenleri
de etkileyerek, onları teşvik edeceğinin ve cesaretlendireceğinin de
bilincindeydi.460 Kağanlar lider kişilikleri ile yaşadığı toplumun model
alınacak kahraman, bilgili, erdemli, adletli, akıllı kişilerdi. Yaptığı her
davranış karşılığını bulurdu. Toplumun önderi olan liderler kendisinden
beklenen davranışları gösterirdi.” http://www.acikarsiv.gazi.edu.tr/File.php?Doc_ID=3171
52
“Hayatları hep mücadele içinde
geçen Türk İnsanı düşmana karşı kahramanlık göstermek zorundaydı. Yaşam
şartlarındaki zorluk onları hep kazanmaya zorlamaktaydı. Toplum içerisindeki
yerlerini göstermiş oldukları kahramanlıkları belirliyordu. Devlet siyasi hayatı
içerisinde ilk siyasi birlik olan boyun başına geçebilmenin yani bey
olabilmenin en önemli yollarından biriside cesaretli olmaktı. Boy beyleri,
cesareti, mali kudreti ve doğruluğu ile tanınan kişilerden seçiliyordu.461
Doğru ve cesur davranış gösteren lidere karşı halkın güveni artardı.”. http://www.acikarsiv.gazi.edu.tr/File.php?Doc_ID=3171
53
“Bozkır kavimleride devletin
yöneticisi olan kişilere Kağan, Hükümdar, Han, Hakan, Kağan, Tanhu unvanları
verilmekteydi. En önemli görevleri milletini doyurmak, korumak, huzur ve
mutluluğunu sağlamak, dağınık halde yaşayan Türk boylarını bir bayrak altında
toplamaktı.”. http://www.acikarsiv.gazi.edu.tr/File.php?Doc_ID=3171
54
“Uçsuz bucaksız bozkırlardaki yaşantının
temelini, hayvancılık ekonomisine yönelik "göçebe hayat tarzı" teşkil
eder. Bozkırdaki acımasız tabiat şartları, bozkır insanını uzun bir tarihi
süreç içinde devamlı bir mücadeleye yöneltmiştir.” http://www.acikarsiv.gazi.edu.tr/File.php?Doc_ID=3171
55
“Türklerin asıl başarıları, içinde yaşadıkları
çevreye ve iklime uygun hayat tarzını gerçekleştirmiş olmalarıdır. Bu,
"atlı-göçebe" (horse nomad) veya "konar-göçer" hayat
tarzıdır. Eski Türk topluluklarında ekonomi hayvancılığa dayanıyordu. Başka bir
ifade ile, eski Türk toplulukları üretici idiler.13 Bozkırın çocukları muhitin
tabii icabı neticesi olarak daima göçebe bir hayat sürmeğe mecburdur. Asya’da
kurulan Türk devletleri de göçebe cemiyetin kurmuş olduğu devlettir.14
Türk tarihinin ilk zamanları
daha ziyade Asya Avrupa bozkırlarında geçmiştir. Türk yaşayışı, düşünce tarzı,
inançları, dünya görüşü örf ve adetleri, bozkır kültür özellikleri
göstermektedir.15 Yaşadıkları çevre, askerlik anlayışı ve devlet teşkilatı
oluşturmalarında onlara yol gösterici olmuştur.
Büyük sürülerin sevk ve idaresi
bakımı geniş sahalarda sürekli dolaşma mera ve mülk hukuku bakımından meydana
gelen çatışmalar, boy teşkilatları hayvan yetiştirici göçebelikle ilgili herşey
birbiri ile alakalıdır.
Bunun sonucu olarakda görüş
ufku genişleyen bozkır insanının cesareti yaşadığı boyuna bağlılık düşüncesi,
hükmetme gururu onun teşkilat oluşturma yeteneğini geliştirmektedir.16
Bozkır kültürü daha kuruluş
günlerinden başlayarak yerleşik kültürden ayrılıklar göstermekte idi. Yerleşik
kültürlerde, bozkır insanı yüz binlerce hayvanın dağıldığı geniş otlakları
düşünmek zorunda idi. Yeni otlaklar için bir iklimden diğerine koşan
bozkırlının ise tecrübesi artmış, ufku genişlemiştir.
Bozkır kültüründe canlılık
vardı. Kalabalık sürüleri uzak otlaklara sevk etmek, hastalıklardan korunmak,
su için mücadele etmek, sürü ve sahiplerinin emniyetini sağlamak hep tecrübe
isteyen işlerdi. Sürü sahipleri daha iyi korunabilmek, düşmanlara karşı daha
kuvvetli olmak amacıyla birleşmeye
13 Avcıoğlu, 1999: 18./ 14
Orkun, 1946: 134. / 15 Çandarlıoğlu, 2003: 92. /16 Rasonyi, 1993: 5.
başladılar. Bu birleşmeler
gittikçe büyüyerek devlet teşkilatı haline geldi.
Bozkır insanı, mücadeleci ve
savaşçı nüfus ile toplulukların bir ara da huzurlu yaşayabilmeleri için,
karşılıklı saygı, sevgi anlayışı içinde bir hak ve adalet düzenine inanıyordu.
Bu inancın sonucunda da hukuki bir nizam ortaya çıkmıştır.17 Bozkırlarda ortaya
çıkan hukuki düzen zaman sürecinde siyasi birlikteliklere dönüşüyordu.
Bir topluluğun kendi yerini,
yurdunu terk ederek, başka bir yere gitmesine veya yer değiştirmesine göç
denir. Sosyal bir olay olan göç, hayati ve ciddî sebeplere dayanır. Hiçbir göç
sahası tamamen boş ve sahipsiz bir yer olmamaktaydı. Göç hareketinde bulunan
kütle, buradaki yerli topluluk veya devlete karşı hakimiyet mücadelesi vermek
ve bu mücadeleyi de kazanmak zorundaydı. 18 Bu mücadeleyi kazanamayan topluluk
başka bir yere göç ediyor yanız veya başka bir topluluk ile yeni bir siyasi
oluşumu gerçekleştiriyordu.
Devlet sınırları belli bir
toprağa sahip boy ve boylar birliklerinin bir araya gelmesiyle halkı oluşmuş,
belirli bir idari ve hukuki nizamı ve mensubu olan insanların hür ve bağımsız
olarak varlığını sürdürdüğü bir siyasi kuruluştur.19 Devletin oluşumunda her
türlü unsuru bir orkestra şefi gibi organize eden ise Üstün özelliklere sahip
olan Türk Kağanıdır. Türklerde bağımsız yaşama isteği çok onurlu bir
düşüncedir. Bunun için aşağıda vereceğimiz örnekte olduğu gibi başkasının
himayesine girmeyi kendisine yakıştıramamaktadır.
Batı Hun Yabgusu Çiçi Çin’e
Vali olan kardeşi Hohen Yu ve Çinlilerin ağır baskıları sonucu kendi yandaşları
ile birlikte Batıya kaymak zorunda kalmıştır. Bu olaylar sonucunda yeni il
teşkilatları başka bir yurt üzerinde ortaya çıkmaktaydı. İstiklali feda etmek
istemeyen Çiçi ve taraftarları, Batı
17 Çandarlıoğlu, 2003: 92. / 18
Avcıoğlu,1999: 25. / 19 Durmuş, 2008:53. /
Türkistan'a çekilerek, burada
bağımsız bir Hun Devleti kurdular (M. Ö. 54).20 Başka bir yere yeniden
yerleşerek kendi devletini kurmuşlardır.
Bozkırdaki bu yaşam tarzı boy
beylerinin yada ileride devletin başına geçecek olan Kağanların yetişmesinde
yaşadığı çevrenin ne kadar önemli olduğunu gözler önüne sermektedir. Sürüsü ile
birlikte yaşayan bozkırlı kendisinde çabuk karar verip hemen uygulama
yeteneğini geliştiriyordu. Buda devletin yönetilmesinde gerekli olacak bilgi ve
becerilerin öğrenilmesini dağlamaktaydı.
56
“Bizim toplumumuzda tarihten gelen bir
liderlik kültü hâkimdir. Tarihimizde lider şahsiyetlerin başa geçtiği zaman
topluma bir sıçrama yaptırdığı ve kısa sürede bütün milletçe büyük başarılara
imza atıldığı bir gerçektir. Çünkü Türk milleti başındaki idareciye göre tavır
değiştirmektedir. Dirayetli ve basiretli yöneticiler olduğu zaman şahlanmakta
ve kısa sürede büyük gelişmeler göstermektedir. Sıradan, basiretsiz ve
dirayetsiz yöneticiler olduğu zaman da adeta içine kapanmakta ve hayret verici
bir atalet içerisine düşmektedir.”. http://www.misalhaber.com/yazarlar/profdr-mehmet-ali-unal/referandum-yaklasirken/
57
“Liderler bir toplumun her
açıdan gelişmesi için en önemli kazançlarıdır. Türk siyasi hayatında
Mete,Alparslan,Fatih, Kanuni, Abdülhamit gibi önemli isimleri çıkaran
haysiyetli Türk milleti, en zor dönemlerinde de liderleri ile emperyalist
güçlere karşı ayakta durmayı başarabilmişlerdir. Karizmatik liderler toplumsal
algıyı dünya siyasetini iyi analiz ettiklerinde birçok sorunun üstesinden
gelmeyi başarmışlardır.
Yakın tarihimize baktığımızda
Türkiye, zor dönemlerini bu karizmatik liderlerin güçlü kişilikleri ile
aşabilmeyi başarmıştır. Bu çerçevede
yakın tarihimizin iki önemli lideri hiç kuşku yok ki Mustafa Kemal
Atatürk ve Recep Tayyip Erdoğan’dır.”. http://giresungundem.com/2016/09/04/ataturk-ve-erdogan-istiklal-mucadelesi-liderleri/
58
“Liderin Düşmesi Bir Ülkeyi
Neden Etkiler -1
EBUBEKİR-SOFUOGLU Ağustos 16,
2017
Liderin Düşmesi Bir Ülkeyi
Neden Etkiler -1
Liderler, toplumların
hayatlarında onlara keskin inişler ya da keskin çıkışlar yaşatacak kadar önemli
midir? Tarihi hadiseler bunun bize önemli olduğunu söylüyor. Etkin karakterli
liderlerin Devlet yönetiminde belirleyici olup Devletin yönetimi üzerinden
Ülkenin inişli-çıkışlı bir hareketlenme içinde olmasına sebep oldukları tarihte
yaşanmış bir örnekle sabittir.
Etki karakterli olmayan
liderlerin de Devletin yönetimini denetimi altına alamayıp, Devletin, birçok
devlet adamının oyuncağı haline geldiğine dair tarihte örnekler de mevcuttur.
Bir kural vardır: Fizik boşluk kabul etmez. Bir bardağın içinde yoksa, o bardak
boştur denemez. Boş gibi görünen o bardağın içinde hava vardır. Bardak yine boş
değildir. Yani, o sırada var olan boşluğu sen doldurmazsan, dolduran birileri
vardır.
Tek başına etkin bir devlet
adamı yoksa, etkin dev adamları vardır. Etkin devlet adamı, tek başına Kral
olur, Padişah olur, Cumhurbaşkanı olur, ya da Kral olmasa da Kralı etkileyen
Prenslerden biri olur, Padişahı etkileyen Sadrazam olur, Cumhurbaşkanının
etkileyen Başbakan olur. Bu etkin devlet adamı tek kişi olmazsa, bu kez devlete
ortak devlet adamları olur. Devlet bu etkin devlet adamlarının elinde adeta
oyuncağa döner. Bu devlet adamlarından bazıları hatta kimi zaman çoğu, diğer
devlet adamlarına karşı daha güçlü olabilmek, diğer devlet adamlarının
hakkından gelebilmek için bazen yabancı devletlerle işbirliği yaptıkları da
olur.
Bu tür devlet adamları, yabancı
devletlerle işbirliğine girerken, rakibi olan devlet adamlarının da yabancı
devletlerle işbirliğine görünce bu kez kendisi işbirliğine içine girdiği
yabancı devletlerle olan yakınlaşmasını daha sıkı hale getirir. Böylece devlet,
yabancı ülkelerin müdahale alanına döner.
Etkin bir devlet adamı olmadığı
kimi durumlarda yani devlet adımının, yetkisini kullanmakta acizlik gösterdiği
durumlarda, yönetimde denetimi eline geçirmeye çalışan devlet adamlarının
yabancı devletlerle işbirliği yapmadığı durumlar da olur. Bu, yabancı
müdahalesine göre oldukça iyi bir durum olarak görünse de bu tür yapılarda da
devlet adamları arasında güçlü olma yarışı olur ve devlette yine istikrar sağlanmaz.
Bu nedenle güçlü karakterli ve
adil liderler her zaman devletlerine yukarıya doğru çıkış sağlatırlar. Tam
tersine de yetkilerini kullanmakta aciz olan zayıf karakterli liderler de bu
yetki karmaşası üzerinden devlet yönetiminde istikrarı sağlayamazlar, devlet,
devlet adamlarının yarış alanı haline gelir, aşağıya doğru hareketlenme, bir
gerileme yaşanır.
Etkin karakterli liderler
derken, şuna da dikkat çekmekte fayda vardır. Bu etkin karakterli liderler ne
kadar güçlü olurlarsa olsunlar, kesinlikle adaletli olmak zorundalardır. Güçlü
karakterli bir lider, eğer adaletli olmazsa, yönetiminden muzdarip olan halk ya
da bazı güç merkezleri bu gücü kendinde bulduğu ilk anda onu devirmeyi
deneyecektir. Bu nedenle aslında çok önemli olan bir özellik olarak bir liderin
sadece güçlü karaktere sahip olması da yeterli bir özellik değildir. Güçlü
karakterli lider, iktidarda kalmak istiyorsa aynı zamanda Adaletli olmak
zorundadır.
Tarihte ve kendi tarihimizde
buna ilişkin çok örnek vardır. Buna Fatih Sultan Mehmet örneğini vererek
başlayabiliriz. Güçlü karakterli bir lider olan Fatih'in 1481'de ölümünden
sonra Padişah olan oğlu II. Bayezid, aynı ordu, aynı maliye, aynı toplumsal
yapı, aynı askeri yapıya sahip olmasına rağmen babasının hızını sergileyememiş,
babası döneminde uçan devlet II. Bayezid döneminde adeta uykuya geçmiştir. Ta
ki 1512'de oğlu Yavuz Sultan Selim'e kadar.
Yavuz Sultan Selim Döneminde
(1512-1520)'ye kadar devlet, daha öncekine benzemeyecek şekilde bir hızla adeta
tekrar uçuşa geçmiştir. Halbuki Yavuz Sultan Selim'in babası II. Bayezid 31
yıllık döneminde uyumaya alışmış devletin, Yavuz Sultan Selim'in topu topu 8
yıllık iktidarında aniden fırlar gibi öncesinde örneği görülmemiş şekilde bu
kadar büyük hıza ulaşmaması gerekir.
Öyle ya, devlet, kuruluşunu
tamamlamış, 1299'dan itibaren tesis edilen 150 yıllık kurumları belli istikrarı
yakalamış, mutedil bir şekilde devam etmesi beklenir. Bazen: "devletlerin
hayatlarında liderler değil, kurumsal yapıları önemlidir. Liderler, devletin
yapısını derinden etkileyecek kadar etkin değildirler. Bu nedenle devletlerin
hayatları liderlere göre değil, belli istikrara kavuşmuş sağlam kurumlarıyla
doğru orantılı olarak inişli ya da çıkışlı hareketlenme gösterirler"
şeklinde değerlendirmeler de yapılır.
Her ne kadar bu tür
değerlendirmeler yapılsa da bu yaklaşımlar tarihte yaşanmış birçok sabit
örnekleriyle doğru sonuçlar veren anlayışlar değildirler. Kurumsal istikrarın
elbette önemi vardır ancak güçlü liderler ya da zayıf liderler karşısında bu
kurumlar ister istemez lidere göre vaziyet alırlar. Bunun içinde tarihte bunu
doğrular nitelikte birçok hadise olduğunu söyledik.
Eğer böyle değilse yani
devletlerin hayatlarında liderlerin değil de sadece kurumsal yapıların önemli
olduğu kanaati doğru ise o zaman yukarıda verdiğimiz örnekleri neyle açıklamak
mümkündür. Aynı askeri, mali, toplumsal, idari kurumsal tarihe ve istikrara
sahip devlet Fatih Döneminde hızlı bir yükselme yakalamışken bu yükselme hızı
hemen peşinden gelen II. Bayezid döneminde neden yakalanamamıştır. Devlet neden
adeta uyumaya geçmiştir.
Ya da Fatih döneminde olduğu
gibi aynı askeri, mali, toplumsal, idari kurumsal tarihe ve istikrara sahip
devlet II. Bayezid Döneminde son derece yavaşlamışken bu yavaşlama hemen
peşinden gelen ve aynı kurumsal tarihe ve istikrara sahip Yavuz döneminde bu
yavaşlama yerini neden hızlı bir yükselme sürecine bırakmıştır. Devlet neden
yeniden yükselişe geçmiştir. II. Bayezid döneminde 31 yıl adeta uyuyan devlet,
aynı kurumsal alt yapıya sahip Yavuz döneminde 31 yıl değil sadece 8 yılda daha
önce tarihinde eşi görülmemiş şekilde neden yükselişe geçmiştir.”. http://www.fikriyat.com/yazarlar/ebubekir-sofuoglu/2017/08/16/liderin-dusmesi-bir-ulkeyi-neden-etkiler-1
59
“Liderin Düşmesi Bir Ülkeyi Neden Etkiler - 2
EBUBEKİR-SOFUOGLU Ağustos 21, 2017
Perşembe günü kaldığımız yerden
devam edelim müsaadenizle…
Karşımızda duran bu neticenin,
güçlü karakterli liderlerin devlet yapısına kazandırdığı hız olduğuna
inanmayacaksak, o zaman bu durumun bir açıklaması olması gerekir. Bir devlet
düşünün Fatih döneminde (1451-1481) 30 yıl fetihlerden fetihlere koşuyor; fakat
aynı devlet hemen onu takip eden Fatih'in oğlu II. Bayezid döneminde
(1481-1512) 31 yıl adeta cayırtılı bir fren yaparak bu hızını kaybedip uyuyan
bir hale bürünüyor. Ve yine aynı devlet bu kez 31 yıl sakin bir hayata
alışmışken, hemen peşinden gelen Yavuz döneminde (1512-1520) üstelik sadece ve
sadece 8 yılda ve yine sadece kendinden önce II. Bayezid ve Fatih dönemleri
değil,, tüm Osmanlı Tarihi boyunca elde edilemeyen başarıyı gösterip devlete
milyonlarca kilometre kare büyüklük kazandırıyor.
Daha açık, daha kısa ve daha
net soralım. Peş peşe gelen 3 Padişah'tan;
Fatih döneminde devlet neden
uçar gibi yükseldi.
Bayezid döneminde devlet neden
uyur gibi adeta kımıldayamadı.
Ve Yavuz döneminde devlet neden
yeniden uçar gibi tekrar yükseldi.
Bu kadar açık durum karşısında
lider fonksiyonunun etkisini hala göremiyor muyuz?
Örneklere devam edelim o halde.
1579 yılında Büyük Vezir Sokullu Mehmet Paşa'nın ölümü üzerine devlet, 77 yıl
adeta yeniden uykuya geçmiştir. Nasıl mı? 1656 yılına kadar, yani Köprülü
Mehmet Paşa'nın Sadrazam olmasına kadar devlet canlı cenaze gibi hayatını
sürdürmüştür. 24 milyon kilometre kareye sahip Devlet, Çanakkale önündeki
Venedik ablukasını kaldırmaktan aciz bir halde boğazlardan çıkamaz hale
gelmiştir.
Dikkat edin tarih 1656, Osmanlı'nın
zayıf olduğu dönemler filan değil. Daha devlet henüz kayda değer yenilgi yüzü
tatmamış. 1683 Viyana mağlubiyeti olmamış yani daha devletin bileği henüz
bükülmemiş, fakat Akdeniz'in en güçlü idaresi olan Osmanlılar, Venedik ablukası
yüzünden boğazlardan çıkamaz hale gelmiş.
Hal böyleyken 80 yaşındaki
ihtiyar delikanlı Köprülü Mehmet Paşa'nın Sadrazam olmasıyla devlet, nefesini
kesen Venedik ablukasını bir çırpıda kâğıt yırtar gibi atabilmiş. Bırakın
Venedik ablukasını yırtıp atmayı, daha sonra da Kuzey'de yeni fetihlere
başlamış. Bu yüzden Alman Tarihçi Köprülüler dönemini Osmanlı'nın II. Yükselme
Dönemi olarak tanımlar.
Peki, bu durumu nasıl
açıklayacağız o zaman. Aynı kurum, aynı askeri yapı, aynı iktisadi yapı, hatta
aynı tarihi süreç fakat iki farklı sonuç. Değişen sadece liderler olmasına
rağmen, yine mi liderin fonksiyonunun olmadığı kanaatini değiştirmeyeceğiz.
Birbirine iki yakın dönemde siyasi, askeri, iktisadi, içtimai vs. vs. her şey
ama her şey aynı, sadece liderler değişik. Fakat lider değişince de sonuç aynı
değil bu kez. Sonuç farklı, değişen güçlü karakterli lider, devleti yeniden
uçurmuş. Burada değişenin sadece lider olması sebebiyle sağduyunuz, adaletiniz,
zekânız sizi, liderin şahsından kaynaklı bir değişiklik olabileceği kanaatine hala
götürmüyor mu?
O zaman birkaç örnek daha
verelim. Tarihte örnek çok. "Ekmek bulamazlarsa Pasta yesinler" sözü
1789 Fransız İhtilali'nin hemen öncesinde SÜRÜNEN FRANSA'DA söylenmiş bir söz.
O dönemde Fransa Kralı olan 16. Lui'nin Karısı Kraliçe Mary Antuvanet'e ait bu
söz. Yani Fransa sürünüyor. Fakat aynı Fransa, Fransa'yı süründüren 16. Lui'den
hemen sonra, Napolyon döneminde uçuyor. Sürünen Fransa, Napolyon'a karşı
yapılan Koalisyon Savaşlarıyla 25 yıl Avrupa'yı titretiyor. Sürünen Fransa'ya
karşı Avrupa tek başına baş edemiyor. Napolyon Fransa'yı uçuruyor yani. Fakat
hemen Napolyon'dan sonra Fransa yeniden sürünüyor. Lider, etkili olabileceği
ihtimali yine mi canlanmadı zihninizde? O zaman farklı liderler döneminde
devletlerin hayatlarında neden farklı sonuçlar alındığı sorusunu cevaplayın
öyleyse?
Ya da bir örnek daha. Yeltsin
ve Putin dönemleri Rusya'sından örnek verelim bu kez. Yine aynı devlet, aynı
topraklar, aynı kaynaklar, aynı zenginlik ya da fakirlik, peş peşe iki lider
fakat iki farklı sonuç. Neden? Açıklayın lütfen. Yeltsin döneminde, kameraların
karşısına geçerek, Yeltsin'in kendi ağzıyla borçlarını ödeyemeyeceğini tüm
dünyaya açıkça bildiren Rusya varken. Rusya'yı adeta yeniden ikinci süper güç
haline getiren Putin Döneminde karşımızda bambaşka bir Rusya var.
Lider değilse neden o halde?
Kaynaklar, imkânlar, topraklar, askerler, fabrikalar, vatandaşlar vs. vs. hepsi
aynı iken ve başarı bir lider döneminde yokken, yine aynı şekilde kaynaklar,
imkânlar, topraklar, askerler, fabrikalar, vatandaşlar vs. vs. hepsi yine aynı
iken, bir başka lider döneminde başarı neden yakalanabiliyor.
Bu örnekler hep lider
farklılığını ortaya koyar. Normal hayatta da öyle değil midir? Bir şoför gelir
aynı arabayı 30 kilometre hızla sürer, diğer şoför gelir 200 kilometre hızla
sürer. (Bu arada hızı asla tavsiye etmem.) Bu örnek, aynı araçtaki şoför
farklılığının neyle sonuçlandığını göstermez mi?
Bu örneklerden sonra, farklı
liderler dönemlerinde elde edilen FARKLI BAŞARILARI/BAŞARISIZLIKLARI sadece
devletin kurumlarının kazanmış olduğu istikrarlı bir yapıyla açıklamak mümkün
müdür? Devlet kurumlarının kazandığı istikrarlı yapı elbette önemlidir ancak bu
keskin iniş ve keskin çıkışlı yapıyı açıklamaya yetecek bir değerlendirme
midir?
Dünya Tarihi bu tür örneklerle
doludur. Tarih, isim, yer göstererek yüzlerce, binlerce örnek yazabilirim.
Yerimiz buna müsait değil. İşte tarihte de binlerce örneğinde olduğu gibi
devletler, ciddi sıçramaları güçlü liderlerle yaparlar. Güçlü liderler
düşürüldü mü, o devletler de düşüşe geçerler. Şu an her alanda, Batılıların da
farkına iyice vardığı, ciddi güçlenme yaşayan Türkiye Cumhuriyeti, bu
sıçramasını öncelikle Erdoğan'a borçludur.
Türkiye'de kimileri, Erdoğan'ın
Türkiye'ye kazandırdığı sıçramanın farkında değilse de (kimileri farkında ve bu
yüzden karşı çıkıyor) Batılılar bu işin fazlasıyla farkında. Bu yüzden, şahsına
yapılan suikastLAR dahil, ellerinden gelen hangi düşmanlığı eksik ettiler, bir
düşünün lütfen. Onlar çok iyi biliyor ki ERDOĞAN KALMAYA DEVAM EDERSE, BATI,
KALMAYA DEVAM EDEMEYECEKTİR.
Batılılar, Erdoğan karşısında
varlık mücadelesi veriyor, bunu anladık. Türkiye'deki güya yerli muhalefet
neyin mücadelesini veriyor o halde? Açın, Tarihe bakın ve kendi gözlerinizle
görün, GÜÇLÜ LİDERLER DEVLETLERİN HAYATLARINA ÖYLE PEŞ PEŞE GELMEZLER.
Yine tarihte görülen yüzlerce
örnekleriyle sabit olarak, GÜÇLÜ LİDERLER BİR GİDERLERSE PEŞİNDEN HEMEN GÜÇLÜ
LİDERLER GELMEZ. O ÜLKELER GÜÇLÜ BİR LİDER GELSİN DİYE ÇOK BEKLERLER O ZAMAN.
Şimdi Türkiye, Allah korusun
Erdoğan'ı kaybettiğinde yeni güçlü bir liderin gelişini ne kadar bekleyeceğini
Allah bilir. Bu yüzden, tarihten ders alıp, güçlü liderler geldiğinde onu iyi
değerlendirmeyi bilmek gerekir. Görülüyor ki güçlü lider her zaman gelmiyor.
Erdoğan'ın kaybedilmesi Allah
korusun Türkiye'nin kaybına yol açacaktır. Bu kayıp ise sadece güçlenme hızının
kaybı olmayacaktır. Güçlenme hızının kaybedilmesinin yanı sıra, toprak da
kaybedecektir. Allah korusun, kaybedilecek bu toprak da GÜNEYDOĞU olacaktır.
Bana inanmayabilirsiniz, ama
lütfen tarihteki örnekleri okuyun ve görün. Okuyun ama okuyun lütfen…”. http://www.fikriyat.com/yazarlar/ebubekir-sofuoglu/2017/08/21/liderin-dusmesi-bir-ulkeyi-neden-etkiler-2
60
“Tarihimizde başarılı lider
profillerine baktığımızda, onları başarıya götüren unsurun danışmanlarını iyi
seçmeleri olduğunu görürüz.
Çünkü iyi bir danışman; liderin
aldığı her kararı onaylayan değil, lidere aldığı kararın yanlış olduğunu
söyleyebilendir.”. http://qolumnist.com/tr/2017/12/20/danisman-musavir/
61
“LİDER
VE TÜRK DÜNYASI…
25 Ocak 2012 Çarşamba
02:00:00
Türk Milletinin, tarih
sahnesinde çıkış yaptığı dönemlere baktığınızda hep güçlü bir liderin mührünü
görürsünüz.
Buna bakarak şunu
söyleyebiliriz: Türkler bir sistemden ziyade içlerinden çıkardıkları güçlü,
karakterli, akıllı, bilgili, vizyoner insanlar sayesinde başarıyı
yakalayabiliyor.
Bunun son örneği de Rauf
Denktaş’tır. Kanaatime göre Kıbrıs Türkleri, Rauf Denktaş gibi, lider
hüviyetine sahip bir mücadele adamına sahip olmasaydı, bugün adadaki varlığını
devam ettiremeyebilirdi.
Rauf Denktaş’ın, seksen sekiz
yıllık ömrüne baktığınızda; son nefesine kadar, Kıbrıs Türkleri için pek çok
kişinin farkında bile olmadığı amansız bir savaşı vardır.
Türkiye, Kıbrıs’ta Rauf
Denktaş’ı ve onun gibi nice isimsiz kahramanları desteklemiştir. Ama içlerinden
biri yani Denktaş lider olabilmiştir. Ayrıca Denktaş, taşıdığı özellikler
itibarıyla sadece Kıbrıs Türkleri için değil, Türk Dünyası’nın tamamında bir
lider olarak kabul görmüştür. Onun için Rauf Denktaş, Türk Dünyası’nın bir
zenginliğidir.
Bugün Kıbrıs’ta bir Türk
devleti vardır. Binlerce adam yetişmiştir. Ancak bu tarihten sonra Kıbrıs
Türklerinin bir lideri yoktur. Bu sebeple Türklerin Kıbrıs davası, Denktaş’ın
kaybı ile daha da zorlaşmıştır.
Türklerin cevabını araması
gereken en önemli sorulardan biri, lider adamları yeterince niçin
yetiştiremediği olmalıdır.
Tarihe dönüp baktığımızda
Osmanlı – Türk İmparatorluğu’nu Fatih, Yavuz, Kanuni gibi bir çırpıda
sayacağımız ve bir elin parmaklarını geçmeyecek padişah ile anıyoruz. Oysa 600
yıl süren bir hükümranlık söz konusu.
Yine Alparslan ve Malazgirt
eşleşmesi olmasa o dönem içinde söyleyecek pek bir şey yok.
Cumhuriyet döneminde ise
Mustafa Kemal Atatürk var. Tarihçiler bu saptamalarıma kızacak olabilirler ama
ne yapalım tarihin, ortalama vatandaşa yansıyan yüzü bu…
Yunanistan’ın hükümranlığında
yaşamak zorunda olan Batı Trakya Türkleri denilince akla gelen lider, rahmetli
Dr. Sadık Ahmet.
Şehit olalı yirmi yıla
yaklaşıyor ama yerine bir lider ikame edilemedi.
En şansız olan bölgelerden biri
de, Makedonya ve Kosova’dır. Orada yaşayan Türkler hiçbir zaman bir lidere
sahip olmadılar.
Hâlbuki o topraklar bir lideri
ortaya çıkartabilecek zor ve aynı zamanda elverişli şartlara sahipti ki…
Romanya Türkleri içinde aynı şeyleri söylemek mümkün. Bulgaristan ise bu açıdan
tam bir faciadır.
Kırım Türkleri, yıllardır Mustafa
Cemiloğlu’nun sırtında bir yere varmaya çalışıyor. İnsan iyi ki Cemiloğlu var
diyor. Ya olmasaydı ve Cemiloğlu ile Kırım Türklerinin davası birlikte
anılmasaydı, Cemiloğlu yükselen ses olmasaydı, bizler bu kadar yüzümüzü Kırım’a
çevirmiş olurmuyduk? Ahıska Türklerinin bir Cemiloğlu’su hiçbir zaman olmadı.
Ya Ebulfeyz Elçibey’e ne
diyelim? Eğer onun liderliği olmasaydı bugün Azerbaycan ve oradaki
soydaşlarımızla “iki devlet tek millet” yakınlığı içinde olurmuyduk? Bugün,
Türk Dünyasının Elçibey gibi bir lideri, aramadığını kim söyleyebilir.
Bu lidersizlik konusunu, İran
Türkleri ile Suriye ve Irak Türkmenleri hakkında da genişletebiliriz. Irak’ta
Necdet Koçak şehit edileli bugün (16.Ocak.1980) otuz iki yılı geride
bırakmışız.
Şimdilik, Orta Asya’daki Türk
Cumhuriyetlerine değinmek istemiyorum. Ama geçtiğimiz günlerde Türkiye’yi
ziyaret eden Kırgızistan Cumhurbaşkanı Almazbek Atambayev’in Türk Birliği’ni
işaret eden sözlerini onun liderliğe giden yolda bir adım atması olarak
değerlendirdim. Kazak Türklerinin lideri Nazarbayev’ide, Türk Dünyasının
liderliğine yakıştırdığımıda ayrıca bir not olarak belirtmeliyim. Doğu
Türkistan’daki kardeşlerimde halen hepimizin tanıdığı ve kabul ettiği bir lider
etrafında birleşmiş değildir.
Bir müddet öncesine kadar bende
Türk Dünyası coğrafyasını “Çin Seddinden Adriyatik Kıyılarına” kadar diye tarif
ederdim. Ancak bugün bu tarif yetersiz kalmıştır. Almanya Türklerinin, Fransa
Türklerinin, Hollanda ve Belçika Türklerinin ve bir de bunları birleştiren
Avrupa Türklerinin bir lideri olmalıdır. Bugün Avrupa’da beş milyonun üzerinde
Türk yaşamaktadır. Ya ABD Türklerinin lideri kim olmalıdır? Amerika’da Türk
Dünyasının dört bir köşesinden gelen en az bir milyon civarında Türk
yaşamaktadır.
Bunların lidersiz kalması
doğrumudur?
Şimdi gelin böyle bir çerçeve
çizdikten sonra, dünyanın değişik bölgelerinde yaşayan Türklerin lidersiz
kalmasına ve bunda Türk Dünyası’nın lokomotiã olan Türkiye Cumhuriyeti ile bu
ülkenin halkı olarak tarif ettiğimiz Türk Milletinin yanlışlarına ve bu konuda günümüze
gelinceye kadar yapamadıklarına… Bu konu ciltler dolusu kitap olur.
Türkiye Cumhuriyeti, kanaatime
göre Türk Dünyasının değişik bölgelerinde yaşayan insanlarımızın lidersiz
kalmasına seyirci kalmış ve bunu önemli bir mesele olarak görmemiştir. Türkiye
Cumhuriyeti’nin vatandaşlarından müteşekkil milletimiz ise
“lider”in Türk milleti ve
devleti için öneminden habersizdir. Kendisi için lider aramayan ve bunun
öneminin farkında olmayan bir toplumun, kendine ait dışarıdaki dünya için
liderler araması düşünülemez. Türk Milletinin bu açıdan şuurlu olduğunu
söylemek mümkün değildir. Ancak Türk Milletinin doğru liderlerle hayatiyetini
sürdürdüğü ve yükseldiği en son Denktaş örneği sabittir.
Anlattıklarımız nedeni ile
Kıbrıs Türklerinin ve Türk Dünyasının kaybı çok büyüktür. Bir insan değil, bir
lider ve Türklerin tabiri ile bir “Başbuğ” kaybedilmiştir. Tarihimize
baktığımızda, kaybettiğimiz liderlerin yerine lider koymanın zorluğunu görünce,
üzüntümüz daha da katmerlenmektedir. Bu vesile ile Rauf Denktaş’ın anısı ve
aziz ruhu önünde saygıyla eğiliyor, Kıbrıs Türklerinin ve Türk Dünyasının
lidersiz kalmaması için gereken önlemlerin alınmasını diliyor ve lider ruhlu
insanlarımızı, Türk Dünyasının geleceği için hazırlamalıyız diyorum.” http://www.kocatepegazetesi.com/tr-TR/kose-yazilari/84046/lider-ve-turk-dunyasi
62
“Bizim tarihimizde liderler
halkın içinden çıkar ve tabii olmakla öne çıkar.
Selçuklu ve Osmanlı
Sultanlık(Padişahlık) olmasına rağmen babadan oğula geçen liderlikte bile
evlatların hepsi lider olabilecek , devleti yönetebilecek şekilde yetiştirilmiş
padişah evlatları arasından en yetenekli olana liderlik görevini verilmiştir.
Bu tutum zaman zaman iç kargaşalıklara ve isyanlara sebebiyet verse de halkın
sevdiği, liyakat ve ehliyet sahibi olan şehzadeler başa geçirilmiştir. (Yavuzda
olduğu gibi)
Tanzimatla başlayan batılılaşma
Sarayda, devlet ve ordu geleneğimizde de bozulmalara yol açmış, Avrupayı taklit
edeceğiz diyerek kendi devlet ve ordu geleneğimiz zamanla terkedilmiş,
(Yeniçerinin kaldırılması gibi) bu da daha sonra yozlaşmalara, kokuşmalara ve
devlet ordu geleneğimizin yok olmasına sebep olmuştur. Bunun bedeli ise
Osmanlının yıkılışı olmuştur.
Batılıların bizim için kestiği,
biçtiği ve diktiği demokrasi elbisesi millet, devlet, ordu, eğitim ve kültür
alanında bize dar gelmiş, ne adam gibi Osmanlı kalabilmiş, ne de tam olarak
Batılı olabilmişiz. Bize tarihimiz, coğrafyamız ve gelecek planlarımız olarak
sunulan veya dayatılan herşey gibi liderlerimiz de batılı formatlarda başımıza
suni liderler, babalar ve atalar olarak tepeden inme getirilmiştir tarihimizin
son dönemlerinde.”. http://akincilardergisi.com/dergi/lider-ve-millet.html
63
“Cihan Hakimiyeti
Bir devletin insan unsuru, o
devlete ruh verir; yani o insanların arzuları, idealleri, o devletin amacını
şekillendirir. Türk milletinin tarih sahnesine çıktığı bölgelerin coğrafi
şartları, Çin’in ezici nüfus üstünlüğü, onları göçe zorluyor, kanlı
mücadelelere sebep oluyordu. At gibi hızlı bir vasıtaya, demir gibi güçlü bir
silaha sahip olmak, tarihin ilk çağlarında “Güneşin doğduğu yerden battığı yere
kadar” ülkelere hakim olmak duygusunu onlarda uyandırmıştı12. Cihan
hakimiyetine elverişli olan Türk dinine göre Türkler mümtaz bir millettiler;
hakanları da Gök-Tanrı tarafından bütün insanlığın üzerine oturtulmuştu: onlara
hakan olmak insanlığa hakan olmak anlamına geliyordu.
Yine Orhun Abidelerinde Bumin
Kagan ve İstemi Kagan’ ın yerle gök arasında yaşayan bütün insanoğlunun hakanı
olarak tahta oturdukları ifade edilmektedir: “Üste mavi gök, altta yağız yer
kılındıkta, ikisi arasında insan oğlu kılınmış. İnsanoğlunun üzerine ecdadım
Bumın Kağan, İstemi
------------
8.Abdülkadir Donuk, “Türkçe
«İl» (Devlet) Deyimi Hakkında”, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, S. 33,
(Nisan 1985), s.137-144.; Osman Turan, il (devlet) kelimesinin karşılığının
sulh mânâsına geldiğini, sefire elçi (il-ci) denilmesinin onun sulh yapıcı
olması ile izah edilebileceğini belirtmektedir. Osman Turan, “İlig Ünvanı
Hakkında”, Türkiyat Mecmuası, C. VII-VIII, (1940-1942), s.197-198.
9 Bahaeddin Ögel, Türk
Kültürünün Gelişme Çağları (Genişletilmiş 3. Baskı), İstanbul 1988, s.66.
10 Ergin, a.g.e.,s. 25.
11 Ergin, a.g.e., s.10.
12 İbrahim Kafesoğlu, Türk
Millî Kültürü, Boğaziçi Yay., İstanbul 1991, s.243. Sosyal Bilimler Dergisi
-----------------------
Kağan oturmuş 13. Burada insan
ırkları ve ülkeler arasında herhangi bir ayırım yapılmamış, bütün yeryüzünü
yönetme yetkisi Türk hükümdarına verilmiştir. Gök-Tanrı’nın Türkleri koruması
ve kendilerini başka uluslara üstün tutması, hükümdarların iktidarı ondan
almaları inancı, Türklerde millet olma bilincinin erken dönemlerde oluşmasında
önemli bir faktör olmuştur.
Doğu Kök Türk hükümdarı İşbara
Kağan Çin imparatoruna gönderdiği mektupta (585) “Gökte nasıl bir Tanrı varsa,
yeryüzünde de dünyayı idare eden bir tek hükümdarın olması icap eder”
demektedir14. Batı Kök Türk hükümdarı İstemi Han, Bizans’a bir elçi göndermiş,
İmparator da Zemarkos adlı elçiyi göndererek karşılıkta bulunmuştur. Yazlık
ordugahında elçiyi karşılayan hanın, görüşme sırasında gözyaşları akmış, elçi
sebebini sorunca İstemi Han, “Atalarımızdan işittik ki Batı imparatorluğunun
(Roma, Bizans) elçileri geldiği zaman, bu bizim için artık yeryüzünü
fethedeceğimize delalet eder” cevabını vermiştir15. İstemi Han’ın oğlu ve
halefi Tardu Han’ın, Ak-hunları kendi hakimiyetine alan büyük zaferi üzerine,
Bizans imparatoruna gönderdiği mektubu: “Dünyada yedi iklim ve yedi ırkın büyük
kağanından Romalılar imparatoruna...” ibaresi ile başlamaktadır16.” http://www.sbd.aku.edu.tr/III1/5.pdf
64
Donuk, Abdülkadir: “Türklerde
Devlet Adamlığı ve Alparslan Türkeş”.
69-76ss. İçinde: Alparslan Türkeş
: birinci yıl armağanı,
04/04/1997-04/04/1998 / M.H.P. Genel Merkezi. [Ankara] : M.H.P. Genel
Merkezi, [1998]. 290 p. : ill. ; 25 cm. https://acikerisim.tbmm.gov.tr/xmlui/handle/11543/2615
*** https://acikerisim.tbmm.gov.tr/xmlui/bitstream/handle/11543/2615/200605092.pdf?sequence=1&isAllowed=y
65
“Halk” kelimesinin karşılığı
olarak eski Türk devletlerinde “kün,” “bodun” veya “il”
(el) kelimeleri kullanılırdı.
Çünkü eski Türklerde devlet ve millet birbirinden ayrı tutulamazdı.
Bundan olsa gerek Türklerin
milli hafızasında bu kelimeler hep aynı olguyu ifade etmiştir (Niyazi, 2013:
41). Orhun Abidelerindeki Tonyukuk’un sözleri bunun için güzel bir örnektir,
“İlteriş Kağan kazanmasa ve ben kendim kazanmasam il de millet de yok olacaktı.
O kazandığı için ve kendim kazandığım için İl de oldu ve millet de millet oldu”
(Ergin, 2011: 81). Abidelerde; “Yukarıda Türk Tanrısı, Türk Milleti yok olmasın
diye, bir millet olsun diye babam İlteriş Kağanı, annem İl Bilge Hatunu göğün
tepesinde tutup yukarı kaldırmış olacak” diye devam eden satırlardan da
anlaşılacağı gibi devletin gerçek sahibinin millet olduğu açıkça ifade
edilmiştir ” (Ergin, 2011: 13).”. http://openaccess.inonu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/handle/11616/6038/Tez%20Dosyas%C4%B1.pdf?sequence=1&isAllowed=y
66
“Milâttan önce 1700’lerden
itibaren ortaya konulup zamanla geliştirilen ve bozkır kültürü denilen Türk
kültürünün özellikleri şöylece sıralanabilir:
5. Devlet
(il). Türk sosyal yapısında en
üst seviyedeki kuruluş olan il (el) müstakil boylar ve budunların tek idare
altında toplanmasıyla teşekkül ediyordu. Türk devleti, bozkırlarda dağınık
halde yaşayan birçok sosyopolitik ünitenin birbirine bağlanmasından doğan
sosyal halkalar birliği tarzında kuruluyordu. Bu durum yerleşik devlet tipinden
tamamen farklıdır. Bu devlet tipi, tek bir sosyokültürel çekirdeğin güçlenmesi
ve nüfuzunu coğrafî bakımdan genişletmesi şeklinde oluşan yerleşik devletten
çok daha avantajlıdır. Zira sosyokültürel nüvenin kudretini kaybederek çöken
yerleşik devletin güçlükle toparlanabilmesine veya tarihe gömülmesine karşılık
bozkır devletinde merkezî iktidar zaafa uğradığı zamanlarda boy ve budunlar,
aynı yerde veya başka bir bölgede yeni ittifaklarla devlet mekanizmasını tekrar
işletebiliyorlardı. Bu çok önemli içtimaî-idarî esneklik sebebiyle Türk milleti, zaman zaman mekân ve hânedan değiştirip
taşıdığı bu özelliği iyi değerlendiren liderleri sayesinde siyasî kuruluşlarını
tazeleyip günümüze kadar sürüp gelmiştir.
Tarihte Türk devletlerinin
çokluğuna bakarak bunu sosyal düzenin devamsızlığına bağlamak ve Türkler’de
devlet hukukunun mevcut olmadığı sonucuna varmak doğru değildir. Tam aksine
Türk sosyal hayatını düzenleyen zorunlu kurallar bütünü diye açıklanan örf ve
geleneklerin, yazılmamış kanunun (töre) çok önemli bir yeri vardır”. http://www.islamansiklopedisi.info/dia/pdf/c41/c410272.pdf
67
“Eski Türkler’de ülke (uluþ),
hükümdar ailesinin istediði gibi tasarruf edebileceði
özel mülkü deðil milletin malıydı.
Hükümdar onu korumakla yükümlüydü ve idarî yönden hânedan üyelerinin
sorumluluklarına verilirdi. Fakat millet malı olduðundan taksim edilmez, daima
bütünlüðünü korurdu.”. http://www.islamansiklopedisi.info/dia/pdf/c41/c410272.pdf
68
“Baþta hükümdar olmak üzere
Türk idarecileri devleti devlet yapan, hakanı baþarılı kılan halkın hukukunu
gözetmekle yükümlüdür. Millet hakana itaat edecektir, fakat hakanın da millete
karþı vazifeleri vardır. Yazıtlarda ve Kutadgu Bilig’de belirtildiði üzere bu
görevler tebaa aç ise doyurmak, çıplak ise giydirmek ve sayıca az ise
çoðaltmaktır. “Milletten fakir adını kaldırmayan biri nasıl hükümdar olur?”
diye sorulan ve Türkler’de bey olmak için hizmet etmek gerektiði belirtilen
Kutadgu Bilig’de halkın devlet reisinden adaletli kanun, asayiþ ve malî
istikrar beklediði anlatılır. Bunları gerçekleþtirmek vaadiyle iþ baþına gelen
yönetici icraatından dolayı Tanrı’ya hesap vermek durumundadır. Çünkü Türk
düþüncesine göre yüz binlerce veya milyonlarca insanın canı ve malı kendine
emanet edilen kiþi, Tanrı’nın sevgisine mazhar olarak kitleleri idare etme hak
ve salâhiyetini Tanrı’dan almaktadır. Türk kozmogonisine göre, Türk devlet
baþkanı Tanrı’dan aldıðı yetkiyle yeryüzündeki bütün insanları evrensel törenin
himayesine alma konusunda kendini görevli sayıyordu. Bu, Tanrı iradesinin
gerçekleþtirilmesi demekti.
Asya Hunları’ndan itibaren
Osmanlılar dahil her Türk devletinde yaþatılan bu ideal “güneþin doðduðu yerden
battıðı yere kadar” ibaresiyle formüle edilmiþtir. Bundan dolayı Dîvânü
lugåti’t-Türk’te Türk kahramanı Alp Er Tunga “acun begi” diye gösterilmiþtir.
Selçuklu sultanları ve bazı Osmanlı padiþahları da aynı yolda yürümüþlerdir.
Türk hükümdarı, dünya çapında iktidara sahip olmak için ilâhî baðıþ yoluyla aldıðı
idare yetkisini (kut) kullanırken daima Tanrı’ya karþı sorumlu bulunduðundan þahsî
takdir ve duygularına göre deðil töre hükümleri çerçevesinde faaliyet göstermek
zorundadır. Türk hükümranlık telakkisini diðer illetlerinkinden ayıran en önemli nokta budur.
Devlet baþkanının icraatının töre çerçevesinde kısıtlanması Türk hâkimiyet
anlayıþının aynı zamanda kanunî vasfını ortaya koymaktadır.
Töreyi uygulamakda âciz kalan,
güvenliði saðlayamayan ve halkı ekonomik sıkıntıdan kurtaramayan hükümdarın
beceriksizliðinin sebebi Türk halkınca Tanrı’-nın “kut”u ondan geri aldıðı
inancına baðlanmıþ, gerektiðinde zor kullanılarak deðiþtirilmesi meþrû kabul
edilmiþtir. Bunun bir örneðine 716 yılında Göktürk tarihinde rastlanmaktadır.”.
http://www.islamansiklopedisi.info/dia/pdf/c41/c410272.pdf
69
70
“Türklerde devlet kavramı, Türk
tarihi ile beraber ortaya çıkmıştır. Gök-Türk’ler milleti, devletin kurucusu
olarak kabul etmişlerdir. Bu sebeple milletin içinden çıkan devlet başkanı milleti
korumakla, halkın hayatını düzenlemekle yükümlüdür. Yani Türkler, “hizmet
devleti” anlayışına sahiptiler.27 “. https://core.ac.uk/download/pdf/35314152.pdf
71
“W. Barthold, hakanların asil
boy beyleri (zâdegân) ile çevrili olduğu halde devletin yükselişinde halkın
rolünün bilincinde olduğunu belirttikten sonra “Eski Türk devletlerinde
zâdegânlık [yöneticilik] cebir ve şiddetten âri idi. Halk, Moğollarda olduğu
gibi hakaret görmezdi. Bir demokrasi şuuru mevcut idi” der. İl tutmak yani devlet
kurmak hususu bütün millete isnat olunuyordu. Barthold’a göre bu durum her
halde demokrasi fikrinin mevcut olduğunun delilidir. Göçebe hukukundan yüksek
bir devlet ve toplum hayatına dönüşen yönetim sistemi sayesinde Anadolu ve
Rumeli Türkleşmiş, çağdaşı başka ülkelerde özellikle Avrupa’da benzeri
görülmemiş bir şekilde düzen kurulmuş, böylece toprak aristokrasisi veya feodal
soylular ile topraksız köylü, esir köylü veya serf gibi bir sınıfın doğmasına
fırsat verilmemiştir. Eski Türklerde hâkimiyetin ilâhî menşei olduğu inancına
karşın hakanların beyler tarafından bir keçe üzerinde kaldırılarak tahta
oturtulması, yapacağı icraata dair sözlerini aldıkları hakkında bazı kayıtlar
da onların hâkimiyete iştirakini belirtmek bakımdan önemlidir.15 Türk
hakanların devlet işleri hakkında “kengeş” (müzakere) yapmaları ile bir
“kurultay” kurumuna sahip oldukları görülmektedir.
Oğuz beylerine özgü olmakla
beraber eski Türk devletlerinin bu sınırlı da olsa demokrasi geleneği
Selçuklulara da geçmiştir.16”. http://yusbed.yalova.edu.tr/article/download/5000000785/5000001474
72
“3.2. İslamiyet Öncesi
Türklerde Sosyal Devlet Unsurları Bağlayıcı olmayan bir belge olarak BM İnsan
Hakları Evrensel Beyannamesi’nin21–27. Maddelerinde sayılan daha sonraki
sözleşmelerle bağlayıcı hale gelen İkin-ci Nesil İnsan Hakları’ndan kabul
edilen sosyal devlet anlayışı ile ilgili birçok unsur, İslamî kural ve
uygulamalarda görüldüğü gibi İslamiyet öncesi Türklerde de dikkate değer
uygulamalar vardır. Bu gerçekten hareketle, Prof.Dr. Osman Turan, Türk Cihân
Hâkimiyeti Mefkûresi Târihi kitabının 5. Bölümünü “Hâkanlarda Babalık Vazifesi,
Cihân Hâkimiyeti ve Demokrasi Davalarının Birleşmesi” adıyla düzenlemiştir.23
Babalık vazifesinin Osmanlı’da “Kerim Devlet” bugünkü anlamda ise bir dereceye
kadar sosyal devlet olduğunu verilen örneklerden görmekteyiz.Çeşitli destan,
yazıt ve belgelerde görülen örnekler, bugünkü anlamda sosyal dev-letin bütün
unsurları ile gerçekleştiği anlamına gelmez ancak benzeri uygulamaların
Avrupa’da, insanların sınıflara ayrıldığı, sınıflar arasında duvarların
bulunduğu aynı dönemlerde düşünmek mümkün değildir.Bilge Kağan milletinin
esaretten kurtuluşunu ve 681’de İkinci Göktürk devletinin kuruluşunu anlatırken
şöyle der: “..Türk milleti için gündüz oturmadım; gece uyumadım, ölesiye
çalıştım... Çıplak halkı giydirdim; aç halkı doyurdum; yoksul halkı zengin
ettim...”24 Devletin gücü, etkinliği ile yoksullar ve çıplakların sorunları
arasında kurulan bu ilişkide, egemenliği kullanan güç olarak Kağan’ın
sorumluluğunu idrak ederek ve uyku ve istirahatından fedakârlık yapması, Batı
devlet felsefesi açısından bu dönemde pek bilinmeyen bir durumdu.3.3.
Meşruiyetin Temeli Olarak Türklerde Sosyal Devlet veya Demokrasi Oğuz töresine
(yasalarına) göre hükümdarlar babalık vazifesine, beylerin ve mille-tin
hukukuna saygı göstermeye ve ziyafet (han-ı yağma) vermeye mecbur idi. Bu hukuk
ihlal edildiği zaman, Çiğil ve Yağma topluluklarının yaptığı gibi, halk
hak-kını talep eder ve isyan bile haklı sayılırdı. Nitekim milli örflere
kuvvetle bağlı olan göçebelerde Taş-Oğuzların İç-Oğuzlara karşı isyanını
anlatan Dede-Korkut
22 Osman Turan, a.g.e, ss.69–70.
/ 23 Osman Turan, a.g.e., ss. 102–110. / 24 Osman Turan, a.g.e., s. 89, 104
kitabının XII. hikâyesi bu
yerleşmiş kuralı ele alır.25 Oğuz toyları (yemekli törenler) ile ilgili şu
ifadeler, yapılanların sadece karın doyurmakla sınırlı kalmadığın da
göstermektedir: “Attan aygır, deveden buğra, koyundan koç kesilir, tepe gibi et
yığılır, göl gibi kımız sağılır, İç-Oğuz, Taş-Oğuz beyleri toplanırlar. Açlar
doyurulur, yalıncaklar [yalınayaklar, çıplaklar] donatılır; borçlular
kurtarılır ve çok ulu bir toy olur.” Bu merasimler, Dede Korkut’un sık sık “Boy
boylayıp, soy soylayıp” kelimeleri ile ifade edilen alkışları (duaları) ile
nihayet bulurdu. Bu da eski Şamanî tesirlerin İslamiyet’ten sonra da devam
ettiğini gösterir.26Eski metinlerle birlikte İslamiyet sonrası kaynaklarda
görülen yedirmek, içirmek,giydirmeye ek olarak burada borçluları kurtarmanın
diğer sayılanlarla birlikte İslam dininde övülen bir iyilik olduğu gibi eski
Türklerde de devletin, yöneticinin halkına karşı yükümlülükleri arasında olduğu
anlaşılmaktadır. Bununla beraber,günümüz sosyal devletinin kişinin zorunlu
ihtiyaçlarını, yiyecek-içecek yanında eğitim, sağlık, konut gibi alanlarda
değişik ülkelerde son derece ileri ve farklı uygulamaları bulunmaktadır.
Bununla beraber ödemeye gücü yetmeyen borçlunun bu borçtan kurtarılması
konusunda henüz bir hak veya uygulama bilinmemektedir.Genel uygulama borçluya
haciz gelip karşılayan kısmın ödendikten sonra, varsa sabit geliri, geçimini
sağlayacak kadar bölümü haczedilemez. Burada günümüz sosyal devleti, borçlunun
zaruri ihtiyaçlarını dikkate alarak hacze sınırlama getirmektedir. Ancak
kişinin ömür boyu ödeyemediği borcu karşısında yaşadığı psikolojik rahatsızlığa
çözüm getirmemektedir. Hâlbuki bu örneklerde sorun kökten halledilmektedir.”. http://yusbed.yalova.edu.tr/article/download/5000000785/5000001474
73
“Türk tarihinin milat'ı olan
Göktürk Anıtlarında, Bilge Kağan kendinden önceki Türk devletlerinin çöküş
nedenlerini sıralarken, kağanların cahillikleri ve töreye (Hukuka)
uymamalarını, Çinlilerin, altın ve ipeğine, değerli hediyelerine (rüşvet) ve
vaatlerine aldandıklarını, Türkçe isimleri bırakıp Çince isim aldıklarını
söylerken, mankurtlaşma denilen benlik yitirmenin o günlerde başladığını işaret
eder.”. https://www.cayyolu.com.tr/yazarlar/tuncer-kirhan/isimler-uzerine/1027/
“Türk hakanları ve devlet
adamları, içinde yaşadıkları sert coğrafya şartlarının ve aldıkları eğitimin
sonucu olarak, realist adamlardı.”. https://books.google.com.tr/books?id=lMWxCwAAQBAJ&pg=PT180&lpg=PT180&dq=%22ald%C4%B1klar%C4%B1+e%C4%9Fitimin+sonucu+olarak,+realist+adamlard%C4%B1.%E2%80%9D.&source=bl&ots=JIMK3FBrwP&sig=36jrSHOpsu_VvDiyU4RgfK_78hQ&hl=tr&sa=X&ved=0ahUKEwikoqzhy93aAhVoI8AKHaXgCNkQ6AEIJzAA#v=onepage&q=%22ald%C4%B1klar%C4%B1%20e%C4%9Fitimin%20sonucu%20olarak%2C%20realist%20adamlard%C4%B1.%E2%80%9D.&f=false
74
“İlk Türk devletlerinin başarılarını
ve ömürlerini belirleyen en önemli unsur neydi? Bozkır toplumlarına
bakıldığında gerek boy, gerek bodun gerekse devlet
örgütlenmesinde lider etmeninin önemli bir rol oynadığı görülüyor. Mete gibi
İlteriş gibi karizma sahibi kağanlar sayesinde tüm kıtayı etkisi altına alan
etkili rejimler kurulurken, aynı başarının varis kağanlar tarafından
gösterilmediği zamanlarda, siyasi ve toplumsal örgütlenmenin kısa sürede
çözülmeye başladığı görülmekteydi. Bozkır imparatorluklarının federatif
şekilde örgütlenmeleri ile toplum yapısı arasında bağ var mıdır? Devletin şekli
ile toplum yapısı arasında doğrudan bağ vardı. Bozkır imparatorluklarının
istisnasız hepsi boy ve bodunların bir araya gelmesiyle kurulmuştu. Söz konusu
çok başlı yapı, güçlü kağanlar tarafından sert bir şekilde kontrol altına
alınmıştı. Bununla beraber bahsedilen çoğulculuğu en güzel gösteren kurum
toydu. Kağan yılda üç defa topladığı toyda, her hareketini boy ve bodun
yöneticileriyle paylaşır, onların görüşlerinden yararlanırdı. Kısaca devleti
oluşturan her unsurun, kararlar üzerinde söz hakkı olduğu vurgulanırdı.”. http://docplayer.biz.tr/2098823-Turk-idare-tarihi-1-4-unite-ozeti-lsizxcvbnmocqwertyuiopguasdfghjkls-tarihi-secin-izxcvbnmocqwertyuiopguasdfghjklsi-www-aofdersozetleri.html
75
“Kureyş, küreyiş, küremek,
kürelemek, kur, kurgu, kurmak, kurulmak, kura, kural, kurultay… Evet,
kurultay!. Türkistan’da hüküm süren Büyük Türk Kağanlığı döneminde Tunguzların
yurdu Kore’den, Kıpçakların yurdu Ukrayna’ya (Deşt-i Kıpçak/Kıpçak Bozkırları)
hatta Tuna boylarına, Macaristan ovalarına kadar uzanan uçsuz bucaksız Türk
ülkesindeki bütün boy beyleri (khanlar/hanlar) yılda bir defa Hakan ve Hatun’un
buyruğuna uyarak, Al Tağ/Ulu Dağ anlamına gelen Altay Dağlarının eteğinde bir
araya geliyordu. Kur Altay denen bu toplantılar bir yönüyle de toy/şölen
havasında geçiyordu. Burada bir araya gelen boy beyleri “bir, iri ve diri”
olmanın gereklerini görüşüyor, gereklerini yerine getiriyorlardı. Büyük Türk
Kağanlığının yönetimiyle ilgili kararlar burada alınıyordu. Demokratik bir
ortamda bütün boy beylerinin yönetimde söz hakkı oluyordu. Ve tabi hakanın sol
yanında oturan hatun (khatun/katun/kadın) kişinin de söyleyecek bir şeyleri
oluyordu. Bahar aylarında yapılan bu kurultaya -mazereti olanlar hariç- bütün
boy beylerinin katılması zorunlu idi. Yine “kurmak” sözcüğünün de derleyip,
toparlamak; düzeltmek anlamına geldiğini söylememize gerek yoktur sanırım.
Hatta bugün bile Türkler arasında saati düzeltme/düzenleme işlemine “saati
kurmak” denildiğini biliyorsunuz. Silahı kurmak, kapanı kurmak, oyunu kurmak,
düğün-dernek kurulması filan… Peki, ya Kur’an?!. “Kur’an” sözcüğünün anlamı da
derleyen, toparlayan demek değil midir haddizatında?”. http://www.tercuman.gen.tr/2017/05/29/ra-rab-tanri-ve-turkler/
76
“Türklerde hakanların,
yöneticilerin kutsal bir tarafı vardır. Bunlar kimi zaman tanrının temsilcisi,
kimi zaman da oğludur. İslam‟dan önce hükümdarlar tanrıya benzetiliyor,
tanrıdan geldiğine ve onun gibi tek olduğuna inanılıyordu (Önal 2009:61). İslam
dairesine geçişten sonra bu inanç değiştiyse de tamamen yok olmadı, devlete ve
devleti en tepede temsil eden padişaha asırlar boyu bir kutsiyet atfedildi.
Dede Korkut‟ta bu durum çok nettir: Padişahlar Tanrı’nın gölgesidir.”. http://doczz.biz.tr/doc/152301/a%C5%9F%C4%B1r%C4%B1-sevinmek-lirik
77
78
“Peki, bu Türk tipi başkanlık
sisteminden kasıt nedir?
Türkiye modeli ifadesi esas
itibariyle küreselden düşünüp, yerel davranmayı içeriyor. Dünyanın hiçbir
ülkesinin anayasal sistemi kendi tarihini, kültürünü, yerel özelliklerini
dışlamaz. Evrensel değerler ve ilkeler var. Türkiye biçimi dediğimiz model de,
evrensel ilkelerden, pratiklerden, kurallardan esinlenip, evrensel
standartların altına düşmeden kendi tarihimizle, kültürümüzle, yerelliğimizle
sentez yaptığımız bir modeldir. Kendi yerelliğimizi göz ardı edersek
Cumhuriyet'in kuruluşunda düştüğümüz hataya tekrar düşeriz.”. https://www.sabah.com.tr/gundem/2016/02/01/8-maddede-neden-baskanlik-sistemi
79
“-Türkiye'nin Osmanlıdan beri
başkanlık geleneği var. Yerelimize bakın, mahalle muhtarı, belediye başkanı,
kalkınma bölgeleri... Anadolu insanında da başkanla sorun çözme kültürü var.
Yani bize en uygun seçenek başkanlık sistemi.”. https://www.sabah.com.tr/gundem/2016/02/01/8-maddede-neden-baskanlik-sistemi
80
“İdari tarihimize baktığımız
zaman büyük ölçüde Mutlakiyet diye nitelenen yönetim yapılarımız parlamenter
sistemden çok başkanlık sistemine daha yatkındır. Yönetme
ve yönetilme türü bağlamında 2000 bin yıllık Türk tarihi tek merkezli bir
yönetim kültürüne sahip olup bu bağlamda başkanlık sistemine daha yatkın
bulunmaktadır. Türkiye’de parlamenter sistemin kuruluşu, 19.yüzyıl
Osmanlı modernleşmesinin siyasal boyutunu teşkil eden,1876 yılında meşrutiyete
geçişle, yani anayasalı demokrasiyi başlatan Kanun-i esasinin ilanına kadar
geri gider. Bununla beraber bu yapıda da, padişahın yetkileri anayasa ile
kısıtlanmış, parlamento yasa çıkarma fonksiyonuyla donatılmıştı. Ancak, 1876
anayasasının kurduğu hükümet sisteminin, parlamenter nitelikte olmasına rağmen,
kuruluş mantığı ve işleyiş pratiği açısından, bu sistemin hayli uzağında
kaldığını vurgulamak gerekir. Parlamenter sistemde güçlerin tam olarak değil de
ılımlı ayrıldığı bir gerçektir; ama, Kanun-i esasinin kurduğu bu yeni sistemde,
yasamanın oluşumu ve kanunların yapımında padişahın yetkileri, parlamentoyu
anlamsız kılacak kadar çokluk ve çeşitlilik içeriyordu. İkinci meşrutiyetin
ilanı sonrasında da benzer sistem geçerliliğini korudu. 1921 Anayasası,
genellikle olağanüstü dönemlerde uygulama pratiği bulan meclis hükümeti
sistemini getirdi, 1924 Anayasasının kabul ettiği sistem de aslında meclis
hükümeti sisteminin esnetilmiş halinden başka bir şey değildi. 1960 darbesine
kadar ki cumhurbaşkanların işlevlerine bakıldığı zaman fiili anlamda
parlamenter sistemin ana yurdu İngiltere örneği ile uygulama bağlamında
farklılık gösterdiği açıktır. Cumhuriyet döneminde gördüğümüz Partili
cumhurbaşkanlığı ve başbakanlık tek partili dönemler hangi parlamenter sistemle
açıklanabilir. 1960 darbesi sonrasında hazırlanan 1961 Anayasasıyla, meclis
hükümeti sistemi terk edilerek yeniden parlamenter sisteme geri dönüldü. Keza
1982 anayasası da kısmen parlamenter sistem geleneğini sürdürmüştür. Ancak bu
50 yıllık döneme bakıldığı zaman parlamenter sistemin sancılarını bu milletlin tarihsel
kotlarıyla uyuşmadığı açık görülmektedir. Darbeler, kaotik süreçler bunun
göstergesidir. Bundan dolayı “siyasi istikrar” terminolojisi siyasi tarihimizde
sürekli vurgulanan bir terminolojidir. Aslında 2007 yılındaki değişiklikle
Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi usulünün getirilmesi yönetimin
belirlenmesi usulünde önemli bir dönüm noktasıdır. Çünkü bundan böyle yukarda
saydığımız arızi durumlar nedeniyle, Türkiye’nin hükümet sistemi uygulaması
parlamentarizmin orijinalitesinden önemli derecede sapmıştır.”. https://www.istiklal.com.tr/kose-yazisi/neden-baskanlikpartili-cumhurbaskanligi-sistemi/68805
81
“Biz millet olarak tarihimiz
boyunca; bir lider ve o liderin etrafında bir araya geldiğimiz ve
kenetlendiğimiz durumlarda iyi ve pozitif çalışmalar yapmışız.
Bu durumu, özellikle Osmanlı
döneminde çok üst sevilere getirmiş olduğumuzdan uzun yıllar hayatını devam
ettiren bir imparatorluk kurmuşuz.
Üst seviyeleri yaşadığımız bu
dönemde özellikle Fatih Sultan Mehmet, Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan
Süleyman zamanında liderliği sistematize etmiş ve ilerleyişimizin doruk
noktalarına çıkmış bir milletiz.
Bununla beraber yaklaşık 200
yıldır ideolojik entrikaların cambazlık oyunlarına meydan olmuş, öncesindeki
100-150 yıl ise türlü saray entrikalarına sahne olmuş bir ülkeyi konuşuyoruz.
Onun da öncesi yani 1600’lü
yıllara gelene kadar ise yukarıda da belirttiğim gibi iyi yetişmiş, ülkesine,
halklarına ve milletine hizmet etmek anlamında canını dişine takmış liderlerin
ve etrafındaki ekibin sahne aldığı muhteşem yüzyılların yaşandığı bir devlet ve
memleketten bahsediyoruz…
Yani dostlarım!
Son 200 yılı saymazsak yukarıda
da ifade ettiğim üzere fiilen başkanlık geleneğinden geliyoruz.
Kültürel ve tarihi yapımıza
daha uygun bir pratiği olan “başkanlık sisteminin” ülkemiz ve ilerlememiz için
gerekli olduğu bir gerçek.
Çok partili parlamenter
sistemin uygulandığı son 70 yıl içinde ilerlemenin olduğu dönemlerin tek
partili iktidar yıllarına denk gelmesi başkanlık sisteminin gerekliliğinin açık
bir ispatı olsa gerek.
Ne gibi faydaları olacak…
Başkanlık Sistemi, ülkemiz
şartlarında milli karakterimiz gereği güçlü ve istikrarlı yönetimlerin ve
liderliklerin ortaya çıkmasını netice verecektir.
Güçlü yönetim ve istikrar
neticesinde “daha güçlü bir ekonomiyi” ortaya çıkarmak çok daha kolay
olacaktır.
Diğer taraftan; herkesin
kendini daha rahat ifade edebildiği (örneğin doğrudan başkanını seçmek gibi),
demokratik haklarını çok daha geniş bir şekilde kullandığı bir yönetim imkanına
kavuşacaktır.
Nasıl bir başkanlık…
Öncelikle güçlü liderleri
ortaya çıkaracak bir sistem ve kültür oluşturmamız gerektiğini düşünüyorum.
ABD’de olduğu gibi parasal
gücün ön planda olmadığı, kuvvetini ve karakterini üst düzey ahlak ve
inancından, maddi manevi gelişmiş karakterden ve uzmanlıktan alan şahsiyetleri
vitrine koyacak bir sistem geliştirmemiz gerekiyor.”. http://www.xn--ahmetgzel-v9a.com.tr/yazilarim/neden-baskanlik-sistemi
82
“. Tarihimizde örneği var:
Türkiye’de Atatürk’ün vefatına kadar, hatta 1950’ye kadar fiili olarak bir
başkanlık sistemi zaten vardı. Adı her ne kadar parlamenter sistem olsa da
fiiliyatta sistemin işleyişi başkanlık sistemi idi. Cumhurbaşkanları tarafsız değildi,
aynı zamanda parti lideriydi. Dolayısıyla başkanlık sistemi tamamen yeni bir
sistem getirmek değil, daha önce de kullanılmış olan bir sistemi tekrar
yürürlüğe koymaktır.”. http://file.setav.org/Files/Pdf/20160104174154_turkiyede-baskanlik-sistemi-tartismalari-pdf.pdf
83
“Son günlerde kamuoyunda
başkanlık sistemi üzerinde birçok tartışma yapılıyor. Fakat konunun tarihi
boyutu ne yazık ki hiç ele alınmıyor. Oysaki tarihin faydalarından en
önemlilerinden birisi de geçmişi değerlendirerek gelecekle ilgili daha tutarlı
kararlar almayı sağlamaktır. Bu gün gelinen nokta da siyasetçilerimiz, sosyal
bilimcilerimiz, sanatçılarımız, kanaat önderlerimiz, entellerimiz,
vatandaşlarımız yazılı ve görsel medyada, internet formlarında başkanlık
sistemi için görüşlerini dile getiriyorlar.
Peki, sormak lazım şimdi
meselenin tarihi boyutu nerede diye?
Bir milletin geleceği ile
ilgili politika geliştirirken mutlaka o kavmin siyasi ve kültürel tarihi
incelenmeli, coğrafyanın şartları değerlendirilmeli ve sonra günün şartları
içerisinde kararlar alınmalıdır. Daha da doğrusu Türk tarihinin en güçlü
devletlerinin yönetimiyle ilgili bilgilenmek gereklidir diye düşünüyorum.
Sonuçta dünyaya hükmetmiş bu devletlerimizin en önemli kozlarından birisi
yönetim anlayışlarıydı.
Tarih gerektiği gibi
incelendiğinde Türklerin başkanlık sistemine yabancı olmadıkları açıkça
görülmektedir. Başkanlık sisteminin bu gün dünyada uygulanan şekline yakın, bir
devlet yönetim tarzını ilk uygulayan devlet, M.Ö. III. yy’da kurulan “Asya Hun
Devleti idi.
Evet, bazı çatlak sesler duyar
gibiyim. Fakat bunu söylerken birçok kişinin beni eleştireceğini de biliyorum.
Gerçekleri dile getirmenin hepimiz için yararlı olacağını bildiğimden ben bunu
cesaretle dile getirebiliyorum.
Tarihimiz yani Hunlardan bu
yana Türkler sürekli olarak bir Han, Hakan, Padişah, v.s… ile yönetildi. Zaten
birçok büyük devletin yönetim şekli bu idi. Bu olmasa bile buna benzer
sistemlerdi. Bu gün ABD’nin; Osmanlı
İmparatorluğunun ve Bizans’ın bu kadar uzun ömrünü araştırırken farkına vardığı
ve geliştirdiği ayrıca demokratikleştirdiği bu yönetim biçimi insanları kaostan
uzak ve kaliteli yaşamaya yöneltti.
Türkler, tarihin her döneminde
etrafında birleşecekleri bir lider bulmuş ve tarihin seyrini hep bu liderler
sayesinde değiştirmişlerdir. Diğer milletlerin tarihinde sistemler ve
hanedanlar ön plana çıkarken, Türk tarihinde liderlik vasfı kritik önem taşır.
Türkler arasından ne zaman karizmatik bir lider çıksa, dünya tarihine etki
edecek birçok olayda ortaya çıkmış oluyordu. Asya Hun Devleti’nin kurucusu
Teoman ve adını tarih sayfalarına yazdıran Mete Han bu liderlere en güzel iki
örnektir. Bu liderlerden Mete Han askerî düzende çığır açan 10’lu sistemle
günümüze ulaşan bir yeniliğe de imza atmıştı.
Tarihi belgeler; Türk
Milletinin, Türk hükümdarına idare etme hakkının Tanrı tarafından verildiğine
inandığını göstermektedir. İslamiyet’ten önce olduğu gibi, İslam sonrasında da
sultanların ilahi bir menşeden geldiğine ve onların Allah tarafından
gönderildiğine inanılırdı. Sultan Tuğrul Bey, Bağdat’a ilk geldiği sırada
kendini karşılamaya çıkan Halife, Sultana “Allah sana bütün dünyayı verdi” diye
hitap etmişti. Bizzat Sultan Alparslan’a göre, Allah kendisine teveccüh
göstererek, onu Âdemoğulları arasından, dünya işlerini düzene koyması için
seçmişti.”. http://www.elazigsurmanset.com/iktidar-mi-feodalite-mi-diktatorluk-mu/
84
“Yakın ve uzak geleneklerimiz
ve başkanlık sistemi. Yakın tarihimizde de şunları görmekteyiz; Atatürk devri
(1923-1938 dönemi; 15 sene) başbakanlarla değil Atatürk’le anılır. 1938-1950
(12 sene) arası başbakanla değil, İnönü ile anılır. 1950-1960 arası (10
yıl), Menderes ile anılır. Menderes
döneminde şehirleşme oranı ve gelişme daha da artmıştır. AP nin tek başına
iktidar olduğu 1965-1969 dönem Demirel ile ANAP'ın tek başına iktidar olduğu
1983-1989 (6 yıl) Turgut Özal ile anılır. AK PARTİ’nin iktidarda bulunduğu
2002–2012 arası Sayın Erdoğan’la anılır.
Siyasi geleneğimize uygun,
özgürlükçü bir yapı, ABD veya Fransız toplumu gibi bize de gereklidir. Rusya
federasyonu da Türk Cumhuriyetleri de, Doğu Avrupa, Arap dünyası, Güney
Amerika, Yunanistan’da da benzeri durumlar vardır. Bölgedeki tek istisna
Türkiye'dir. ABD de başkan hem yetkili hem sorumlu, Türkiye’de ise yetkili ama
sorumsuzdur. Tarihte kurulan bütün Türk Devletlerinin de başkanı vardı. Parlamanter sistem, tek etnik grubun hakim
olduğu ülkelerde daha iyi uygulanır. Gelişmekte olan ülkeler parlamantarizmle
iyi yönetilemez. Türkiye, bir tür başkanlık sistemi uygulandığı dönemlerde
hamle yapmıştır. Mevcut sistem diktaya
ve darbeye daha müsaittir.”. http://hasantahsinfendoglu.net/detail.php?id=223&ustkat=makaleler
85
Aşağıdaki iddiaya cevap
derlersin:
“Anayasa konusunda, yeterince
tartışılmadan, toplumun geniş kesimlerinin desteği sağlanmadan, kısa vadeli
siyâsî kazanımlar gözetilerek yapılacak düzenlemelerin ileride ne kadar ciddi
sorunlara yol açtığının görülebilmesi bakımından, yakın târihimizde yaşanan
tecrübeler yeterli fikîr verecek niteliktedir.
Başkanlık sistemini
savunanlarca, "anılan sistemin Türklerin tabiatına uygun olduğu" tezi
ileri sürülmektedir ki, bu iddia târihî gerçeklerle örtüşmemektedir. Türk
Devletlerinde, târih boyunca, devlet başkanının (Kağan, hakan, han, yabgu,
tanhu, ilteber, sultan, padişah vs.) yanında, yardımcı olarak, günümüzdeki
başbakanın vazifesini ifâ eden yüksek rütbeli bir devlet görevlisinin (ayguci,
üge, vezir, sadrazam vs.) ve, onun başkanlığında ─günümüzdeki bakanlar
kurulunun bir benzeri olan─ yüksek rütbeli devlet görevlilerinden mürekkep bir
heyetin (divan vs.) görev yaptığı, bilinmektedir.
Üstelik, Türk târihinin hiç bir
döneminde, devlet başkanları sınırsız yetkilere sâhip olmamışlardır. Bilhassa,
İslâmiyet öncesi dönemlerdeki bâzı uygulamalar, günümüzdeki bâzı ileri
demokrasi uygulamalarını aratmayacak niteliktedir.. Yılın belirli dönemlerinde
─düzenli olarak─ toplanan kurultaylarda önemli konular (yeni vergilerin
salınması, mevcut vergilerin artırılıp azaltılması, barış/savaş kararları,
uluslararası antlaşmaların onaylanması, törenin tanzimi vs.), görüşülmekte ve
karara bağlanmaktaydı. Kurultay üyelerinin geniş yetkileri hâiz oldukları,
gerektiğinde hükûmdârın azline ve yerine kimin seçileceğine karar verilebildiği,
bir vakıadır. İslâmiyetin kabûlünden sonra yerleşik düzene geçilmesi,
yetkilerin merkezde toplanmasını zorunlu kılmış, siyâsî-iktisâdî-içtimâî
nizamın da yeni dönemin gerekleri doğrultusunda farklılaşmış olması sebebiyle,
yukarıda bahsedilen uygulamaların bir kısmından (kurultay toplanması vs.) zaman
içinde vazgeçilmiş ise de, hükûmdarlar (padişahlar, sultanlar), "adâlet,
meşveret, ehliyet" gibi ─demokrasi kültürünün gelişimi ve hukûk düzeninin
güçlenmesi bakımından büyük önem taşıyan─ kurallara riayet etmeye özen
göstermişlerdir.”. http://www.kirmizilar.com/tr/index.php/guncel-yazilar3/1960-gundeme-dair-anayasa-degisikligi-uzerine-dusunceler
86
Aşağıdaki iddiaya cevap
derlersin:
87
“Söyleşide son sözü alan Dr. Adnan Küçük de,
Başkanlık sisteminin hem meclisin, hem de Başkanın halk tarafından seçildiği
bir sistem olduğunu, böyle olunca hem Başkanın, hem de meclisin gücünü halktan
aldığını ve her ikisinin da halkın isteğiyle
olduğunu söyledi. Geçmişte bazı
kişilerin parlemento tarafından Cumhurbaşkanlarını seçildiğini ifade eden
Küçük, “Ben merak ediyorum bu millet bin yıl yaşasa bu isimleri Cumhurbaşkanı
seçermiydi? Bizim tarihimize baktığımızda lider eksenli bir toplum olduğumuzu
görürüz. Lider eksenli toplumlara baktığımızda birden fazla kişiler liderlikte
karşılaştıklarında çok çatışmalar olur. Bizim mevcut yönetimimize baktığımızda
da, hem Cumhurbaşkanı hem de Başbakan güçlü olmuş, yani bu sisteme göre güçlü
olmak zorundalar. Ayrıca parlementer sisteme baktığımızda koalisyonlar olmuş ve
hiçbir zaman birlik sağlanamamış. Koalisyonlardan kurtulmak için Başkanlık
sistemi önemlidir” dedi.”. http://torosgazete.com/TR/Haberler/Bolge-Haberleri/BUNLARIN-HAZIMSIZLIGI-CUMHURBASKANINI-HALKIN-SECMESI-----/
88
“Latin Amerika ülkelerinin
tersine, binlerce y ıllık devlet tarilıinıiz, Osmanlının 600 yıllık birikimi,
cumhuriyet tarihimizde Atatürk ve milli şef dönemleri-in yap ısı gibi
örnekleyebileceği.- miz tarihsel geçmişirniz başkanlık sistemi için yeterli
birikime ve kültüre sahip olduğumuzu kanıtlamaktadır.” http://tbbyayinlari.barobirlik.org.tr/TBBBooks/cbaskani_secimi_onc_cbask.pdf
89
“Bu tarihimizin ilk politik
sistem tartışması değil. II. Mahmut'un 1826'da klasik Osmanlı politik sistemini
tahribinden beri Türkiye'de sistem tartışması var.”. http://www.yenisoz.com.tr/turk-tipi-baskanlik-sistemi-makale-17057
90
“KUT ANLAYIŞI VAR
İslam öncesi Türk devletlerinde
toplumun seçilen devlet başkanına kut verildiğine inandığını ifade eden
Arabacı, kut anlayışının olması nedeniyle devlet başkanlarından beklentilerin
de yüksek olduğunu aktardı. Toplumun seçilen başkana itaat ederek uğrunda ölüme
gittiğini hatırlatan Arabacı, sözlerine şöyle devam etti: “Zamanında kötülükler
yanlışlar üst üste yenilgiler geldiği zaman toplum şöyle düşünüyor, ‘Kut bu
adamdan alınmış, artık bizi temsil edemez.’ Devlet başkanlığı bizim uzak
tarihimizde milletimiz sorumlu ve icracı devlet başkanı olarak görüyor. Devlet
başkanını seçtiği ve belirlediği zaman ona itaat ediyor, onu başbuğ olarak
görüyor, uğrunda ölüme gidiyor ama ondan da yüksek beklentilere giriyor. Devlet
başkanı toplumun birliğinin sembolüdür, varlığının dirliğinin sembolüdür.
Toplumun bu yönelişine layık olmak zorundadır. Layık olmazsa toplum ‘Kut bu
adamdan alındı’ diye düşünür ve baştan indirilir.”. http://www.hakimiyet.com/baskanlik-sistemi-tarihimizde-var-1223605h.htm
91
“İSLAMDAN SONRA DA BAŞKANLIK
VAR
İslam’dan sonra da buna kengeş
meclisine benzer uygulamaların olduğuna vurgu yapan Arabacı, İslam’dan sonra da
bunun İslamileşmiş şekliyle devam ettiğini belirtti. Göktürk ve Hun devrinde
görülen kut inancının Osmanlı Devletinde farkı bir uygulamayla devam ettiğini
aktaran Arabacı, şunları söyledi: “Mesela Kanuni’nin sıfatı, Zillullah-ı
fi'l-arzeyn yani Allah'ın yeryüzünde dolaşan gölgesidir. Bu tabiri Göktürk
devrinin Hun devrinin kut anlayışıyla bütünleştirebilirsiniz. Yeryüzünde
Allah’ın gölgesi halk arasında nasıl tabir edilir? Baş, başa bağlıdır, baş
padişaha bağlıdır, padişah Allah’a bağlıdır. Hedef, padişahın ayak bastığı
yerlerdir. Devlet başkanı liderdir, önderdir. Onu takip edersiniz. Birliği orda
sağlarsınız. Birlik noktalarının biri de sorumluluk yüklenmiş devlet
başkanıdır.”. http://www.hakimiyet.com/baskanlik-sistemi-tarihimizde-var-1223605h.htm
92
“TÜRK TİPİ BAŞKANLIK SİSTEMİ
TARİHİ BİR VAKIADIR.
Köklü bir devlet geleneği ve
medeniyet tasavvuruna sahip olan milletimizin Cumhuriyete kadar kurduğu
devletlerin hepsinde, yönetim şeklinin güçlü bir “Başkan”a dayandığı tarihi bir
vakıadır.
Bu devletlerin hiçbirinde
“Başkan” sembolik bir makamda bulunmamış, bilfiil yönetim yetkisini elinde
tutmuştur.
Bu sebepledir ki tarihimizde
yer alan hükümdarlarımız genele şâmil olacak şekilde tanınır ve bilinir iken
onların vezirleri, sadrazamları ancak ilgilileri tarafından bilinmektedir.
Nitekim, Kanuni Sultan
Süleyman’ı herkes tanır ve bilir iken İbrahim Paşa’yı, Rüstem Paşa’yı ve diğer
Vezir’i Azam’ları kaç kişi tanır ve bilir?
Bu örneği tarihi seyir
içerisinde ileri doğru ve geriye doğru genişletmek mümkündür.
Cumhuriyetin kurulması ile
birlikte bahsi geçen “Kağanlık Sistemi”, 1950’li yıllara kadar devam etmiş olup
1950’li yıllardan sonra ise sayısız krizlere sebep olan mevcut parlamenter
sistemde fiili bir durum olarak ortaya çıkmıştır.
Devletimizin ilk “Reis-i
Cumhur’u” ve aynı zamanda güçlü ve gerçek bir lider olan Gazi Mustafa Kemal,
Cumhurbaşkanı sıfatı ile hiçbir zaman sembolik bir isim olarak kalmadı.
1923-1938 arası dönem
incelendiği vakit bütün meselelere doğrudan müdahil olduğu, hatta Başbakan olan
İsmet İnönü’yü “Sen biraz istirahat et” diyerek Başbakanlık görevinden aldığı
dahi görülmektedir.
Gazi Mustafa Kemal de “Kağanlık
Sistemi”ni sürdürdüğü için güçlü bir lider olarak tanınır ve bilinir iken ona
Başbakanlık (sadrazamlık) yapmış olan kişilerden kaç tanesi tanınır ve bilinir?
Keza, devletimizin ikinci
“Reis-i Cumhur’u” olan İsmet İnönü de güçlü bir başkanlık yapmıştır. Aynı
soruyu, İsmet İnönü için de gündeme getirmek, “Kendisine Başbakanlık yapmış
kişilerden kaç tanesi tanınmaktadır ve bilinmektedir” diye sormak bu yazının
gereğidir.
1950’li yıllardan sonra
liderlik karizması, devletin en tepesinden, protokolde Cumhurbaşkanı’ndan sonra
üçüncü sırada yer alan (ikinci sırada Meclis Başkanı vardır) Başbakanlık makamına
geçmiştir.
Bu protokol durumu dahi
potansiyel bir kriz dâvetçisidir ki 1950’li yıllardan bugüne belirttiğimiz
sebepten neşet eden sayısız kriz vardır.”. http://www.huder.org.tr/mkl_27_bir-modern-zamanlar-kaganligi-turk-tipi-baskanlik.html
93
““Türkiye’de parlamenter sistem
artık ömrünü tamamlamış defalarca darbelere, krizlere, koalisyonlara sebep
olmuştur.
10 Ağustos 2014 tarihinde
Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesiyle birlikte aslında sistem resen ve
filen başkanlık sistemine geçmiştir. Yapılacak olan mevcut durumun başkanlık
sistemi olarak anayasal çerçevesini belirlemek olacaktır. Halk tarafından
seçilmiş bir başkan etrafında bütünleşme ve birliği sağlamak daha kolay
olacaktır. Yapılması gereken bu milletin medeniyet değerlerini, geleneğini,
tarihini taşıyacak Türk tipi milli başkanlık sistemini medeniyetimiz kokan,
tarihimiz kokan, millet kokan yerli ve milli bir anayasayı da ihdas etmektir.”.
http://www.ankahaber.com.tr/politika/ak-partiden-turk-tipi-milli-baskanlik-onerisi-h20362.html
94
“Türk toplumu Orta Asya’dan
itibaren monarşi benzeri bir model olan kağan/han yönetimini Selçuklu ve
Osmanlı İmparatorlukları ile (sultan/padişah) devam ettirmiş, 1876 yılında
kabul ettiği Kanuni Esasi ile de ilk defa meşruti monarşi düzenine geçmiştir. Türkiye
Cumhuriyetinin kurulmasından itibaren 1921 Anayasası ile kısa dönemli Meclis
Hükümeti uygulamasından sonra 1924 ve sonraki dönem Anayasaları ile Parlamenter
sistem uygulanmıştır.”. http://grtc.org.tr/cms/turk-tipi-baskanlik-sistemi-raporu
95
“Türk tipi başkanlık sistemi
diyorum ya bundan rahatsızlık duyanlar var. Bizim kendi geleneklerimiz, siyasi
geçmişimiz var. Bunları bir kenara mı koyacağız? Bizim tarihimizde
Nizâmülmülkümüz var. Orada adeta bir başkanlık sitemine nasıl bir yol verdiğini
görürüz.”. http://www.gumusgoze.bel.tr/guncel/haberler/96-gabar-dagi-nda-pkk-ya-buyuk-darbe-vuruldu.html
96
“Başkanlık sisteminin
artılarını anlatan ve sistemin getirilerini etraflıca konuşan Kırıkkale
Üniversitesi Öğretim Üyesi Anayasa Hukukçusu Yrd. Doç. Dr. Adnan Küçük;
Başkanlık sistemi bizim geleneklerimize ve tarihimize uygun olan bir
sistemdir. Osmanlıdaki padişahlıkla Başkanlık sistemi bir birine benziyor ancak
fark var. Padişahlık veraset yoluyla gelir, başkanlık sisteminde ise seçimle
gelinir. O açıdan tarihi devamlılığın sağlanması için mümkün olacaktır.
Türkiyede yaklaşık 100 yıldır parlamenter sistemi uygulanıyor. Ama bu sistem
içerisinde çok ciddi sorun yaşandı, yaşanıyor ve yaşanabilir. Bedeli bize çok
ağır oldu. Çift başlılık, koalisyonlarla çok şey kaybettirdi. Siyasi istikrarın
sağlanması, sistemde istikrarın sağlanması, parlamentonun güçlü olması,
kararların zamanında alınması hususunda başkanlık sisteminin Türkiye için uygun
olduğunu düşünüyorum. Türkiyede bir takım korkular var. Parlamenter sistem
sanki Türkiyenin kutsalıymış gibi bir algı var. Ancak hiçbir sistem kutsal
değil. Türkiyede ciddi sorunlara sebep olduğuna göre bu sistemin terk edilmesi
suretiyle Türkiyenin hem tarihine uygun, hemde içinde bulunduğumuz duruma
uygunluğu sebebiyle Başkanlık Sistemine geçmemiz gerekiyor dedi.”. http://www.balikligol.com/siyaset/yrd-doc-dr-adnan-kucuk-urfalilara-baskanlik-sistemini-anlatti-video-h20463.html
97
““Orta Asya göçebesini,
dünyanın en iyi askeri” olarak nitelendiren Jean-Paul Roux, Türk savaş
taktiğinin esasını oluşturan hareket ve sürat kabiliyeti hakkında şunları
söylemektedir: “Asya göçebeleri … en iyi atlı süvarilere sahip oldukları gibi
en çok atlı süvari de göçebe ordularında bulunur ve en iyi silahlara
sahiptirler. Görülmedik bir güce sahip olup ve su içmeden, yemek yemeden ya da
uzun süre uyumadan pekâlâ yaşayabilirler. Şeflerini
benimsediklerinde disiplinli ve uyumludurlar. Her zaman baskın çıkarlar;
çünkü nereye ne zaman saldıracaklarına hep onlar karar verir. Yalnızca
yerlerini bildiğinizde onlara saldırabilirsiniz, yine de her an ortadan
kaybolabilirler” [Jean-Paul Roux, Orta Asya (Tarih ve Uygarlık), (Çev. Lale
Arslan), İstanbul 2001, s.38].”. http://okaradag.blogspot.com.tr/2012/12/stratejinin-yazl-kaynaklar-turkler_7037.html
98
“Nasihatü’l-Müluk
Gazali[30], bu eserini zamanın
Selçuklu hükümdarı, Sultan Melikşah’a yazar. Eserin aslı Farsçadır. Çünkü
Selçuklular Uygur alfabesini terk ederek Arap harflerini kullanmaya
başlamışlar, Arapçayı bilim ve din, Farsçayı edebiyat, Türkçeyi de devlet dili
olarak kullanmışlardır. Yönetici, yöneticinin nitelikleri, yönetimde araştırmanın
önemi ve danışmanlık konularında görüşler ileri sürmüştür. "Nasihat-ül
Mülük"te bir yöneticide olması gereken özellikler şöyle sıralanmıştır[31]:
1- Adalet, 2- Zeka, 3- Sabır, 4- Tevazu (alçakgönüllülük). Yönetici şu dört
özelliğe de sahip olmamalıdır: 1- Kıskançlık, 2- Cahillik, 3- Dargörüşlülük, 4-
Kindarlık.
Eserde adaletin esasları şöyle
sıralanır: (1) Saltanat ve idarenin önemi; (2) Alimlerle birlikte hareket
etmek; (3) İdarecinin adaleti; (4) İdarecinin öfkelenmemesi; (5) İdarecinin
merhameti; (6) Halkın ihtiyaçlarıyla ilgilenmek; (7) İsraftan sakınmak; (8)
Şefkat ve lütufla davranmak; (9) Övgülere aldanmamak.
Adalet ve siyasetle ilgili
olarak ise şöyle denilmektedir: “Şunu kesin olarak bil ki, Allah insanlar
içinden iki grubu seçkin yaratmıştır: Bunlar, peygamberler ve devlet
adamlarıdır. Allah peygamberleri, kullara, Yüce Allah'a nasıl kulluk
yapacaklarını öğretmek ve O'nu tanıma yolunu açıklamak için göndermiştir.
Devlet başkanlarını ise; insanları birbirlerine karşı taşkınlık ve düşmanlık yapmaktan
korumak için seçmiş, düzenin ve bozulmanın ipini onların eline vermiş,
hikmetiyle halkın menfaat ve faydasını onlara bağlamış, kudretiyle onları en
şerefli bir makama getirmiştir.”
Sultanlara Allah'ın
yeryüzündeki gölgesi denir. Bu, şu on altı sıfatla kendisini gösterir: Akıl,
ilim, keskin zeka, olayları doğru kavrayabilme, sağlam bir vücut, doğru tahmin
yeteneği, yiğitlik, cesaret, temkinli olabilme, güzel ahlak, zayıflara insaf,
halkına karşı sevgi, liderliğini gösterebilme, ihtimallere yer verme, yerinde
müdahale, fikirde isabet.”. http://okaradag.blogspot.com.tr/2012/12/stratejinin-yazl-kaynaklar-turkler_7037.html
99
“Türk kağanlarında bilgelik, en
önem verilen özellikler arasında yer almaktadır. Bundan da önemlisi, sadece
kağanların bilge olması yeterli değildir Hunlar için, onun çevresinde bulunan
diğer komutanlar ve devlet idarecilerinde de bilgelik değerleri olmak
zorundaydı. Bundan dolayı Hun ve Türk belgelerinde sık sık “Bilmediklerini,
bilmeyen idarecilerin devletlerin yıkımına neden oldukları” yazmaktadır.
100
“Bilge kağanın ölümünden sonra
tahta çıkan Türk hükümdarları devleti iyi idare edememiş, Çin oyunları
neticesinde Türk boyları arasında iç çekişmeler artmıştır.”. http://webders.net/islam-oncesi-orta-asya-turk-tarihi-ders-135-801p2.html
101
102
“KAĞAN
Türklerde hâkimiyetin asıl
sahibi Gök Tanrı’ydı. Tanrı’nın bu hâkimiyetinin kağanlar vasıtasıyla kullanıldığına
inanılırdı. Bu yüzden Türk devletlerinde devlet başkanı ve hâkimiyetin
temsilcisi olan kağanın üstün güç ve yeteneklerle donatıldığı kabul edilirdi.”.
http://slideplayer.biz.tr/slide/12464745/
103
“Kut
İlk Türklerde yönetme (erklik)
yetkisi olarak kabul edilirdi. Bu yetki hanedanın her erkek üyesinin hakkıydı.
Bu anlayışa göre hanedan
ailesinden kim güçlü ise o, başa geçer ve devleti yönetirdi. Kağan, yaptığı
icraatlarla Tanrı’nın bu yetkiyi kendisine verdiğini kanıtlamak zorundaydı.
Eğer yönetimde başarısız olursa bu yetkinin Tanrı tarafından geri alınacağı
düşünülür ve kağan halkın desteğini kaybederdi.
Ülüş;
pay, hisse, nasip, kısmet
anlamlarında kullanılırdı.
Tanrı’nın ülkede bolluk ve bereketi
artırarak ülkeye “iktisadi bir güç” kazandırması anlamına da gelmekteydi. Kağan
da bu iktisadi gücü adil bir şekilde halka dağıtmakla görevliydi.
Küç
Tanrı tarafından kağana verilen
gücü ifade etmekteydi. Bu güç sayesinde kağanın savaşlarda başarılı olduğu
düşünülürdü.”. http://slideplayer.biz.tr/slide/12464745/
104
“Türklerde hükümdarlığa geçişte
kesin bir veraset kuralının olmaması taht kavgalarına, bu da devletin kısa
sürede parçalanmasına ve yıkılmasına yol açabiliyordu.
İlk Türklerde yönetimde başarı
devam ettiği sürece kağan tahtında otururdu. Ancak yönetiminde siyasi ve
ekonomik sıkıntılar yaşanan kağandan Tanrı’nın, “kut”u geri aldığına inanılır
ve töreye göre kağan tahttan indirilirdi.”. http://slideplayer.biz.tr/slide/12464745/
105
“Kağanın görevleri;
En önemli görevi ülkeyi ve
halkı düşmandan korumak, bütün toplulukları bir devlet çatısı altında
toplamaktı.
Ayrıca töre kurallarını
uygulamak, düzeni sağlamak,
Halkı adil idare etmek ve baskı
yapmamak,
Ekonomik açıdan halkı refaha
ulaştırmak
İç ve dış siyaseti düzenler,
savaş ve barışa karar verir,
Savaşta ordulara komuta eder,
Elçiler gönderir, elçiler kabul
eder, devlet görevlilerini tayin eder veya görevlerinden alırdı.
Bununla birlikte Türk
kağanlarının Tanrı tarafından kendilerine verildiğine inandığı dünya
hâkimiyetini sağlamak gibi evrensel bir görevleri de vardı.”. http://slideplayer.biz.tr/slide/12464745/
106
“TÜRKLERDE DEVLET ANLAYIŞI
Devlet için "baba"
sıfatı kullanılmıştır.
Toprak ise "devlet
baba"nın koruduğu "ana vatan" şeklinde ifade edilmiştir.
İcraatlarından memnun olunmayan
yöneticiler yönetimden uzaklaştırılmıştır.
Halk, yöneticiler tarafından
Tanrı'nın emaneti olarak kabul edilmiştir.
Yrd. Doç. Dr. Bülent ATALAY,
"Türk Devlet Geleneğine Göre Devlet Adamlarında Bulunması Gereken Asgari
Hususiyetler", Türkler Ansiklopedisi, C 2, s. 865 (Düzenlenmiştir.).”. http://slideplayer.biz.tr/slide/12464745/
107
“Türk devletinin temeli töreye
dayanırdı. Devlet ve toplumun teşkilatlanması da töreye göre yapılırdı.
Türklerde devletin uzun süre
varlığını devam ettirmesi için töreye uyulması gerektiği inancı hâkimdi. Bu
inanış doğrultusunda tüm toplumun töreye uyması gerekirdi.
Göçebe
Türk toplumunu yönetmek, bir arada tutabilmek ve her zaman disiplin altında
tutmak kağan için önemli bir görev sayılmıştır. Bu çerçevede, Türk kağanının
sahip olduğu en önemli yetki, etkin hukuk kurallarının oluşturulması ve
bunların gereği gibi uygulanmasının sağlanmasıydı.
A. İLK TÜRK DEVLETLERİNDE HUKUK
Eski Orta-Asya Türk toplumunda
büyük değer atfedilen “Töre”nin oluşumunda üç yoldan bahsedilebilir:
Kağanlar tarafından konulan
kurallar, Kurultaylarca getirilen kurallar Halk tarafından
toplum içinde
kendiliğinden,yavaş yavaş oluşan kurallar. (yusun)
1. Hukuki Yapı
Orhun Kitabeleri'nde
"töre" kelimesi on bir yerde geçmekte, bunun altısında "il"
ile birlikte kullanılmaktadır. Diğer beş yerde de yine "il" ile
alakası açıkça belirtilmektedir.
“İl gider, töre kalır.”
sözünden de anlaşıldığı gibi töreye çok büyük önem verilir ve hatta töre
devletten bile önde tutulurdu.
Tahta çıkan hükümdarın ilk
icraatı hukuk kurallarını düzenleyip yürürlüğe koymaktı.
Kağanın kanun yapma ya da
töre kurallarında değişiklik yapılması teklifinde bulunma hakkı vardı. Ancak bu
teklif, kurultay onaylarsa yürürlüğe girebilirdi. Bu bakımdan ilk Türk
devletlerinde yasama yetkisi kurultay ve kağan tarafından paylaşılırdı.
Töreye uygun davranmayan veya
yönetimde başarı sağlayamayan kağanlar halkın desteğini kaybederdi. Orhun
Kitabeleri’nde bununla ilgili örneklere rastlanmıştır.”. http://sedatsahin.com.tr/wp-content/uploads/2017/12/islamiyetoncesi_hukukiyapi.pdf
108
“Göçebe Türk topluluklarında at
sürüleri gütme, ata binme, avcılık gibi faaliyetlerle Türk insanı her türlü
yaşam şartına dayanabilecek ve uyum sağlayacak şekilde sağlam bir vücut ve ruh
yapısı kazanmaktadır. Oğuz Kağan da gençlik çağına erişirken avcılık yapıp, at
sürüsü besleyip, akın faaliyetlerinde bulunarak bedenen ve ruhen güçlü bir
yiğit olmuştur (Koca, 2011).”. http://www.turkiyatjournal.com/Makaleler/1621005043_12yasemin%20kurtlu.pdf
109
“Oğuz Kağan Destanı’ndaki
hakan/hükümdar tasviri incelendiğinde hükümdarın asil bir soydan geldiği ve
Tanrı tarafından kendisine “kut” yani yöneticilik yetkisi verildiği
görülmektedir. Oğuz Kağan Destanı mitolojik unsurlarla örülü bir metin olması
nedeniyle tabiata ve varlıklara ait unsurların kahramanın tasvirinde
kullanıldığı görülmektedir. Oğuz Kağan’a atfedilen hayvanlara ait özellikler
onun gücünün simgesi olarak kabul edilebilir. Oğuz Kağan’ın mitolojik
unsurlarla güçlendirilmiş kağanlığı kut kültüne dayanmaktadır. Tanrı adına
ülkeyi yönetme sorumluluğu bilinci anlatıda görülmektedir.
Oğuz Kağan, atlı-göçebe hayat
tarzının ve kültürünün ideal insan tipini temsil eder.
Yaşadığı coğrafya
düşünüldüğünde, o coğrafyanın şartlarına uygun yetiştirilmiş cesur bir
yiğittir, aynı zamanda savaşçıdır. Hükümdar olmak için verdiği mücadeleyi
zekâsını ve aklını kullanarak kazanmıştır. Oğuz Kağan ormandaki yabani hayvanı
avlarken zekâsını kullanmıştır.
Yine zalimlerin gerekli şekilde
cezalandırılması ve mazlumların korunması vurgulanır. Oğuz Kağan halkına zulmeden
canavar ile savaşır ve onu alt eder.
Destanda devletin ordusunun
güçlü olması ve hükümdarın ordusunu ödüllendirmesine değinilmektedir. Oğuz
Kağan, ordusu kuvvetli bir hakandır. Bu sayede girdiği bu ve bunun gibi birçok
savaştan galibiyetle çıkmaktadır. Ayrıca işi liyakat sahibi olana vermek de
metinde vurgulanmaktadır. Yine Oğuz Kağan liyakat sahibi kişilere fikir
danışmayı tercih etmektedir.
Uluğ Türk ve ordusundaki
beylere danışmayı ihmal etmez ve onların düşüncelerine önem vermektedir.
Türk devlet yöneticilerinin
cihan hâkimiyeti ülküsüne sahip olması metinde vurgulanır.
Oğuz Kağan’ın yaptığı
evlilikler, çocuklarına verdiği isimler sembolik olarak cihan hâkimiyeti
ülküsünü temsil etmektedir. Ayrıca Oğuz Kağan yaptığı fetihlerle de bu ülküyü
gerçekleştirir.
Eski Türklerin ve Oğuzların
fetihlerini destanî bir şekilde anlatan Oğuz-Name’ye göre ilk cihan hâkimiyeti
Oğuz Kağan tarafından gerçekleştirilmiştir (Turan, 1998).
Oğuz Kağan cömert bir
hükümdardır. Savaşlardan elde edilen ganimeti asker ve halkına dağıtır. Ayrıca
büyük toylar düzenleyerek halkını doyurur. Oğuz Kağan, iyi bir devlet adamı
olarak savaşmadan önce uzlaşma yolunu tercih etmektedir. Hiddetle hareket
etmemektedir.
Oğuz Kağan Destanı bize bir
hükümdarın sahip olması gereken özellikler açısından
bilgi vermektedir. Oğuz Kağan
Destanı’nın kahramanı Oğuz Kağan bozkır hayatına uygun bir alp tipi
sergilemektedir. Hem bilgilidir, hem güçlüdür, hem savaşçıdır, hem de siyaset
bilgisiyle devletini en iyi şekilde idare ederek hem halkını mutlu eder hem de
ülkesinin sınırlarını genişletir.
Türklerde devlet yönetimi ve
hükümdarlık bir sanat olarak benimsenmiş ve ilk çağlardan itibaren
yöneticilerinin kültürlü, erdemli ve cesur yetişmesine önem verilmiştir. Bir
hükümdarın bu niteliklere sahip olması devlet yönetimine ait birer ilke gibi
benimsenmiştir.
Bahsi geçen vasıflar açısından
yetersiz olan devlet yöneticilerinin yönetimdeki olumsuz etkileri acı
tecrübeler bırakmıştır (Taneri, 1997).
Türk devlet ve hâkimiyet
anlayışı dikkate alındığında Oğuz Kağan Destanı’ndaki hükümdar tipinin sahip
olduğu özelliklerin aslında bir yöneticinin sahip olması gereken özellikler
olduğu ve Oğuz Kağan’ın bu özellikleri taşıdığı söylenebilir.
Oğuz Kağan Destanı farklı
inceleme (söylem çözümlemesi, gösterge bilimsel olarak inceleme, içerik analizi
vb.) yöntemleriyle ele alınabilir. Ayrıca Oğuz Kağan Destanı’nda ortaya
konulmaya çalışılan hükümdar tasarımı Türk kültür tarihî açısından değer
taşıyan başka eserlerdeki hükümdar anlayışı ile karşılaştırılabilir. Yine Oğuz
Kağan Destanı’nda ortaya konulan hükümdar anlayışı günümüzdeki yönetici
algısıyla ilişkisinin incelenebileceği çalışmalar da yapılabilir.”. http://www.turkiyatjournal.com/Makaleler/1621005043_12yasemin%20kurtlu.pdf
110
“Hun Devleti’nde devleti
yöneten kişiye “Tengri Kut” unvanı verilmiştir ve hükümdarlık bir sülalenin
elinde irsidir. Tengri Kut, bütün orduların başkumandanıdır ve bütün yüksek
memurları o tayin etmekle yetkilidir. Devletin başındaki yöneticinin asil bir
soydan geldiği anlayışı da yine Türklerde hâkimdir. Liderini
yüceltmek Türk toplumunun en önemli özelliklerindendir. Ayrıca devleti
idare eden yönetici, topraklarını genişletmekle de yükümlüdür. Ziya Gökalp’e
göre “Tudunluk” durumda bir Türk devleti kurulduğunda, onun az zamanda
“İlhanlığa” çıkması mümkündür. Türk devleti bir merdiven gibidir ve onun ilk
basamağına çıkan ya inecek ya da en son basamağa kadar yükselecektir. Hun,
Göktürk, Uygur, Karahanlı, Gazneli ve Selçuklu devletlerinde bu özellik
görülmektedir (Akyüz, 2002).”. http://www.turkiyatjournal.com/Makaleler/1621005043_12yasemin%20kurtlu.pdf
111
““Oğuz Kağan’ın yanında
aksakallı, kır saçlı, uzun akıllı (tecrübeli) bir yaşlı kişi vardı.
Anlayışlı, doğru bir erdi.
Tüşimel (nazır, vekil, vezir) idi. Onun adı Uluğ Türük’dü” (Banarlı, 2004, s.
20).
Yardımcı (2007) eski Türklerde
topluma manevi liderlik yapan, toplumu yönlendiren ve sözü dinlenen, öğüt
verici lider kişilerin olduğunu; bu kişilerin aksakallı ifadesiyle
belirlendiğini ve bu bilge tipin Türk destanlarında önemli olduğunu yazmıştır.
Türk destanlarında kağanların yanlarında bilge vezirler bulundurduğunu ve
verecekleri kararlarda bilgelere danışmaları bilgeliğe önem vermelerinden
kaynaklandığını Oğuz kağan Destanı’nda da Oğuz’un akıl hocalarından Uluğ
Türük’ün bilge tipinin iyi bir örneği olduğunu vurgulamıştır.
Oğuz Kağan Destanı’nda Oğuz’un
yanında akıllı bilgili kişiler bulundurması, yine danışmanlığını yapan Uluğ
Türük’ün akıllı, bilge, doğru, yaşlı biri olması yönetimde bu yeterliliklere
sahip kişilerin olması düşüncesinin bir yansıması olduğu söylenebilir. Uluğ
Türük yaşlı biridir ve Oğuz Kağan ona saygı göstermektedir. Dolayısıyla oğuz
kağan büyüklerine saygı gösteren bir kişiliktir. Yine Uluğ Türük akıllı ve
bilgedir. Oğuz Kağan da bilgili ve akıllı kişilere değer vermektedir. Başka bir
ifadeyle devletini akıl ve bilgiyle idare etmektedir çıkarımı yapılabilir.
Uluğ Türük “Uykudan sonra düşte
gördüğünü Oğuz Kağan’a bildirdi. Dahi dedi ki:
“Ey Kağanım! Sana hayat hoş
olsun. Ey Kağanım! Sana dirilik hoş olsun. Gök Tarı düşümde ne verdiyse gerçek
olsun. (Tanrı) bütün dünyayı senin nesline verdirsin” (Banarlı, 1987, s. 20).”.
http://www.turkiyatjournal.com/Makaleler/1621005043_12yasemin%20kurtlu.pdf
112
“Orta Asya Türklerinin
yaşamlarının her alanına etki eden Bozkır kültürü ve yarı göçebe yaşam tarzı,
özellikle sosyal yapıyı şekillendirmiştir. Yaşadıkları coğrafyanın zor şartları
karşısında ayakta kalabilmek için Türk toplulukları, teşkilatçı bir karakter
kazanmışlardır. Hem siyasi hem de sosyal hayatın teşkilatlı düzeni, Türklerin
tarih boyunca pek çok devlet kurmalarının temel sebebidir.”. http://bilgemercan.blogcu.com/ipek-yolunda-turkler/7330913
113
“Kağanların tahta geçişinde
tesbit edilen asıl norm, Bilge Kağan yazıtında geçen "Geleneğe göre amcam
kağan (tahta) oturdu"s2 ibaresinden de anlaşılabileceği gibi, kağanlığın
tek bir kuşağın içindeki ağabeyden kardeşe devirle gerçekleşmesi şeklindedir.
Böylece kardeşler arasındaki siyası çatışmalar azalmış, _kardeşlerin liderliği
kazanmak için ve kendi aralarında kalmasını sağlamak için birbirleriyle
işbirliğine girmelerini teşvik
48 Kurat, a.g.m., s.5-6. / 49
Barkan, a.g,e., s.13. / 50 Göktürk kaynakları ile ilgili ayrıntılı bilgi için
bkz.: Taşağıl, Oök-türkler, s. 1-8.s / 51 Ayrıntılı bilgi için bkz.: Öğel, Türk
Kültürünün Gelişme Çağları, s.578; Kurakichi Shiratori, "Kaghan Unvanının
Menşei", (Çev.ılbrahim Gökbakan), Belleten, C.9, S.36, Ankara, 1945, s.
497-504. / 52 Ergin, a.g.e., s.l. 41i
etmiştir. Asıl sorun otoritenin
bir kuşaktan sonraki kuşağa geçişinde ortaya çıkmış, birbirlerinin amca
oğulları olan eski kağanların oğulları kağanlık için mücadele yarışına
girmişlerdir'"
Kağanlann görevi, bozkır
boylarını sürekli "itrnek, yaratmak, yığmak", yani
örgütlendirmektir". Yazıtlarda geçen şu sözler bunu açıkça ortaya
koymaktadır: "Babam kağan, amcam kağan oturduğunda dört taraftaki milleti
nasıl düzene sokmuş ...Tanrı buyurduğu için kendim oturduğumda dört taraftaki
milleti düzene soktum ve tertipledim.?".
Kağanların bu görevlerinin
dışında yüksek rütbeli memurları atamak, halkını refaha götürmek, ülkesini
büyütmek, ordularını sevk ve idare etmek gibi görevleri de vardır".
Göktürklerde de kağanın gücünü
gökten, Tanrı'dan aldığına inarıılmıştır'" Orhun yazıtlarının başlangıcı
bu görüşü destekler nitelikteki sözler içermektedir : "Tanrı gibi gökte
olmuş Türk Bilge Kağanı, bu zamanda oturdum. Sözümü tamamiyle işit"s8.
Yazıtlarda ayrıca kağana itaatın yararı önemle vurgulanmıştır. Bunda amaç
kağanın mevkiini güçlendirmektir'"”. http://www.yenidenergenekon.com/wp-content/uploads/2013/11/eski-tc3bcrklerde-hukuk.pdf
114
“Bu dönem içerisinde özellikle
Göktürklerden kalmış Or_j yazıtları kamu hukuku açısından bize çeşitli bilgiler
vermektedirıo.Nitekim.ıli bu yazıtlarda dikkat çeken en önemli noktalardan biri
kağanın her işini;halk! için yapıyor olmasıdır. Kağan, halkın iktisadi refahını
sağlamak, savaşlar sonucunda halk için zaferler kazanmak vb. görevlerle yükümlü
kılınmıştırri Bu durum, Göktürk devletinde gelişmiş bir devlet-toplum
ilişkisinln' varolduğunu ortaya koyan önemli bir göstergedir 11•”. http://www.yenidenergenekon.com/wp-content/uploads/2013/11/eski-tc3bcrklerde-hukuk.pdf
115
“Eski Türklerde, kağanın görevleri
arasında sayılan unsurların başında, kağanın iyi kanunlar yaparak, bu kanunları
adaletle uygulaması ve halkı koruması gelmiştir. Çünkü bir devletin kanun ile
ayakta durabileceğine inanılmıştır". http://www.yenidenergenekon.com/wp-content/uploads/2013/11/eski-tc3bcrklerde-hukuk.pdf
116
“Kağanlann görevi, bozkır
boylarını sürekli "itrnek, yaratmak,
yığmak", yani
örgütlendirmektir". Yazıtlarda geçen şu sözler bunu açıkça
ortaya koymaktadır: "Babam
kağan, amcam kağan oturduğunda dört
taraftaki milleti nasıl düzene
sokmuş ...Tanrı buyurduğu için kendim
oturduğumda dört taraftaki
milleti düzene soktum ve tertipledim.?".
Kağanların bu görevlerinin
dışında yüksek rütbeli memurları atamak, halkını
refaha götürmek, ülkesini
büyütmek, ordularını sevk ve idare etmek gibi
görevleri de vardır".” http://www.yenidenergenekon.com/wp-content/uploads/2013/11/eski-tc3bcrklerde-hukuk.pdf
117
“Göktürklerde de kağanın gücünü
gökten, Tanrı'dan aldığına
inarıılmıştır'" Orhun
yazıtlarının başlangıcı bu görüşü destekler nitelikteki
sözler içermektedir :
"Tanrı gibi gökte olmuş Türk Bilge Kağanı, bu
zamanda oturdum. Sözümü
tamamiyle işit"s8. Yazıtlarda ayrıca kağana
itaatın yararı önemle
vurgulanmıştır. Bunda amaç kağanın mevkiini
güçlendirmektir'".”.
“Tarkan gibi iyi
anlaşılamayan bir memuriyet
ünvanı da "Buyruk" tur. Buyrukların memur
oldukları sürece bey sayılan
yüksek devlet memurları oldukları
sanılmaktadır. Yazıtlarda
kağanın buyruğunun bilgili ya da bilgisiz
olmasının önemi üzerinde özenle
durulmuştur. Buyruğun bilgili olması
durumunda ilin yükseleceğinden,
bilgisizliğinde ise batacağından söz
edilmiştir. Bu deyişe
bakılarak, buyrukların kağanın yardımcıları, bir tür
bakanları olduğu düşünülebilir.
Fakat buyruklar aynı zamanda komutanlık da
yapmışlardır'r'.”. http://www.yenidenergenekon.com/wp-content/uploads/2013/11/eski-tc3bcrklerde-hukuk.pdf
118
“Göktürklerde, devleti
oluşturan üç ögenin varlığı bilinmektedir.
Bunlardan birincisi,
hükümranlık hakkıdır. Diğer eski Türk devletlerinde
olduğu gibi Göktürklerde de bu
hakkın kağana, Tanrı tarafından
bağışlandığına inanılmıştır.
İkinci öge, "devlet" ve "ülke" anlamına gelen
"İl" veya
"EI"dir. İl, kağanın şahsi malı gibi isteğine göre tasarruf edilebilen
bir toprak parçası değil,
bizzat devlet reisinin korumakla görevli olduğu bir
"ata yadigarı"dır.
Üçüncü öge ise "Bodun" adı verilen halktır. Eski Türk
topluluklarında halkın ferdi
hukuk ile donatılmış ve iktisaden esir olmayan
bir hayat düzeninde bulunduğu
anlaşılrnaktadır'". Bununla beraber, Orhun
yazıtlarında kullanılan
"ak-bey" ve "kara bodun" gibi ifadeler her kabilenin
yönetici ve yönetilen
sınıflarından oluştuğunu göstermektedir" .”.
“Türklerde devlet fikrinin
kökleri, eski medeniyetlere kadar uzanmaktadır.
Bilim adamları, eski Çin,
Mezopotamya, Ġran, Hindistan ve Anadolu medeniyetleri
üzerinde yaptıkları
araĢtırmalarda belirgin Ģekilde Türk kültürünün izlerine
rastlamıĢlardır. Hatta onlara
göre, bu medeniyetler, varmıĢ oldukları yüksek seviyeye
ancak Türklerin teĢkilatçı
yetenekleri sayesinde ulaĢabilmiĢlerdir. Bu durum Ģu
gerçeği ortaya koymuĢtur:
Türklerde devlet fikri pek erken çağlarda doğmuĢ ve
geliĢmiĢtir. Onlar, Orta
Asya‟ya hükmeden büyük devletler kurdukları gibi, dünyanın
öteki yerlerine göç ederek,
gittikleri yerlere de devlet fikrini götürmüĢlerdir. Nitekim
Türklerin tarihte kurdukları
devlet sayısı 100‟ün üzerindedir. Bu sayıya dünyada
hiçbir millet ulaĢamamıĢtır.
Burada hemen belirtelim ki, Türklerin bu teĢkilatçı
yeteneklerinde onların Ġslâm
dinine ve medeniyetine girinceye kadar Orta Asya‟da
yaĢadıkları Atlı-Göçebe hayat
tarzının baĢlıca rolü ve etkisi bulunmaktadır.”. http://w3.bilecik.edu.tr/oguzturkmen/wp-content/uploads/sites/87/2017/12/Dil-Tarih-ve-K%C3%BClt%C3%BCr-Ba%C4%9Flam%C4%B1nda-T%C3%BCrklerde-Devlet-Y%C3%B6netimi-ve-Alg%C4%B1s%C4%B1.pdf
119
“Bizans tarihçisi Menandr,
568-576 yılları arasında genelde ticari amaçla gönderilmiş 7 heyetten
bahsediyor. Askeri birlik giderek etkisini kaybediyor, zira Türkler Batıya
doğru ilerleyerek Boğazları alıyorlar ve Bizans’ın sınırları için tehdit
oluşturuyorlardı. 580 yılına doğru Çin’den Kafkaslar’a dek büyük bir alanı
tutan Kağanlık önemli ticaret hattını kontrolünde tutuyordu. Türklerin sadece
göçebe halklar olarak kaldığını, kağanların ise sadece ticaret yollarını
kontrol ettiklerini ve Çin’den alınan ipeği sattıklarını düşünmek tamamen
yanlış olurdu. Batı Kağanlığı’na eski devletin kuzeyde Güney Ural’dan ve
Harezm’den başlayarak batıda Kuzey Kafkasya’ya, doğuda Yedisu’ya ve güneyde
Amuderya’ya kadar gelişmiş bölgeleri dahil idi. Bunların merkezi ise Orta Asya
idi. Özellikle bu dönemde, vahalardaki yerleşik yaşama ve bölgenin ekonomisine
Türk katmanının girmesiyle büyük etnik değişiklikler gerçekleşmiştir.”. http://www.larendem.com/turk-tarihi/eski-ve-orta-cag-donemlerinde-buyuk-ipek-yolu-uzerindeki-orta-asya-turkleri-2.html
120
“türk tarihi dikkatle tetkik
edildiğinde Hun Hakanı Mete’nin ayrıcalıklı ve önemli yeri hemen dikkat çeker.
Bozkır coğrafyasında yaşayan göçebe Türk topluluklarının birlik altında
toplanması ve teşkilatlanma kabiliyetine sahip güçlü, sistemli bir devletin ortaya
çıkışında Mete’nin önemli rolü vardır.” . https://ofpof.com/tarih/dilden-dile-dolanarak-destanlasan-turk-un-atasi-oguz-kagan-gercekte-kimdir
121
“Tarıma dayalı yaşamayan Hunlar
ve Göktürkler geniş Asya bozkırlarında çadırlarda barınırlardı.
Tarım hayatı yerleşik, kısmen
altyapılı ve sistemli bir yaşayış gerektirirken göçebelik sabit-mekân olmaya
müsait değildi.
Aslında göçebe hayat tarzı bir
tercihten öte mecburiyettir denebilir. Orta Asya’da
tabiat şartları zor, çetin ve zayıfları sinesinde barındırmayacak kadar
merhametsizdi. Bu coğrafyada sürekli harekete dayalı bir hayat vardı.
Kavimlerin tamamının atlı olduğu bu dönemlerde baskın tehlikesi ve ölüm olağan
hâllerden olduğu için, bundan korunmanın yolu da süratle hareket etmeye,
göçmeye ve yeni mekânlar bulmaya bağlıydı. Böyle bir toplumun gözleri hep açık,
uçan kuştan tehlike sezen, elleri hep tetikte (ok, kargı, yay) olmalıydı. Yönetim iradesinin çok güçlü olduğu böyle
bir hayatın temel unsuru bir başa ve töreye bağlı ve kesin itaat gerektiren
bir nizamdı.
Mutlak irade, törenin hükmüyle
emir verince çadırlar toplanıp, yeni mekânlarda tekrar kurulurdu.”. http://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/genis-aci-fikir-ve-tartisma/600523.aspx
122
“Tarih boyunca kurulan Türk
devletlerinin en başta gelen görevi "Halka Hizmet" olmuştur. Tarihi
kaynaklardan öğrendiğimize göre, Hunlarla birlikte ortaya çıkan " Cihan
Hâkimiyeti ve Dünya Devleti olma düşüncesinin hedefi de bütün dünyayı Türk
devletinin himayesine almak ve halka hizmet etmekten ibaretti. Bu düşünce
tarihimizde "Türk Cihan Hakimiyeti Ülküsü" nü doğurmuştur.
Tarih sahnesine çıkan ilk Türk
devleti ile birlikte "DEVLET BABA" deyimi de ortaya çıkmıştır. Ailede
baba ne ise millet nazarında da devlet o idi. Türk devleti de tıpkı bir baba
gibi halkın güvenliğini sağlar, halkı yedirir, içirir, beslerdi. Halka hizmet
eden devlet bu şekilde "KUTSAL" laşırdı. Eski Türkler de esas olan
devlet değil; millet idi. Yüce Tanrı, Türk milletini sevdiği için devlet
verirdi. Bu düşünce Gök Türk yazıtların da " İl Berigme Tanrı "
(Devlet veren Tanrı) şeklinde geçer. "Ya devlet başa, ya kuzgun leşe"
deyimi Türkçemizin en eski deyimlerimden olup, Türk milletinin devlete verdiği
önemi göstermesi açısından çok önemlidir. alka hizmet ve devletin millet için
olduğu anlayışını Şeyh Edebali'nin Osman Gaziye nasihatinde ki "İnsan
yaşat ki devlet yaşasın!" sözlerinde de görebiliriz.
Devletin babalık görevleri Gök
Türk Yazıtları'nda, Bilge Kağan Kitabesi'nde şöyle anlatılır: Varlıklı, zengin
bir millet üzerine oturmadım. İşte aşsız, dışta donsuz, düşkün, perişan bir
milletin üzerine oturdum. Babamızın, amcamızın kazandığı milletin adı, sanı yok
olmasın diye, küçük kardeşim Kültigin ile sözleştik. Türk milleti için gece
uyumadım, gündüz oturmadım; küçük kardeşim Kültigin ve şadlarla ölesiye
çalıştık..." Aynı kitabede Bilge Kağan amcası, Kapağan Kağan'ın ( 692-716
) hizmetlerinden de söz eder ve : "Amcam Kağan (tahta) oturarak Türk
Milleti'ni tekrar düzene soktu, besledi, fakiri zengin kıldı, azı çok
kıldı..." der. Yine Bilge Kağan kendisine ait kitabesine : "Altının
sarısını, gümüşün beyazını, ipeğin halisini, atın aygırını, kakımın siyahını,
sincabın gökünü milletime, Türklerime kazandırdım" diyerek hizmetlerini
anlatmaya devam eder. Görüldüğü gibi Türk devletinin asıl hedefi ve görevi
halka hizmettir.”. http://www.ortadogugazetesi.net/makale.php?makale=trklerde-devlet-kavrama-ve-kutsal-devlet-anlayaa&id=7382
123
“Asya’da kurulan İslâm öncesi
Türk devletleri kendi coğrafyalarına ve insan
unsuruna göre bir devlet felsefesi geliştirmişlerdir. İç hakimiyet
alanında halkı birleştirme, düzene kavuşturma ve ekonomik istikrar, dış
hakimiyet de ise cihan hakimiyeti, barış ve istiklâl hedeflenmiştir. Bilindiği
kadarıyla Hunlar zamanında şekillenen bu felsefe sonraki Türk devletleri
tarafından devam ettirilmiştir. Kök Türk devleti bu mirası geliştirmiş ve Türk
millî siyâsetini Orhun Abideleriyle ebedileştirmiştir. Bozkır
coğrafyasının şekillendirdiği atlı göçebe bozkır kültürünün ürünü olan bu
siyâset, kendi dinamiklerine dayanmaktadır ve kendi şartlarında değerlendirilmelidir.”
http://sbd.aku.edu.tr/III1/5.pdf
124
“Bozkır Türklerinin önemli bir
kısmını konar-göçerler oluĢturmaktaydı.
Konar-göçerler temel geçim
kaynağı olarak hayvancılıkla uğraĢırlardı. Ġktisadi
düzenin temelini meydana
getiren uçsuz bucaksız ve aynı zamanda kısır otla
kaplı bozkırlar; Gobi, Tarım,
Kara Kum, Kızıl Kum ve Taklamakan çöllerinin
hemen kenarlarında bir de Hazar
Denizi, Amu-Derya, Sır-Derya, ZerefĢan,
Tetçen, Atrek, Kızıl-su ve
Yedi-su civarlarında uzanırlardı. Bu otlaklar, 3.000
metreye kadar yükselen çeĢitli
dağların yamaçlarına kadar yayılırlardı. Hiç
yağıĢ görmeyen yılın yarısında,
bozkırlar tamamıyla kurur, tabiatın bu
kısırlığından müteessir olan
göçebeler koyun, keçi, deve ve atlarının
beslenmesi için devamlı olarak
bir otlaktan diğer otlağa dolaĢmak zaruretini
duyarlardı14. Bozkır
Türklerinin sürekli yer değiĢtirmek zorunda kalmaları,
ekonomik, dini, siyasi ve
sosyo-kültürel etkileĢimin geliĢmesini de sağlamıĢtır.”. http://www.itobiad.com/download/article-file/92642
125
oku: Abdulkadir Ġlgen, “Bozkır
Göçebelerinde Sosyo-Ekonomik Yapı”, İktisat Fakültesi Sosyal Siyaset
Konferansları 49. Kitap Prof. Dr. Turan YAZGAN‟a Armağan Özel Sayısı, Ġstanbul,
(2005): 829
126
“Bozkır Türkleri, uçsuz
bucaksız bozkır coğrafyasını at sayesinde
geçmişler, büyük akınlar ve
göçler at üstünde yapılmıştır. Rasonyı, at ile
gerçekleştirilen göçebeliğin
çiftçilikten üstün bir yetenek olduğunu
belirtmektedir. Hayvanların
evcilleştirilmesi üstün bir sanat olup iktisadi açıdan
hayvanları ete, süte ve
yapağıya dönüştürmek büyük emek ve askeri yetenek
isteyen bir iştir17. Hayvanları
yetiĢtirmek, büyük sürüleri sevk ve idare etmek,
değiĢik iklim ve çevre Ģartları
içinde durmadan onlara yeni otlaklar ve su
bulmak, hububatın ekilmesinden
ve hasadın toplanmasından daha zor bir
faaliyettir18. Bozkır
kavimlerinin hayatında at besiciliğinin oldukça yaygın
olduğu bilinmektedir. Atın
yetiĢtirilmesi, M.Ö. IV. bin yıla kadar geri
gitmektedir19. Türkler sadece
kendi ihtiyaçları için değil, aynı zamanda
yabancı ülkelere ihraç etmek
için de at beslemiĢlerdir20. At, bozkır Türklerinde
sadece uçsuz bucaksız
bozkırları aĢmak için kullanılan bir nakil aracı değil,
aynı zamanda Türklerin hem
sosyal hem de ekonomik hayatında tek baĢına
bir kurum özelliği
taĢımaktadır. Ekonomi, atın sürü Ģeklinde yetiĢtirilmesine
dayandığından, bu durum kültür
ve toplum hayatının oluĢmasını sağlamıĢtır.
Bundan dolayı bu kültüre, “atlı
çoban kültürü” de denilmektedir21.”. http://www.itobiad.com/download/article-file/92642
127
Oku: Wolfram Eberhard, “Eski
Türk Devletlerinin Ekonomisi Hakkında Ġncelemeler 1, Tobaların Hayvancılığı”,
Belleten, C. 9, S. 36, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, (1945): 487.
128
“Bozkır coğrafyası ve iklim
şartları
Türklerin konar-göçer hayatı
benimsemelerine neden olmuştur.”. http://www.itobiad.com/download/article-file/92642
129
“SOSYAL HAYATTA TÖRENİN YERİ VE
ÖNEMİ
Orhun âbidelerinde, birçok
yerde töre ve öneminden bahsedilmektedir.16
“Yedi yüz er olup ilsizleşmiş,
kağansızlaşmış milleti, cariye olmuş, kul olmuş milleti, Türk töresini bırakmış
milleti, ecdadımın töresince yaratmış, yetiştirmiş”.
“İli tutup töreyi düzenlemiş”.
“Üstte mavi gök, altta yağız
yer kılındıkta, ikisi arasında insan oğlu kılınmış. İnsan oğlunun üzerine
ecdadım Bumin Kağan, İstemi Kağan oturmuş. Oturarak Türk milletinin ilini,
töresini tutuvermiş, düzenleyivermiş”.
“Babam kağan öylece ili, töreyi kazanıp, uçup
gitmiş”.
“Türk, Oğuz beyleri, milleti, işitin: Üstte
gök basmasa, altta yer delinmese, Türk milleti, ilini, töreni kim
bozabilecekti?”
“Töreyi kazanıp, küçük kardeşim Kül Tigin
kendisi öylece vefat etti”.
Yine törenin önemini ifade
etmesi bakımından Divanü Lûgati’t-Türk’de geçen ifadeler oldukça dikkate
değerdir. Nitekim bu ifadelerden birinde devlet gitse dahi törenin bakî olduğu
vurgulanmaktadır. Buna göre vilâyet (devlet) terkedilir ama töre terkedilemez:
“El kaldı törü kalmas”.17”. https://anayasa.wordpress.com/tore-nedir/
130
“TÜRK KÜLTÜR VE TEMELLERİ
Tarihte insanlığın
ilerlemesini, üç öğe sağlamıştır. Hız’a sahip olma, hukuk fikri ve demirin
işlenmesi. İlk iki unsur insanlığa manevi ilham kaynağı, sonuncusu da
uygarlığın önde gelen malzemesi olmuştur. İnsan kültürünün bu iki önemli
unsuru, varlığını Türklere borçludur. Bir bozkır kavmi olan Türkler, tabiatın
çok kısır olduğu bu bölgede geçimlerini uzak mesafelerden sağlayabilmek için
vahşi hayvan olan atı terbiye ederek insanlığın emrine vermişlerdir. “At
sırtında geçen bir hayat, baş döndüren bir sür’at, yayladan kışlağa ve
kışlaktan yaylaya doğru sürüp giden bir kovalamaca, onların günlük ve olağan
hayatları idi. Onlar için olağan olmayan şey, ufuktaki dağlar ile vadilerin
ötelerinde, uzanan ülkeleri görememe ve çeşitli zenginlikleri elde edememe
idi[1].
Kısacası “göçebe Türkler
tarafından, en eski çağlardan beri yetiştirilen at, tüm kültüre yön veren, en
önemli tesirdir. Atın ehilleştirilmesi olmadan eski çağ ve erken orta çağın
büyük ölçüdeki kavim göçü tasvir dahi edilemez”[2].
Geniş bozkırlarda büyük ve
dağınık sürüleri sevk ve otlakları koruma mücadelesi Türkleri devlet
yönetiminde tecrübe sahibi yapmış ve bu durum, o bölgede bütün insanlara
hükmetme duygusunun da doğmasına sebep olmuştur. Böylece, yanyana ve bir arada
huzurla yaşayabilmek için fertler arasında asabiyet bağının oluşmasının zorunlu
olduğu inancı ilk olarak eski Türk kavimlerinde hissedilmiştir. “Bundan dolayı
yeryüzünün ilk devletleri Türkler tarafından kurulmuş, yani Türkler dünyada
`amme hukukunu’ vaz eden ilk millet olmuştur”[3].
Bu geçmişten geleceğe bütün
Türklerin sosyal hayatlarını düzenleyen, onlara kural koyan, devletin gücünü de
temsil eden Türklerin töre dedikleri devlet düzenidir. Ziya Gökalp de töreyi
şöyle tanımlar: “Atalardan kalan bütün kuralların toplamı”. Töre yazılı
yasaları kapsadığı gibi alışkıları (teamülleri) de içine alır. Töre; hukuksal
töre, dinsel töre, ahlaksal töre gibi birkaç bölümden oluşmaktadır”[4].
“Türk töresini kaybetme”, Türk milleti için de
söz konusuydu. Devletsiz, kağansız kalmış bir millet, töresini de kaybetmiş
oluyordu. Nitekim Bilge Kağan, Orhun Abideleri’nde Türk töresini şöyle tarif
eder; “… (Türk Milleti’nin) kağan olarak oturdum. “Ölecek miyiz?” diye düşünüp
üzülen Türk begleri ile Türk beyleri (bana) dönüp, sevindiler! “Bulanmış
gözleri” canlandı! Beni gördüler! (yani bana bağlandılar). “Ağır töreleri”,
(düzenledim), yürürlüğe koydum. (Dünyanın) dört bucağındaki “milletleri” de
(düzene koydum)!…[5]
Bilge Kağan Yazıtları’nda da
ifade edildiği üzere, “Eski Türk devlet geleneğinde Töre ilahi kaynaklı
hakimiyetten (kuttan) ayrılamazdı. Özellikle devlet kuran her Kağan mutlaka bir
töre koyardı. Töre, Türk örf ve geleneklerinin kesin bir hükümler birliğidir.
Töresiz bir ilin ya da devletin varlığı mümkün değildir”[6].
Türk kültür yapısının en hassas
ve ince dokusunu “Türk Töresi” oluşturur. “Töre, milli toplumda ferdi ve sosyal
ilişkileri düzenleyen, ferdi disiplin ve otoriteye bağlayan, milli barış,
dayanışma ve beraberliği sağlayan bir kültür kurumudur. Yabancı kültürler önce
bu değer sistemini yıkmak isterler”[7].”.
131
“Bozkır Türk devletinde ‘insan
unsuru’nun çeşitli hak ve hürriyetlerle donanmış olması Türk devletinin kuruluş
tarzı ile ilgilidir. Bozkır Türk devleti her hangi bir âilenin kılıç zoru ile
meydana getirdiği bir yığınlar topluluğu değil, fakat idarecilerle iş birliği
yapan geniş halk kütlelerinin gayretleri, iştiraki ile gerçekleşen bir siyasi
teşekküldür. Türk devletinin nasıl kurulduğu meselesine, II. Gök-Türk
devletinin meydana gelişini anlatan kitâbelerdeki satırlar ışık tutacak
mahiyettedir:
“Babam Kağan (İlteriş) 17 er
ile harekete geçti. Haberi işiten dağdakiler, ovadakiler toparlanıp geldiler,
70, sonra 700 kişi oldular… (Hakanlığı) atalarının törelerine göre kurdular… ”
(Kül-Tegin, Bilge), “Gelenlerden bir kısmı atlı, bir kısmı yaya idi”, “Dâvete
katılanlardan biri de bendim” (Tonyukuk).
Böyle kurulan bir devlette
tabiatiyle halk, hak ve hürriyetini isteyecek ve başında bulunanlardan
bekleyecekti. Türk devletinde halkın bu istekleri töre’nin tatbiki ile
gerçekleşiyordu. Umumiyetle “kanun” mânasına alınan töre (aslı, törü) eski Türk
hukukî hükümlerinin bütünü olup sosyal hayatı düzenleyen “mecburî” kaideleri
ihtiva ediyordu. Orhun kitabelerinde “töre” kelimesi 11 yerde geçmekte, bunun
6’sında “il”ile birlikte kullanılmaktadır. Diğer 5 yerde de yine “il”ile
alâkası açıkça belirir. Demek ki, Türk devleti kanunlara (töre hükümlerine)
bağlı bir kuruluştur.
Devletin varlığı töre ile
kaimdi: “… Devleti ellerine alıp töre’yi tesis ettiler… Ey Türk Bodunu!
Devletini, töreni kim bozabilir?… Kazandığımız devlet ve töremiz öyle idi…
Devletini töresini terk etmiş… O (İlteriş) atalarının töresine göre bodunu
teşkilâtlandırdı… Töre gereğince amucam tahta oturdu…” Töre hükümleri değişmez
kalıplar değildi. Türk hükümdarları, yerine ve zamanın icaplarına göre ve tabii
“meclis”lerin onayı alınmak üzere, yeni hükümler getirebilirlerdi. Asya
Hun’larında Mete, Gök-Türkler’de Bumin ve İlteriş ve Tuna Bulgar devletinde
Krum böye yapmışlardı (Krum Hanın kanunları). Bütün Türk lehçelerinde ortak
olan ve sonra Moğolca’ya da geçen töre tabiri şimdiki bilgimize göre Tabgaçlar’dan
beri mevcuttu ve aslî söylenişi olan törü şeklinin daha eski bir devre
götürülmesi mümkündür.
Hükümleri maalesef o çağlarda
yazılamamş olan töre’nin ana-yasa mahiyetindeki prensipleri Kutadgu-Bilig’in
yardımı ile tesbit edilebilmektedir. Bu prensipler şunlardır: Könilik (adalet),
uz’luk (iyi’lik, faydalılık), tüz’lük (eşitlik) ve kişilik (insanlık,
üniversel’lik).”. https://anayasa.wordpress.com/tore-nedir/
132
“Türk Töresi nedir; ne değildir?
Divanü Lûgatit-Türk’de töre
evin en önemli yeri ve sediri olarak ifade edilirken, kavram asıl mânâsı ile
törü şeklinde geçmekte olup, görenek ve âdet olarak açıklanmıştır. Buna göre;
1.
Töre,
Türk örf ve geleneklerinin kesin hükümleri birliğidir. Orhun kitabelerinde
töresiz bir devlet veya topluluk olamayacağı belirtilmiştir. Bundan hareketle
eski Türklerde kanunsuz veya hükümdarın şahsî iradesine bağlı bir yönetim şekli
olmamıştır. Dolayısıyla kağanlar emirlerini, yargıçlar kararlarını töreye göre
vermişlerdir. Yani halk doğrudan doğruya törenin himayesindedir. Bozkırlarda
fiilen yaşanan hayatın zamanla hukukî-sosyal değer kazanmış davranışlarını
ihtiva eden ve genellikle kanun mânâsına alınan töre (törü) , eski Türk sosyal
hayatını düzenleyen mecburî normlar bütünüdür. Bu bütün, yani kanunlar,
millîdir. Türklerde töre kanun mânâsına gelmekle birlikte, onunla sınırlı
değildir. Çünkü yazılmış kanunlarla, yazılmamış teamüller de törenin içindedir.
Hattâ, hukukî töreden başka dinî, ve ahlâkî töreler de vardır. Dolayısıyla,
Türk töresi, eski Türklere atalarından kalan bütün kaidelerin toplamı demektir.
Töre, ahlâkî, sosyal, siyasî birçok prensip koymuş, müesseseler kurmuş,
insanlığa kendi hakikatlerini bildirmek ve onları sükûnetle refah içinde
yaşatmak maksadıyla devlet gibi insanlığa en büyük faydayı getiren yüksek bir
merkez müessese vücûda getirmiştir. Yani törenin devleti de, insanı kendi
hakîkatine götürmek maksadının bir vasıtasıdır. Bu bakımdan töre büyük bir
ihtimalle eski Türk dininin adıdır.”. https://anayasa.wordpress.com/tore-nedir/
133
“TÖRENİN OLUŞUMU VE GELİŞİMİ
Bütün bozkırlarda belki
binlerce seneden beri yaşayan bir töre vardır. Büyük Türk hükümdarlarının
bizatihi kendileri, halkın sosyal yapısında yaşayan bu törelere tâbî olmuştur.
Türk beyleri, devlet ve milletleri eskiden beri müteamil olan töreye tâbi
kaldıkça, Türk cemiyetinin hayatı tam yolunda ve normal olarak cereyan ediyor
demektir; hükümdardan istenen de ancak bu törenin geçerliliğini temin etmektir.
Töre üç kaynaktan oluşur.
Bunlar halk, kurultay ve handır. Yani bir kısım töre doğrudan doğruya halk
içerisinde zuhur eder. Bunlar gelenek şeklinde nesilden nesle intikal eder.
İkincisi beylerin, kurultayda aldıkları kararlardır. Üçüncüsü ise bizatihi
Hanın teşebbüsleri ile gelişir. Töre nesilden nesle intikal ederken, hakanlar
ve beyler bunlara kendilerinden bazı şeyler ilâve etmişlerdir. Her büyük tarihî
olaydan ve yeni bir sülâle tahta geçtikten sonra töre, kurultaylarda gözden
geçirilmiş ve bazı hükümlerin münakaşası yapılmıştır. Ancak buradan Hanın tek
başına istediği töreyi koyma selâhiyetinin olduğunu düşünmek hatalı olur.
Nitekim, Bilge Kağanın Budizmin kabûlünü istemesine rağmen isteği
reddedilmiştir.
İslâmla müşerref olmayı
müteakip, töre-din çatışması bazı noktalarda görüldü ise de, hanlar ve beyler,
aile ve askerlik işlerinde XV. asra kadar töreyi tatbikten vazgeçmediler. Uluğ
Bey gibi islâm bilgini olan bir hükümdarın bir çok işlerde yasa, türeye ihtiyacımız
vardır demesinin sebebi de budur.
Selçuklu ve Osmanlılar,
dedelerinden kalma teamüllere Oğuz töresi derlerdi. Ancak töre, yalnız
Oğuzların teamüllerinden ibaret değildir. Bütün Türklük âlemi için geçerlidir.
Töre günümüzde de yaşamaktadır.
Nitekim Eröz, Yörük ve Türkmen oymakları ile yaptığı araştırmalarında, töre
kelimesinin kullanıldığını tesbit etmiştir. Görüşülenlerin hemen hepsi kavramı
El âdeti, Türkmen töresi olarak dile getirmişlerdir.”. https://anayasa.wordpress.com/tore-nedir/
134
“Çinliler, Doğu Köktürk
Hakanlığı’nı işgal ettikten sonra Türkleri Çince konuşmaya, Çinliler gibi
giyinmeye, Çin âdetlerini kabul etmesi için İşbara Kağan’a baskı yapmaya
başladılar. Bunun üzerine İşbara Kağan Çin İmparatoru’na gönderdiği mektupta
şöyle cevap verdi: “Size bağlı kalacak, haraç verecek, kıymetli atlar hediye
edeceğim. Fakat dilimizi değiştiremem, uzun saçlarımızı kestiremem, halkıma Çin
elbiseleri giydiremem. Âdetlerinizi, kanunlarınızı almama imkân yoktur. Çünkü
bu bakımdan bütün milletim hassasiyetle çarpan tek kalptir.”. https://www.tarihbilimi.gen.tr/makale/turklerde-bagimsizlik-oksizlik-anlayisi/
135
“Türklerde yurt, kağanın
korumakla yükümlü olduğu ata yadigârı olarak görülmüştür. Türk hükümdarları
vatan toprağını korumayı ve savunmayı kendilerine başlıca görev edinmiş,
şartlar ne olursa olsun bu hususta en küçük bir tavize bile yanaşmamışlardır.”.
https://www.tarihbilimi.gen.tr/makale/turklerde-bagimsizlik-oksizlik-anlayisi/
136
“Sonuç
Türk toplumu, felsefi açıdan
somut ve sınırlı bir örnek olarak İslamiyet öncesi kökene
gidilerek Kül Tigin yazıtı
özelinde ele alınmıştır. Bu ve benzeri yazıtlar bir hukuk belgesi
(töre), yöneticinin
uygulamalarının halka anlatılması (icraat), bir hesap verme ve ders kitabı
niteliği taşımaktadır.
İktidarın kaynağını nereden aldığını ve meşruiyetini neye dayandırdığını
açıklamaktadır. Bağımsız, özgür
bir devlet ve ülkenin gerekliliği kanıtlanmaktadır. Düzenin,
mutluluk ve refahın ancak
kendisine ait topraklarda yaşayan bir halk (Türk) ve ona ait
devletle olabileceği defalarca
tekrarlanmış, yaşanmış örneklerle somut hale getirilmiştir.
Böyle bir devlet; kültür, dil
ve inanç birliği içinde olan ve bunu misyon edinen bir halkla
olabilecektir. Millet
anlayışına dayanan bu devlette yönetici gücünü bilgelik, yiğitlik,
doğruluk erdemlerinden
alacaktır. Böyle yöneticiler kutsaldır ve bu tür Tanrısal özelliklere
(karizma) sahiptir.
Kağanın bir tiran olmadığı ve
tek başına yönetim erkini kullanmadığı güney yüzündeki
bu kısa yazıttan bile açığa
çıkmaktadır. Üstün yöneticilik ve askerlik özelliğine sahip çeşitli
unvanlarda beyler, yabgular,
şadlar, tarkanlar ve benzerleriyle ortak kararlar alınmakta, devlet
istişareyle yönetilmektedir.
Kurultaylar yoluyla bir tür demokrasi uygulanıyor, halkın
sevgisini kazanmaya önem
veriliyordu. Ögel, halkın kalbini kazanan hükümdarların daha
başarılı olduğunu söylemektedir
(Ögel 1997, 44). Disiplin ve itaatin, örfün ve kağanın
Caner Çiçekdağı
www.turukdergisi.com
TURUK
International Language,
Literature and Folklore Researches Journal
2017, Year 5, Issue 11
Issn: 2147-8872
- 194 -
otoritesinin öne çıkması
toplumsal yapıyla alakalıdır. Savaş ve güvenlik kavramları ister
istemez gevşek ve tartışmacı
bir yapıya izin vermemiştir. Kaldı ki başta söylendiği gibi,
Greklerin en parlak döneminde
bilge ve yetenekli tek bir kişinin aldığı kararların ve
uygulamalarının daha olumlu
sonuçlar verdiği görülmüştür. Demokrasi her toplumda farklı
hızda farklı biçimde gelişimini
sürdürmüştür. Bu, bireyin aşırı özgür olduğu anlamına
gelmemiş, sınırlama ve
kurallarla birlikte var olmuştur. Yasama, yargı ve yürütmenin ne
ölçüde bireylere ve halka da
yayıldığı demokrasilerin niteliğini belirlemiştir. Kendisini bir
bütün olarak gören Göktürkler
klasik anlamıyla bir demokrasiye ihtiyaç duymamışlardır.
Yazıtta açığa çıktığı gibi,
kağanını dinlemeyebiliyor veya tam tersine çeşitli yollarla
kararlarına katılabiliyordu. O
halde düzen ve hukuk bu toplumun zaten iliklerine işlemiş olan
iki sosyal olgudur ve demokrasi
Batılı klasik anlamından farklı bir tarzda vardır. Felsefeyi ise
Grek kökeni itibarıyla değil,
mitoloji ve inanışlarla iç içe geçmiş biçimiyle buluruz. Gök Tanrı
inancının irdelenmesinde,
Tanrı(sal akıl) ve yeryüzü(ne yansıması), Tanrının çeşitli
erdemlerin kökeni olması, aklın
ve bilginin önemi, Tanrının ahlakın ve doğruluğun kaynağını
oluşturması düşüncesi,
metafizik bir anlayışın yanı sıra, etik, politik ve epistemolojik içerikler
de sunmaktadır.”. http://www.turukdergisi.com/Makaleler/1368659674_18%20Caner%20%C3%87i%C3%A7ekda%C4%9F%C4%B1%20182-195.pdf.pdf
137
“Türkler hayvancılıkla
uğraşmaları ve yaşadıkları bölgenin coğrafi koşulları nedeniyle ''Atlı göçebe''
hayat tarzını benimsemişlerdi. Türklerin göçebe yaşamalarının en önemli nedeni,
sürülerine ot ve su bulma çabasıdır. Her boyun ve oymağın belirli bir yaylası
ve otlağı vardır.”. https://www.thewhitetree.org/forum/viewtopic.php?f=162&t=23200
138
“Padişahın yönetim ve yasama
ile ilgili verdiği karar ilmiye sınıfının denetimine açıktı. Bu durum Osmanlı
padişahlarını Avrupa krallarından ayıran en önemli farktır.”. http://tarih.tumders.com/osmanlilarda-yonetim.html
139
“Osmanlı tarihi, hakiki manada
karizmatik liderler tarihidir. Hatta bana göre, Osmanlı padişah ve
komutanlarının çoğu, karizmatik özelliklere sahip olan insanlardır. Mesela;
Baltacı Mehmed Paşa, kendisi baltacılıktan gelmiş, Enderun terbiyesi almış bir
serdardır. Prut'ta Rusları sıkıştırdığı hengamede, son bir darbe yapmadan evvel
gece kendi adamları vasıtasıyla askerlerinin çadırlarını dinletir. Neticede
askerlerden bazılarının sabahleyin kaçma planları yaptığı haberini alır.
Böylesine kritik bir atmosferde mukadder bir zaferi hezimete çevirmemek için,
Ruslarla -yarı kazanılmış bir zafer diye tarif edebileceğimiz- çok akıllıca bir
anlaşma yapar. Ama ne acıdır ki, Mustafa Müftüoğlu'nun ifadesiyle Yalan
Söyleyen Tarih, seksen yaşındaki bu Osmanlı komutanını, Rus Kraliçesi Katerina
ile buluşturmuş ve hakkında bizim gibi basit insanların bile tenezzül
etmeyeceği bayağılıklar uydurmuştur. Böyle bir tarihi yazan da utansın, bunları
okuyup hakikatini araştırmadan cedlerine sövenler de...
Evet, onlar, koca bir tarihe
sığmayacak kadar büyük, karizmatik vasıflara sahip gerçek birer lider idiler.
Bu millet, bir kere daha özlediği liderlerle buluştuğu an; tekrar eski
ihtişamına kavuşacak ve şartlar ne olursa olsun, mutlaka çağıyla hesaplaşacaktır.”.
https://www.koniks.com/topic.asp?TOPIC_ID=530
140
“Bizi güçlü kılan bazı
hasletler var ki onları kaybetmememiz lazım. Bir kere bizim tarihimiz liderler
liderler tarihidir. ta Bu millet uğruna öleceği lideri bulduğu zaman tarih
yazmıştır. Ama başsız kaldığı zamanda birinci cihan harbi böyle bir ortamdır.
Uğruna öleceği bir lideri olmadığı zaman da çil yavrusu gibi dağılmışızdır.”. http://www.oltununsesi.com/haber/dr.-kucukyilmaz-15-temmuz-u-anlatti/2810/
141
“Siyasi tarihimiz sadece
liderler tarihidir. Menderes sonrası DP, Demirel sonrası AP ve DYP, Özal
sonrası ANAP, Ecavit sonrası DSP ve Erdoğan sonrası(burası muhtemel gelişmeyi
işaret ediyor)Ak Parti tüm bunlar aynı şeyi gösteriyor. Bu durum bizim doğu
kültürümüzün ayrılmaz bir parçası. Liderden (ve diğer bazı şeylerden) sürekli
medet umma psikolojisi. Bu psikoloji halkın seçmesini değil halka
dayatılanların seçilmesini sağlıyor.”. http://www.habername.com/yorum-oku-2-2660.htm
142
“Türkiye politik tarihine
baktığımızda, sadece sağ’ın değil, sol’un da benzer bir yapıya sahip olduğunu
görürüz. Bu tarih, aynı zamanda liderlerin tarihidir. Değişik dönemlerde
konumlarını korurlar, bazen politik olarak gerileseler bile, bir süre sonra
eski konumlarını elde ederler. Süleyman Demirel, Türkiye’nin politik yaşamında
30 yıldan fazla zamandır en öndeki kişilerden biridir.”. http://enginerkiner.org/index.php?option=com_content&task=view&id=2498&Itemid=1
143
“Bir milletin kalkınması ve
ilerlemesi tek bir kişiye bağlıdır. Bütün milletlerin tarihi o milletin başına
geçen azimli ve sağlam iradeli liderlerin tarihidir.,
Bir milletin güçlülüğü veya
zayıflığı o milletin yetiştirdiği kahramanlarla ölçülür. Sanıyorum ki, tek bir
adam hakikî kahraman ise bir milleti yetiştirmeye kadirdi. Keza bir kahraman
dehasını kötü yola kullanırsa bir milleti kökünden yıkacağı kanaatindeyim.
Tarih te buna şahittir.”. http://darulkitap.kuranikerimde.com/muhtelif/v2/hasanelbennarisaleler/Cilt4.htm
144
“"Bizim tarihimiz güçlü
liderlerin tarihidir.".
“Türklerin teŞkilatçı yapısı
ilk zamanlardan günümüze kadar Türk Tarihi
içerisinde yadsınamaz
büyüklükte bir önem taŞımaktadır. TeŞkilat olgusu,
beraberinde düzeni, dirliği,
birliği, sistemli hareket etmeği ve gücü
simgelemektedir. Ayrıca
devletleŞme sürecinin de sacayaklarından birisini
oluŞturmaktadır.
TeŞkilatlanmada vazgeçilmez olan, liderlik -baŞbuğluk- unsurunun bulunmasıdır.
Tarihsel dönemin her anında Türkler, gitmiŞ oldukları
yapılanmalarda etkin bir lider
arayıŞı içerisinde bulunmuŞlardır. Devletin/kurumun
baŞındaki kiŞinin liderlik
özellikleri ölçüsünde baŞarının ve zaferin gelebileceğine
inanmıŞlardır. Oğuz Kağan
zamanında varolan bu düŞünce, Mustafa Kemal Atatürk
zamanında da aynı varlığını
devam ettirmiŞtir.
Türkiye‟de cumhuriyet ile
birlikte demokratikleŞme anlayıŞının ülke içerisine
yerleŞtirilmeğe baŞlanılması,
lider olgusunun partiler içerisinde yer tutmasına sebep olmuŞtur. Dolaylı gibi
görünse de durum yine aynıdır. DüŞünceye göre parti
baŞkanının yüksek liderlik
vasıflarına sahip olması aynı zamanda seçimlerde
baŞarıyı getirecek ve devlet
yönetiminin baŞına geçirilmiŞ olunacaktır. İslamiyet
öncesi ve İslam döneminden
farklı olarak devlet baŞkanlığına gidilen yol
değiŞmiŞtir. Aranılan olgu yine
aynıdır; devleti iyi yönetebilecek ve halkı iyi
yönlendirebilecek bir liderin
varlığının sağlanması.
Tek parti döneminde günümüze
kadar geçen süreçte, hatta ondan önceki
İkinci MeŞrutiyet döneminde de,
Türkiye‟deki siyasal partilerin lider merkezli
partiler olduğu görülmektedir.
Türkiye‟nin siyasal yaŞamında liderlerin etkisi diğer
ülkelere nazaran oldukça
fazladır. Bunda, imparatorluktan cumhuriyete kadar gelen
süreçte, yüzyıllar boyunca
devam eden gelen otoriter iktidar yapısının rolü
büyüktür. Geleneksel
toplumlarda/tarım toplumlarında, iktidar kiŞilere/hanedanlara dayandığı için,
„kiŞi‟ (padiŞah, kral, imparator vs.) son derece önemlidir. Türkiye, üst yapıda
cumhuriyet yönetimine geçmekle beraber, toplumsal ve ekonomik yapı
açısından geleneksel toplum
özelliğini koruduğundan ve modern topluma tam
olarak geçilemediğinden
liderlerin önemi günümüze kadar azalmadan devam etti ve
halen de etmektedir.”. http://acikerisim.selcuk.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/handle/123456789/5193/377688.pdf?sequence=1&isAllowed=y
145
“Türk tarihi de karizmatik
liderler ve büyük devlet adamlarıyla doludur. Onların hayatlarını incelemek,
öğütlerinden yararlanmak ve stratejilerini iş yaşamımıza uyarlamak bize bir şey
kaybettirmeyeceği gibi çok şey kazandırabilecektir. İşte böyle bir amaçla,
elinizdeki kitap yönetici adaylarına yol göstermek üzere hazırlanmıştır.”. http://www.idefix.com/Kitap/Kizil-Sakal/Hasan-Gunaydin/Arastirma-Tarih/Tarih/Dunya-Tarihi/urunno=0000000679145
146
“Eski Türk hükümranlık
telâkkisi, kari z m a tik (hükümdarlık yetki ve
kudreti Tann tarafından
bağışlanan) tip olarak kabul edilmiştir. Vesikalar
Türk hükümdarına idare etme
hakkının Tann tarafindan verildiğini (bağışlan-
dığım) göstermektedir Asya Hun
imparatorunun unvanı: "Gök-Tann 'nıri> gü-
Türkçe "erk" içinbk.
G. CUusan.. Turkish, s. 220b.
m Gelenekçi hükümranlıkta
meşruluk, eskiden beri süregelmekte olan ve değişmeyeceğine inanılan
düzenin kutsallığı düşüncesine
dayanır. Bu meşruluk anlayışında kimin hükümdar olacağım gele-
nekler belirler; kudret ve
yetki belirli kurallarla tesbit edilmiş olmayıp, tamamiyle gelenekler çer-
çevesinde uygulanır ve icradaki
aksaklıklardan sistem değil, uygulayıcılar sorumlu tutulur.
Kan/malik meşrûtuk ise,
geleneklerden ve eskiden beri alışılmış davranışlardan değil, doğru-
dan doğruya hükümdarda veya
iktidardakilerde Tann vergisi olarak mevcut olduğu kabul edilen
üttün vasıflardan
kaynaklanmaktadır. Fevkalâde bir siyâsî lider, idare ettiği toplulukta,
kendisinin
Allah tarafından olağanüstü bir
niteliğe sahip kılındığına inandırarak, tam bağlılık sağlar. Bu bağ-
lılığın geknek ve alışkanlıkla
ilgisi olmadığı için, karizmatik meşruluk taşıyan kişi, topluluğa ko-
layca baçks uygulamalar
getirebilir ve yeni hedefler gösterebilir.”. https://archive.org/stream/KokTengri/Turk%20Milli%20Kulturu%20-%20Ibrahim%20Kafesoglu_djvu.txt
147
“d-Devlet (il €1):
Eski Türk ilinde
"velâyet-i âmme" kesin şeklini alıyor, yâni beylerin ve
bodun başkanlannm teşrîî ve
icrâî (yasama ve yürütme) sorumlulukları bü-
tün ülkeye ve bütün topluluğa
şâmil olmak üzere, hâkan(kagan)'a intikal
ediyor* Memleket çapında vergi
ve asker toplama, orduyu tanzim, sevk ve idare
etme ve yargı haklan hükümdara
verilmekte, gerekiyorsa törede, yine bütün
memlekette geçerli olmak üzere,
yenilikler yapma, yâni ilin İdarî, mâU t kültürel
işlerim düzenleme yetkisi hükümdar
aracılığı ile "meclislere devredilmekte, hü-
kümranlık
"karizmatık" bir maJıiyet (aş. bk) almaktadır. Böylece hükümdarlık
belirli bir soya inhisar
ettiğinden (bk. aş. Veliahd) devletten birinci derece-
de sorumlu olan uzun ömürlü
hanedanlar (Asya ve Avrupa Hunlannda tan-
hular ailesi 'Tu-ku âilesij;
Gök-Türkler, Hazarlar ve belki Bulgarlar ve Ma-
cariarda Aşma ailesi.
Uygarlarda Yağlakar ailesi; İslâmî devirde de Ka-ra-
Hanlt, Selçuklu ve Osmanlı
aileleri vb.) kımılmaktadır (aş.bk.). Türk dev-
letinde "boylar ve
bodunlar arasında sıkı işbirliğinden anlaşılması gereken
de budur . Nite kim Türk ili
nin saydığımız vasıflarını aynen muhafaza eden
Gok-Turk hakanlığının belki en
kudretli çağı olan Kapgan Kağan zamanın-
da. Çm kaynaklarına göre devlet
"30 boy"dan meydana gelmekte idi 89 .”. https://archive.org/stream/KokTengri/Turk%20Milli%20Kulturu%20-%20Ibrahim%20Kafesoglu_djvu.txt
148
“Coper ve Sawaf, Drucker
(1993)’e atfen liderlerin ve en iyi ekip elemanlarının sadece sorun çözen bir
ruh halinde olmalarını “ölümcül bir davranış” olarak değerlendirmektedir.
Krizlerin fırsatlar yarattığını fırsatların da gelişimi ortaya çıkardığını,
sorun çözmenin daha çok hasar tespiti yapmaktan öte gitmediğini vurgulamaktadır
(1997:331). Gloman, Boyatzıs ve Mckee’de liderlerin hasar tespiti yapmak
yerine, “ileriye yönelik denetimler” ile oluşabilecek kriz risklerini önsezisel
ve analitik yoldan tespit etmesi, değişimin yönüne göre dönüşümü
gerçekleştirmesi gerektiğini savunmaktadır (2002:256). Bu bağlamda bir örgütün
gelecekte ortaya çıkabilecek belirsizlikleri, buhranı atlatacak kadar beceri
sahibi olup olmadığı, büyük ölçüde liderlerinin köklü değişim karşısında kendi
duygularını idare edip edememesine bağlı olmaktadır. Diğer bir anlatımla
gelecek hakkında korkularını, kaygılarını, reflekslerini kontrol altında tutup
tutamadıklarına bağlıdır. Bu konu ile ilgili Göktürk kitabeleri Doğu yönü
çevirisinde geleceği öngöremeyen, bilgisiz, cesaretsiz, liderlerin Türk
kaviminin başına geçtiğinde; toplumunun esaret altına girdiği ve iç
çekişmelerin buhrana dönüştüğü, yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalındığı
anlatılmaktadır. Bu durumun ancak kavim içerisinden çıkan geleceği öngörebilen,
bilge, alp, cesaret sahibi, liderlerle aşılabildiği aksi takdirde yok olma
tehlikesi ile karşı karşıya kalındığı belirtilmektedir (Öztürk, 1996:55).”. http://dergipark.gov.tr/download/article-file/394605
149
Öztürk, A. (1996). Ötüken türk kitabeleri. İstanbul: Milli Eğitim
Basımevi.
“Osmanlı İmparatorluğu’nun
Yükselişi ve Çöküşü Lord KİNROSS
Lord Kinross’un “evrensel imparatorluk”
(Kinross, 2008:625) olarak gördüğü, ortak kimlik anlayışı ve duyguları
kuvvetli, savaşçı bir ırk olarak tanınan Türklerin orta Asya’dan çıkarak
Anadolu’ya gelişleri ile başlayan sürecin, cesaretli, adaletli, halkı etrafında
toplayan liderleri sayesinde önce devlete daha sonra büyük bir imparatorluğa
dönüşmesi (Kinros, 2008:24-25), Rönesans Hükümdarı olarak gösterilen Kanuni
Sultan Süleyman’dan sonra değişim dönüşüm ile çağın gerektirdiği askeri,
siyasi, iktisadi dönüşümü gerçekleştiremeyen hükümdarlar ile gerileyerek yok
oluşun eşiğine gelişi (Kinross, 2012:272). Kurtuluş Savaşı ile son bulan inişli
çıkışlı yönetim süreçlerinin sonunda imparatorluk olarak yok oluş ancak millet
olarak yeniden doğuşta liderliğin rolü (Kinros, 2012:634) incelenmiştir.
“. http://dergipark.gov.tr/download/article-file/394605
150
İncele: "liderlik
sırları" site:dergipark.gov.tr
------------.
2.5.2018
151
TONYUKUK HAN MEVZUSU Bilge
Tonyukuk Yazıtında Bağımsızlık Vurgusu
(B 1) Bilge Tunyukuk, ben kendim, Çin yönetimi sırasında doğdum.
Türk halkı (o zaman) Çin'e bağımlı idi.
(B 2) Türk halkı, (kendi) hanını bulmayınca, Çin'den ayrıldı; han sahibi oldu; (fakat) hanını bırakıp Çin'e yeniden bağımlı oldu. Tanrı şöyle demiş olmalı : "(Sana) han verdim,
(B 2) Türk halkı, (kendi) hanını bulmayınca, Çin'den ayrıldı; han sahibi oldu; (fakat) hanını bırakıp Çin'e yeniden bağımlı oldu. Tanrı şöyle demiş olmalı : "(Sana) han verdim,
(B 3) hanını bırakıp (yine) bağımlı oldun." (Türk halkı yeniden)bağımlı olduğu için Tanrı "Öl!" demiş olmalı. Türk halkı öldü, mahvoldu, yok oldu. Türk Sir halkının ülkesinde
(B 4) boy kalmadı.
(D 3) gözetleme kulelerini (yerli yerince) koydurtum. Dönen düşmanı (geri)
getirirdim. Kağanımla seferlere çıktık. Tanrı esirgesin,
(D 4) bu Türk halkı içinde zırhlı düşmanların akınına imkan vermedim, (kuyruğu) düğümlü (düşman) atlarını koşturtmadım. İlteriş Kağan kazanmasa (idi),
(D 5) ve ben kendim kazanmasa (idim) devlet de halk da olmayacak idi. (Kağan) kazandığı için ve ben kendim kazandığım için,
(D 6) devlet de devlet oldu, halk da halk oldu. Şimdi ben kocaldım, yaşlı oldum. Herhangi bir ülkedeki kağanlı (yani "bağımsız") bir halkın
(D 7) böylesi bir (devlet adamı) var ise, (o halkın) ne (gibi) bir sıkıntısı olacak imiş?
(D 8) Türk Bilge Kağan(ın) hükümdarlığında yazdırttım. Ben Bilge Tunyukuk.
152…
http://www.kitapyurdu.com/kitap/asya-tarihinde-su-boyu-ovalari-ve-bozkir-uygarliklari/262377.html *** https://www.hepsiburada.com/asya-tarihinde-su-boyu-ovalari-ve-bozkir-uygarliklari-baykan-sezer-pm-kkitabevi97173
https://www.uludagsozluk.com/k/t%C3%BCrk-milletinin-g%C3%BC%C3%A7l%C3%BC-lider-saplant%C4%B1s%C4%B1/
en üstte: üstün
yetemnekliler – tespiti – eğitimi vs.
alıntılar
yaparsın kitabı okuyup: https://hudhudusuleyman.wordpress.com/2014/07/29/turkler-ve-devlet/
Zor coğrafya bizi
şekillendirmiş olsa gerek. Bunun kitabı var mı? ** coğrafya kaderdir. https://www.google.com.tr/search?q=co%C4%9Frafya+kaderdir&rlz=1C1CHZL_trTR683TR683&oq=co%C4%9Frafya+kaderdir&aqs=chrome..69i57j0l5.4671j0j4&sourceid=chrome&ie=UTF-8
Kübra Baydaroğlu:
Tarihî Olayların Oluşumunda İklimin Etkisi. http://webcache.googleusercontent.com/search?q=cache:mGJFkGG5W44J:www.academia.edu/5626860/Tarih%25C3%25AE_Olaylar%25C4%25B1n_Olu%25C5%259Fumunda_%25C4%25B0klimin_Etkisi+&cd=1&hl=tr&ct=clnk&gl=tr
Turan,
Osman: “Hakanların babalık vazifesi, cihan hakimiyeti ve demokrasi davalarının
birleşmesi”. İçinde: Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi Tarihi … [7 sayfa metin +
2 sayfa dipnot]. (1969 baskısı:
102-110ss.). https://books.google.com.tr/books?id=oELVDAAAQBAJ&pg=PA300&lpg=PA300&dq=%22hakanlar%C4%B1n+babal%C4%B1k%22&source=bl&ots=h8D1G2OwGN&sig=4Y0B65OYocpibIfg7twV-_tQhGw&hl=tr&sa=X&ved=0ahUKEwjUnuHFsNjaAhXKDywKHa9zCS0Q6AEILTAB#v=onepage&q=%22hakanlar%C4%B1n%20babal%C4%B1k%22&f=false
HACIMÜFTÜOĞLU,
Halil : En Büyük ve Mutlak Otorite:
Kral-Tanrı Allah ve Krallığı∗ ∗∗ Milel ve Nihal, 14 (1), 2017 doi:
10.17131/milel.324218 . http://www.milelvenihal.org/dosyalarim/pdf/4ee06498-9742-465f-abde-570b51e4a370mn_14_1%20web.pdf
Destanlarda liderlik
Orhun yazıtlarında devlet –
liderlik.
Başarı unsurunu yaz.
Cevap yazarsın: tarihimizde
türk tipi başkanlık örneği padişahlıktır.
------------------------------------.
Koalisyonlarda sen-ben kavgası.
Güçlü lider olmayınca sen-ben
kavgası
Liderin ölümünden sonra taht
kavgaları, kardeş kavgaları
Karizmatik lider varsa,
etrafında kenetleniyor, benimsiyor.
----------------------------------.
Yaptığın
aramaları hiperkitap ve books on turkey’de de yapabilirsin
Erol Göka
kitabından ilaveler yaparsın
Derin tarih özel
sayısına bak
MİLLETİN İÇİNDE
BULUNDUĞU ZOR ŞARTLAR VE LİDERLİK İLİŞKİSİ
Seçmenin
seçmesini yapıp en başa uerleştirirsin
Soru cevap gibi
de yapabilirsin alıntları
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder