18 Mayıs 2020 Pazartesi

“TÜRKLERDE LİDER-LİK NEDEN ÖNEMLİDİR”




“TÜRKLERDE LİDER-LİK NEDEN ÖNEMLİDİR”
(Tarihsel Arka Plan - Alıntılar)
25.04.2018
1
“Türk Milletinin, tarih sahnesinde çıkış yaptığı dönemlere baktığınızda hep güçlü bir liderin mührünü görürsünüz.
Buna bakarak şunu söyleyebiliriz: Türkler bir sistemden ziyade içlerinden çıkardıkları güçlü, karakterli, akıllı, bilgili, vizyoner insanlar sayesinde başarıyı yakalayabiliyor.”. http://www.kocatepegazetesi.com/tr-TR/kose-yazilari/84046/lider-ve-turk-dunyasi

2
“Tarihimizi tetkik ettiğimiz zaman, ülkenin başında kuvvetli, şahsiyetli liderlerin bulunduğu devirlerde, milletimiz büyük başarılar elde etmiştir. Aksi ise ülkenin ve milletin felâketine sebep olmuştur. Tepeden inenler bırakın devleti, iki koyunu bile güdemezler. Cücelerden yüce görevler beklenir mi?”. http://www.kavgamiz.com/orkun/turklerde-devlet-ve-devlet-adaminin-vasiflari-2---y137.html

3
Yılmaz, Muammer: Türklerde Devlet ve Devlet Adamının Vasıfları http://www.kavgamiz.com/orkun/turklerde-devlet-ve-devlet-adaminin-vasiflari-y105.html

4
Türklerin özgür ve tek lider kavramına bağlı bir toplum yapısı olduğunu iyi anlamak gerekiyor. Tüm tarih sahneleri boyunca Türkler tek liderin peşinden gitmiştir.”. http://www.gazeteilksayfa.com/erdogan-neden-dunyadaki-en-buyuk-lider--1830yy.htm

5
“Prof. Dr. Erol Göka, Türk toplumunda asırlara meydan okuyarak değişmeden kalan liderlik kodlarını, yöneten-yönetilen ilişkisini, toplum olarak etnik-dini-siyasi düzlemde fanatizme eğilim gösterip göstermediğimizi deşifre ediyor.”. http://www.timas.com.tr/kitap/yedi-duvele-karsi/

6
“Türklerdeki yönetim ise Türk milletinin sürekliliğini sağlayan vaktiyle kurulmuş ahenginden gelir. “Türk ırkının, tarih sahnesine çıkışının başlangıcında adalet, dürüstlük, saygı ve sevgi ilkeleri egemen olmuştur.
Türkler yönetime hoşgörü ve adalet getirmişler, yönetimde aile ve millet kavramını işlemişlerdir. Bu ırkın ikinci çarpıcı karakteri, yönetmeye ve kumanda etmeye olan kabiliyetidir; bilhassa karışık olan halkları derleyip toparlamak hususundaki teşkilat kabiliyeti, Türk milletinin en önemli özelliğidir.”. http://kisi.deu.edu.tr/userweb/hasan.gundogdu/YoneticiveLider.ppt

7
Türkler arasından ne zaman karizmatik bir lider zuhur etse, dünya tarihine etki edecek bir figür de ortaya çıkmış oluyordu. Göktürkler devrinde (552) Bumin Kağan’ın arkasında yekvücut olan Türkler, kısa süre içinde devasa Çin ülkesini vergiye bağlayacak kadar kuvvetlenirler.
Türk toplumunun başarıya kavuştuğu devirleri listeleyecek olsak, izdüşümünde ‘karizmatik’ bir lider ve ona canıyla kanıyla bağlanan halk çıkar karşımıza. Diğer milletlerin tarihinde sistemler ve hanedanlar ön plana çıkarken, Türk tarihinde liderlik vasfı kritik önem taşır. Nitekim Selçuklularda da köklü başarılar Alparslan, Melikşah, Kılıçarslan gibi şahsiyetler tarafından kazanılmıştır. Osmanlı sultanlarından ilk akla gelenler Fatih, Yavuz Selim, Kanuni ve II. Abdülhamid olacaktır. Bunun sebebi, zihnimize kazınan ‘kudretli’ devlet reisi idrakidir.
140 yıl önce meşruti monarşiye geçmeye kim zorladı bizi? Türklerin tekrar bir lider etrafında birleşmesine engel olmak için miydi bütün bu ‘sistem’ değişiklikleri? 27 Mayıs darbesini yapıp Başbakan Adnan Menderes’i idam edenler halkın bu büyük lidere gönül vermesinden mi tedirgin olmuşlardı? Cevaplar soruların içinde mündemiç.”. http://www.derintarih.com/kapak-dosyasi/10-maddede-eski-turkler-nasil-yonetilirdi/

8
“Devlet Algısı
Bu minvalde öncelikle Türkler ve Rusların devlet gelenekleri ile siyasal yönetme-yönetilme kültürleri arasındaki benzerlikler göze çarpmaktadır. Rusya tarihinin Kiev Knezliği (Beyliği) ile başladığı varsayılırsa, 1100 yıllık süreçte Rus toplumunun zihninde oluşan devlet algısının güç, otorite ve itaat gibi kavramların adeta birleşiminden meydana geldiği görülmektedir. Batılılar tarafından “otoriter”, hatta “diktatör” olarak adlandırılan Korkunç İvan, I. Petro, Stalin gibi liderlerin hükümranlıkları döneminde Rus toplumunun iç dinamikleri “devlet eliyle” harekete geçirilmiş ve bu suretle Rusya’nın devletlerarası muvazenede bağımsız/güçlü bir aktör olması sağlanabilmiştir. Benzer şekilde Cengiz Han, Timur, Fatih Sultan Mehmet, Kanuni Sultan Süleyman, Atatürk gibi liderlerin yönetim dönemleri Türklerin tarihi “dönemeçleri” olmuştur. Zira Türklerin yönetişim kodlarında da “karizmatik lider odaklı güçlü devlet” algısının derin bir yer edindiğini söylemek yanlış olmayacaktır.
Nitekim Türklerin devlet aygıtına toplum üzerinde adalet sağlayıcı, kutsal bir “üst yapı” rolü atfetmesi ve bunu “kerim devlet”, “yüce devlet”, “devlet baba” gibi tanımlamalarla içselleştirmesi ile Rusların etimolojik açıdan “meşru yönetme hakkından” gelen “gosudarstvo” (devlet)  kelimesini üreterek “velikoe gosudarstvo” (büyük devlet) konseptini benimsemesi, iki milletin “devlete” yaklaşımındaki paralelliği açıkça ortaya koymaktadır. “Güçlü devleti” yönetenin “güçlü lider” olmasını kanıksayan bu algı Türklerde İslamiyet öncesinde “hükümdarın yetkilerini Gök Tanrı’dan aldığını varsayan kut”, İslamiyet sonrasında ise “Allah’ın yeryüzündeki halifesi” anlayışında meşruiyet kazanırken, Ruslarda “Çar, Tanrı’nın Kilise aracılığıyla hükümranlık verdiği temsilci”, “Boj’ya volya” (Tanrının iradesi), “Pomazannik Bojiy” (Tanrının kutsadığı), veya (Sovyetler Birliği döneminde) “Velikiy Vojd’” (büyük önder) gibi mutlakıyetini pekiştiren ifadelerde tezahür etmiştir.”. http://www.sde.org.tr/tr/newsdetail/turk-rus-iliskilerine-medeniyetsel-bir-bakis/3801

9
“Sonuç olarak karizmatik bir lider ve ona inanan ordu-millet ile bozkırda kurulan Türk devletleri devirlerinin en kudretli askerî güçlerinden biri olarak karşımıza çıkar. Türk tarihinin her sayfası ordu-millet- kağan anlayışının neleri başardığının misalleriyle doludur.”  http://www.derintarih.com/kapak-dosyasi/10-maddede-eski-turkler-nasil-yonetilirdi/

10
“Lider merkezli, segmenter yapıda bir toplumsal psikolojiye sahip oluşumuz, hayıflanılacak, üzülecek, karalar bağlamayı gerektirecek bir durum değil. Ama bu halimize gözlerimiz de kapayamayız, kapamamalıyız.”. https://www.yenisafak.com/yazarlar/erolgoka/toplumsal-psikolojimiz-ve-siyaset-54130

11

12
“Bir biçimde modernleşme sürecine dahil olmuş ama kurumsallık ve iş tanımlarında sorunu olan toplumlarda karizmatik liderlik daha önemli. Çünkü böyle toplumların kurumsallığın eksikliğinden kaynaklanan dertlerini yatıştırabilmesi, güvenli bir biçimde yoluna devam edebilmesi için kendi arzu ve ihtiyaçlarını temsil eden başarılı kişileri öne çıkarması ve onlara kurtarıcı, karizmatik özellikler bahşetmesi şart. Bu ilk tespitimizi bir yere not edelim…”. https://www.yenisafak.com/yazarlar/erolgoka/karizmaya-firsat-kurumsallasmaya-imkan-2036587

13

14
Bozkır coğrafyasında hakimiyet kuran ve güçlü bir yapıya sahip olan atlı kavimlerde devlet geleneği ve teşkilatı önemli bir yer tutmaktadır. Bu konuda bozkır kavimlerinin geniş coğrafyaya yayılarak egemen unsur olmalarında çok büyük payları olan kağanların liderlik yeteneklerinin de bilinmesi gerekmektedir. Kağanların liderlik anlamında yüklenmiş oldukları sorumluluk ve dağınık boyları bir araya getirerek tek devlet çatısı altında toplaması idari ve askeri teşkilat oluşturulmasındaki üstlenmiş olduğu görev ve sorumluluk bilinci çok önemlidir. Bozkırda aileden başlayıp devam eden siyasal örgütlenmenin en üst düzeyi karşımıza devlet yapısı olarak çıkmaktadır. Bu açıdan ele aldığımızda Türklerin tarih boyunca kurmuş oldukları devletlerin sayıca çok olması, Bozkırda yaşayan Türklerin hemen bir otoritenin etrafında toplandığı yada kendisini yönetmek üzere yeteneğine inandığı, cesur ve kahraman bir lideri görevlendirdiğini anlıyoruz. Tez çalışmamda, Bu devletlerin bozkırların zor şartlarında nasıl şekillendiği, Bozkırlarda kurulan Türk devletlerindeki liderlerin yönetim anlayışlarının nasıl şekillendiğini anlatmak için Kağanların lider olarak neler yaptıklarını , yaşamı ve yetiştiği çevrenin şartlarının neler olduğunu Bozkır yaşantısını inceleyerek ortaya çıkarmaya çalışacağız.”. http://www.acikarsiv.gazi.edu.tr/File.php?Doc_ID=3171

15
“Türk siyasal kültürünün oluşumu ve gelişiminde bozkır hayat tarzının çok önemli bir yeri vardır. Tarihte birçok devlet kuran Türkler, geniş bir siyasal kültüre ve devlet tecrübesine sahiptir. Bu yüzden tarihin hiçbir evre sinde devletsiz kalmamış ve çöken her devletin yerine yenisi filizlenerek yeni bir önderin öncülüğünde olgunlaşmıştır. Bozkırlı Türk barış zamanı sade bir konar göçer, savaş zamanı vatan sever ve cesur bir askerdir. Boylar gerektiğinde başka boylarla yeni siyasal birlikler oluşturmaktaydılar. Bozkır devleti esnek bir boylar federasyonu özelliği göstermiştir. Türkler hiçbir zaman esaret altında yaşamayı kendisine yakıştıramamış her zaman bir önderin etrafında toplanarak yeni devletler kurmuşlardır. Kağanlar bu özellikli yapıyı bilmelerinden dolayı teşkilatlarını kolay oluşturmuşlardır. Kağanların en önemli görevi dağınık halde bulunan Türk boylarını bir devlet çatısı altında toplamaktı.”. http://www.acikarsiv.gazi.edu.tr/File.php?Doc_ID=3171

16
“Başkanlık sistemi, Türk toplumuna dışardan enjekte edilen yetersiz idari sistemler yerine toplumun tarihi yönetim kültürüne en uygun olan sistemdir.”. https://otukendergi.com/baskanlik-sistemi-nedir-hakan-kurt/

17
“Tarihimizde milletimize yön veren liderlere bakıldığında, toplumdaki bireylerin onlara inanması sayesinde birlikte hareket ettiği görülmektedir. Bu inancın oluşması ve güçlü kılınması için liderlerin başarıları büyük önem arz etmektedir.”. http://dergipark.gov.tr/download/article-file/387515

18
“Beşinci özelliğimiz olarak güçlü liderler çıkartan bir toplumuz. Liderlerimiz ve lider kurgulu toplum yapımız en zor anlarımızda dahi bizi farklı bir ulus yapmıştır.”. http://atillaakkoc1.blogspot.com.tr/2012/07/turkler-ve-liderlik-hakkinda.html?m=0

19
“İdari tarihimize baktığımız zaman büyük ölçüde Mutlakiyet diye nitelenen yönetim yapılarımız parlamenter sistemden çok başkanlık sistemine daha yatkındır. Yönetme ve yönetilme türü bağlamında 2000 bin yıllık Türk tarihi tek merkezli bir yönetim kültürüne sahip olup bu bağlamda başkanlık sistemine daha yatkın bulunmaktadır.Türkiye’de parlamenter sistemin kuruluşu, 19.yüzyıl Osmanlı modernleşmesinin siyasal boyutunu teşkil eden,1876 yılında meşrutiyete geçişle, yani anayasalı demokrasiyi başlatan Kanun-i esasinin ilanına kadar geri gider. Bununla beraber bu yeni yapıda, padişahın yetkileri anayasa ile kısıtlanmış, parlamento yasa çıkarma fonksiyonuyla donatılmıştı. Ancak, 1876 anayasasının kurduğu hükümet sisteminin, parlamenter nitelikte olmasına rağmen, kuruluş mantığı ve işleyiş pratiği açısından, bu sistemin hayli uzağında kaldığını vurgulamak gerekir. Parlamenter sistemde güçlerin tam olarak değil de ılımlı ayrıldığı bir gerçektir; ama, Kanun-i esasinin kurduğu bu yeni sistemde, yasamanın oluşumu ve kanunların yapımında padişahın yetkileri, parlamentoyu anlamsız kılacak kadar çokluk ve çeşitlilik içeriyordu.”. https://www.istiklal.com.tr/kose-yazisi/neden-baskanlik-sistemi/284699

20
“*Başkanlık sistemi tarihimize ve kültürümüze uygun.”. http://www.cekmekoy2023.com/haberler/detay/1077/guclu-yonetim-guclu-turkiye.html

21
“Türk tarihine ve kültürüne baktığımızda, Türk devletinin yükselmesinde ve gelişmesinde zaman zaman birtakım liderlerin ön plana çıktıklarını görürüz. Bu durum bütün Türk tarihi için geçerlidir. Bazan millete ve devlete öncülük edenler şahıslar olduğu gibi, bazan …”. http://www.genelturktarihi.net/bengci-arslan-ve-ubangu-arslan

22
“Türk Tarihi yaklaşık 2200 yıllık bilinen süreci içinde hep büyük imparatorluklar ve büyük kağan, hakan, sultan, padişah ve dengi kimselerce ileri taşınmıştır. Türk tarihini devletsiz düşünmek mümkün değildir ve devletsiz kalan Türk toplulukları zamanla tarih sahnesinden de silinmiştir. Avrupa’daki Katolik kilisesi türü bir sosyal örgütlenmenin eksikliği dolayısıyla Türklerde devlet her şeye sahip ve her şeyden sorumlu olmuş ve onun olmadığı yerde Türk de olmamıştır.
İşte “Kutsal Devlet” kavramı bu tarihsel temeller üzerine bina edilmiş ve bugün dahi Türk toplumunca korunmuştur. Devletin bu kadar değerli olduğu bir toplumda, devleti idare eden elitlerin değersiz görülmesi ve devletin idare mekanizmalarına gelecek insanların seçiminin önemsenmemesi pek tabi söz konusu olmamıştır.
Devletin başındaki kağanlar yahut padişahlar töreye bağlı olmak koşulu ile büyük bir güce ve etkinliğe sahip olmuşlardır. Bu güç sayesinde büyük fetihler yapılmış ve kararlar hızla uygulamaya konmuştur. Veraset sorunları aşılamasa da tahta bir kez oturan Türk devlet başkanı, sonrasında Avrupa’daki muadillerinin aksine dengeleri gözetmek ve ona göre hareket etmek zorunda kalmadan kafasındakileri uygulamıştır.
Özellikle Osmanlı İmparatorluğu bunun en yüksek örneği olmuş ve bütün mülkün sahibi olan sultan, toprağa dayalı bir soyluluk ve otorite oluşmasına dahi asla müsamaha göstermemiştir.
O halde tarih bize açıkça güçlü liderlerin idaresindeki Türk devletlerinin çok büyük başarılar elde edebildiklerini göstermektedir. Özellikle 1908’de başlayan 1946’da çok partili sisteme geçişle beraber artan “demokratik idare sancıları” bize bu tarihi kaideyi hatırlatmaktadır. Türkiye’nin 1946’lardan sonra siyasi cambazlık oyunları dışında pek bir şey görmediği tam tersine geri gittiği söylenebilir. Türkiye’de hükümet kurabilmek için rüşvetler verilmiş ve meclisteki aritmetikle oynayabilmek için şantajlarla ve vaatlerle milletvekilleri alınıp satılmıştır. Yüce Türk milletinin seçtiği vekillerin bu halleri milleti de kahretmiştir. Nihayetinde demokrasi yahut demokratik seçimlerden bir şey elde edilememiş ve bu aldatmaca sürüp gitmiştir.”. https://otukendergi.com/baskanlik-sistemi-nedir-hakan-kurt/

23
“Toplumlardaki Eksen Kurumlar
Her toplumda bir eksen kurum vardır. Romada siyaset  ana eksen, mihver kurumdur. Çin'de aile, çadırın ana direği gibidir. Çin'in dağılmamasının sebebi ailenin eksen kurum olmasıdır. Hindistan'da din bunun yerini almıştır. Batıda ve ABD'de ekonomi eksen değer olmuştur ve diğerleri ona dönüşmüştür. Eski Türklerde liderlik kurumu eksen olmuştur. Osmanlılarda ise adalet mekanizması, kadılık eksen kurum haline gelmiştir. Padişah bile gidip yargılanabilmiştir. İttihat ve Terakki 'den sonra Türkiye'de merkezi yani eksen kurum askerlik olmuştur ve Cumhuriyet döneminde de sürmektedir.”. https://archive.org/stream/NevzatTarhanToplumPsikolojisi/Nevzat%20Tarhan%20-%20Toplum%20Psikolojisi_djvu.txt

24
“Konar-göçer geleneğin bir uzantısı olarak, yazları yazlıklarda, kışları ise kışlıklarda geçirilirdi. Sık yapılan göçlerin çatışmalara sahne olmaması için, eski Türk devletlerinde büyük bir planlama ve güçlü bir liderlik gerekliydi.”. http://politikaakademisi.org/2015/08/11/turk-devlet-gelenegi/

25
“Lider nitelikleri hususunda Türk devletlerindeki hükümdarlara verilen değişik ünvanlar vardır. Bunlar; elig, han, kağan, hakan, ilteber, idi-kut, yabgu ve kül erkin gibi ünvanlardır. Türklerde liderlik, tarih boyunca devletin başarısında kritik bir rol oynamıştır. Devletin yıkılması, eski Türklerde çok büyük bir felaket olarak görüldüğü için, lidere itaat önemli bir gelenek haline gelmiştir. Yusuf Has Hacip, 11. yüzyılda “Kutadgu Bilig” aslı eserinde her zaman saygı duyulan bir hükümdar olabilmek için 4 önemli şarttan söz etmiştir. Bunlar; 1-) doğru sözlü olmak, 2-) memlekette kanunları tatbik etmek, 3-) eli açık ve cömert olmak ve halka karşı şefkat göstermek ve 4-) düşmana boyun eğdirmek ve memleket işlerinde azimkar ve cesur olmaktır. Orhun Kitabelerinde, Oğuz Destanı’nda ve Dede Korkut hikayelerinde de liderlikle ilgili önemli tespitlere rastlanabilir.”. http://politikaakademisi.org/2015/08/11/turk-devlet-gelenegi/

26
“Çoğu Türk Devleti gibi ilk Türk Devletleri de karizmatik ve güçlü görünüme sahip bir lider etrafında kurulmuştu. Devlet teşkilatının merkezinde kağan yer almakta ve maiyeti üzerinde güçlü bir otoritesi bulunmaktaydı. Eski Türklerde kağan ismini alan bu hükümdarın yönetim yetkisinin Tanrı ihsanı olduğu düşünülmekteydi. İnanışa göre; Tanrı insanoğlunu yaratmış ve kağanı bu insanlığın başına hükümdar kılmıştı. Tanrının, kutlanan kağana tüm dünyanın idaresini vaat ettiğine inanılmıştı. Hun, Cengiz, Timur ve Osmanlı İmparatorluklarındaki cihan hâkimiyeti arzusu bu inanışın bir sonucudur. Tanrının bu ihsanı koşulsuz değildi, hakanın da bu yetkiyi devam ettirebilmesi için, Tanrının yolunda savaşması, halkını dış tehditlerden koruyarak refah içinde yaşatması, adaleti sağlaması ve en önemlisi töreye uyması gerekmekteydi. Tanrının kağanı kutladığı/kutsadığı düşüncesi bilindiği üzere kut anlayışıdır. Kağanın ülkenin doğu kısmında bulunması, tahtın ve otağın doğuya bakması ve kağanın otağ kapısından çıkınca kutsal güneşi selamlaması gibi sembolik uygulamalar hep bu inanışın bir yansımasıdır. Kağanlar kullandıkları unvanlarda özellikle Tanrı ile yakınlıklarını göstermeye çalışmış ve kağanın soyu anlatılırken efsanevi öğeler seçilmişti.”. http://tunauzer.blogspot.com.tr/2014/03/ilk-turk-devletlerinin-kurulusunu_24.html

27
““TARİHİ GEÇMİŞİMİZ BAŞKANLIK SİSTEMİNE YATKIN”
Türklerin tarihi geçmişinin başkanlığa yatkın olduğunu dile getiren Erhan Afyoncu, “Bu kişisel bir mesele değil, sistem meselesi olarak algılanmalıdır ve halka sorulmalıdır. Türk tarihinde devletler, hep bir lider eliyle güçlenmiştir” dedi.”. http://www.kckultur.com/?Syf=18&Hbr=874070&/T%C3%9CRK-TAR%C4%B0H%C4%B0NDE-L%C4%B0DERL%C4%B0K-BA%C5%9EKANLIK-S%C3%96YLE%C5%9E%C4%B0

28
“Türk tarihi aslında bir liderler tarihidir. Oğuz Kağan'dan Alparslan'a, Fatih'ten Atatürk'e Türk tarihini liderler ve onlara inan Türk milleti yazmıştır.  Beylikler, Devletler, İmparatorluklar liderlerin isimleriyle hayat bulmuştur.”. http://www.ortadogugazetesi.net/haber.php?haber=siyaset-ve-liderlik&id=65138

29
“Her  kültür,  devlet  yönetirken,  ordu  yönetirken,  bir  işi  ya  da  bir  süreci  yönetirken  nasıl  davranılması  gerektiğine  ilişkin  öneriler  sunar4. Özellikle  Türk  kültüründe  liderlik  ya  da  yöneticilik  ile  ilgili  sonsuz  sayıda örnek vardır. Bu örnekler sefere çıkmış bir ordunun nasıl yönetileceğinden bir düğün merasiminin nasıl yönetileceğine kadar çok geniş bir yelpaze oluşturmaktadır. Türk klasik eserlerinde, sözlü kültürde, geleneklerde ve yazıtlarda liderliğe verilen bu incelikli ve takdir dolu ipuçlarını görmek mümkündür. Türk kültüründe liderlik olgusunun özel bir yer tutmasının nedenleri, Türklerin sürekli bir organizasyonu zorunlu kılan göçebe hayat tarzları ile yaşadıkları coğrafyaların son derece riskli oluşudur. Liderlik, Türk kültüründe doğrudan doğruya bir varoluş problemidir. Liderin vasıfları, doğrudan doğruya milletin varlık ya da yokluğu ile ilişkilendirilir. Bu nedenle  Türkler  liderlik  ya  da  yöneticilik  modellerini,  insan  varoluşu  ile  doğrudan  bağlantısı  olan  iki  ana  kaynaktan devşirmişlerdir. İlki,  adalet,  hoşgörü,  cömertlik,  civanmertlik,  yiğitlik  gibi  temel  değerleri  hayata  geçirmeye  zorlayan  risk coğrafyasıdır. Liderler, böyle bir coğrafyada adil, cömert, yiğit ya da hoşgörülü olmak zorundadırlar5. Bu nedenle Türk  tarihinde  liderler,  bağımsızlığa  alışkın  boyları  tek  bir  çatı  altında  toplayabilmek  için  bu  önemli  kavramların sorumluluğunu şahsen üstlenmekle mükelleftirler. Bilge Kağan bu sorumluluğu üstlendiğini Orhun Yazıtlarında açıkça dile getirir6 ve liderliğinin dayanağı olarak, bu riskli coğrafyada kendisinin sergilediği çalışkanlığı, özveriyi, kararlılığı gösterir. Liderler için, Tanrı’nın onayı kadar milletin takdiri de gereklidir. İkinci kaynak ise tabiatın ta kendisidir. İslam öncesi Türkler, bütün evrenin de insan toplulukları gibi örgütlenmiş olduğuna  inanmaktaydılar.  Tıpkı  insan  toplulukları  gibi  hayvanlar  da,  bitkiler  de  hatta  madenler  de  topluluk  halinde  varlık  bulmaktaydılar.”.
“Görüldüğü  üzere  liderlik,  Türk  kültüründe  tabiat  gözlemleri  yoluyla  belirlenen  bir  yetkinlikler  ve  üstünlükler  birikimidir.  Bu  üstünlükler  kimi  zaman  liderin  meşruiyetini  kimi  zaman  da  hareketinin  yönünü  belirler.  Fakat  önemli  olan,  liderliğe  ilişkin  özelliklerin  tabiatın  diğer  canlılarından  yararlanılarak  tanımlanmasıdır.  Bazı  hayvanların  Türk  kültüründe  değerli  ve  üstün  olmaları,  hatta  bazılarına  hani  neredeyse  kutsiyet  atfedilmiş  olması,  onların  özelliklerini  taşıyan  liderlerin  de  toplum  üzerindeki  güç  ve  nüfuzlarını  arttırmıştır.  Göçebe  Türklerin  yüzyıllar  boyunca  kolayca  örgütlenmeleri,  üstelik  bu  örgütlenmelerin  “başka  kıtalara  göç”  ve  “savaş”  gibi    noktada  sınavlardan  geçmesine  ragmen  dayanıklılık  göstermesi,  liderliğin  bu  kültürel  dayanaklarına  bağlanabilir.  Türk  kültüründe  liderlik,  toplumsal  yapıyı oluşturan parçacıkların birbirlerine kutsiyet ve uyumla bağlanmasını içerir. Liderlik  üzerine  yapılan  çalışmaların,  liderliğin  ve  insan  ilişkilerinin  kültürel  dayanaklarına  inmesi,  her  kültürün  içinde barındırdığı önsel bilgilere ulaşılmasını sağlayabilir. Bu çerçevede Türk kültürü liderlik ve yöneticilik açısından son derece zengin bir potansiyele sahiptir. Bu potansiyelin incelenerek bilimsel literatüre kazandırılması, Türk dünyası açısından son derece önemlidir.”. Mustafa SAFRAN: Türk Kültüründe Liderlik. https://dokupdf.com/download/trk-devlet-ynetimi-gelenei-_5a39bd65d64ab2a614dee4b3_pdf 

30
“Eski Türklerde topluma manevi liderlik yapan, toplumu yönlendiren, çağını aydınlatan, verdiği ögütleri ve öğütlü sözleriyle yaşamlarından sonra dahi dilden dile dolaşan kişiler vardır. Ak sakallı ifadesi ile de belirlenen bu kişiler bilge tiplerdir. Türk destanlarında bilge tipi çok önemlidir. Ergenekon Destanı'nda demir dağı eriterek Türklerin yol bulup çıkmasını sağlayan usta demirci, bilge tipinin en önemli örneklerindendir. Türk destanlarında kağanların, yanlarında genellikle bilge vezirler bulundurmaları ve verecekleri önemli kararlarda bilgelerin bilgilerine baş vurmaları bilgeliğin önemine inanılmış olmasının en belirgin işaretidir.”. https://www.turkedebiyati.org/turk-destanlarinda-tipler-motifler.html

31
Türklerde karizmatik liderin büyük önemi
“Liderlik vasıfları toplumlara göre değişiyor mu? Türk liderlik anlayışı hangi yönlerden farklılık arz ediyor?Tam onu anlatmaya çalışıyordum. Liderliği belirleyen şey, toplum. Diyelim ki siz herhangi bir toplumun liderini çok beğeniyorsunuz onu kendi ülkesinden alıp gelsek Türkiye'ye lider yapsak, tamamen çuvallayabilir. Aynı şekilde başarılı bir işadamı, ille de siyasette de başarılı olacak diye bir şey yok. Türklerde liderliğin diğer toplumlardan en büyük farkı, İslam öncesi inançlarımızın süren etkisi nedeniyle, neredeyse uhrevî nitelikte olması. Lideri olmasa bile makamını müthiş önemsiyoruz, bu makamı 'Allah'ın bahşettiği' bir yer olarak görüyor, adeta kutsallıkla donatıyoruz. Bu makamın sahibinden de bizi tamamen yönetmesini, babalık etmesini bekliyoruz. Burası Türkiye dostum, itaattir burada her işin başı. Komutanımıza da, Başbakan'ımıza da, patronumuza da, dinî büyüğümüze de aynı ölçüde itaat ediyoruz. İtaat kültürümüz aile ocağında şekilleniyor.Madem Türklerde karizmatik nitelik önem taşıyor, Türk toplumunda karizmatik lider olabilmenin şartları neler? Kaynak: Türk liderleri karizmatik mi?”. http://www.gazeteturka.com/turk-liderleri-karizmatik-mi-43971h.htm

32
“Türklerin liderlere aşırı bağlılığının fanatizm boyutuna ulaşması çok partili döneme geçişimizle bağlantılı mı?Hayır efendim, her zaman böyleydi. Bizim soy-boy tarzı bir toplumsal örgütlenmemiz var. Herkes kendi boyunun beyine bağlı, onun fanatiğiydi. Çok partili dönemde boy beyleri, parti başkanı oldu!Türkiye'deki hangi siyasî partilerin tabanında bir fanatizm vardır?Liderlerine fanatikçe bağlanan bir toplumun ayakta kalabilmesi için kendisini toplumda var olan değerlerle bütünleştirmesi gerekir. Bu alan siyasal merkezdir. Siyasal merkez, boy beylerinin fanatizminin getireceği merkezkaçın savrulmasından korur. Ne kadar "bizden olanlar"ın fanatiği olsak da içten içe tarafsız bir siyasal merkez olsun isteriz. Niye ülkemizde büyük olmaya heves eden her parti merkez partisi olmaya çalışıyor sanıyorsunuz? Kaynak: Türk liderleri karizmatik mi?”. http://www.gazeteturka.com/turk-liderleri-karizmatik-mi-43971h.htm

33
 “Her  kültür,  devlet  yönetirken,  ordu  yönetirken,  bir  işi  ya  da  bir  süreci  yönetirken  nasıl  davranılması  gerektiğine  ilişkin  öneriler  sunar4. Özellikle  Türk  kültüründe  liderlik  ya  da  yöneticilik  ile  ilgili  sonsuz  sayıda örnek vardır. Bu örnekler sefere çıkmış bir ordunun nasıl yönetileceğinden bir düğün merasiminin nasıl yönetileceğine kadar çok geniş bir yelpaze oluşturmaktadır. Türk klasik eserlerinde, sözlü kültürde, geleneklerde ve yazıtlarda liderliğe verilen bu incelikli ve takdir dolu ipuçlarını görmek mümkündür. Türk kültüründe liderlik olgusunun özel bir yer tutmasının nedenleri, Türklerin sürekli bir organizasyonu zorunlu kılan göçebe hayat tarzları ile yaşadıkları coğrafyaların son derece riskli oluşudur. Liderlik, Türk kültüründe doğrudan doğruya bir varoluş problemidir. Liderin vasıfları, doğrudan doğruya milletin varlık ya da yokluğu ile ilişkilendirilir. Bu nedenle  Türkler  liderlik  ya  da  yöneticilik  modellerini,  insan  varoluşu  ile  doğrudan  bağlantısı  olan  iki  ana  kaynaktan devşirmişlerdir. İlki,  adalet,  hoşgörü,  cömertlik,  civanmertlik,  yiğitlik  gibi  temel  değerleri  hayata  geçirmeye  zorlayan  risk coğrafyasıdır. Liderler, böyle bir coğrafyada adil, cömert, yiğit ya da hoşgörülü olmak zorundadırlar5. Bu nedenle Türk  tarihinde  liderler,  bağımsızlığa  alışkın  boyları  tek  bir  çatı  altında  toplayabilmek  için  bu  önemli  kavramların sorumluluğunu şahsen üstlenmekle mükelleftirler. Bilge Kağan bu sorumluluğu üstlendiğini Orhun Yazıtlarında açıkça dile getirir6 ve liderliğinin dayanağı olarak, bu riskli coğrafyada kendisinin sergilediği çalışkanlığı, özveriyi, kararlılığı gösterir. Liderler için, Tanrı’nın onayı kadar milletin takdiri de gereklidir. İkinci kaynak ise tabiatın ta kendisidir. İslam öncesi Türkler, bütün evrenin de insan toplulukları gibi örgütlenmiş olduğuna  inanmaktaydılar.  Tıpkı  insan  toplulukları  gibi  hayvanlar  da,  bitkiler  de  hatta  madenler  de  topluluk  halinde  varlık  bulmaktaydılar.” Mustafa SAFRAN: Türk Kültüründe Liderlik. https://dokupdf.com/download/trk-devlet-ynetimi-gelenei-_5a39bd65d64ab2a614dee4b3_pdf

34
“İnsanlar, bozkır yaşamında tabiatın zorlamaları karşısında sürekli olarak kendi zayıf yönlerinin farkına varırlar. Bu farkına varış, onları, kendileri kadar zayıf olmayan diğer canlıları takdir etmeye ve onların üstün yanlarını kendilerinde geliştirmeye iter. Türklerin  liderliği  tanımlamalarında  tabiatı  bir  kaynak  olarak  gördüklerinin  pek  çok  kanıtı  bulunmaktadır.  Bu  konuda liderlerin isimleri bizlere şaşırtıcı ipuçları vermektedir. Liderlerin isimleri genellikle hayvan isimleridir. Toğrul, Aslan,  Doğan,  Buğra,  Laçın  gibi.  Türk  klasiklerinde  liderlik  nitelikleri  ile  ilgili  olarak  yapılan  açıklamalarda  da  yine  hayvan benzetmelerinin sıklıkla kullanıldığı görülür. Türklerde liderliğin iki kaynağı, coğrafyanın gerektirdiği bireysel erdemler ve tabiatın takdir edilmesinin getirdiği üstün bireysel özelliklerdir. Bu iki kaynak, kısaca “tabiat ve ahlak” olarak özetlenebilir. Bu iki kaynaktan edinilen ve kolaylıkla ifade edilen liderlik kültürü tarihteki Türk devlet ve topluluklarına şekil veren temel unsurdur. Özü itibariyle tabiatı  ve  insanı  yüceltmeye  dönüktür.  Tabiatla  uyumu,  diğer  insanlarla  ilişkilerde  erdem  ve  fazileti,  kişisel  olarak  da  sürekli  zayıf  yönlerini  geliştirmeyi  amaçlayan  çok  boyutlu  bir  liderlik  anlayışıdır.  Bu  anlayış,  liderlerin  özelliklerinin  belli başlı hayvanların özelliklerine benzetilmesiyle şaşırtıcı bir basitlikle ifade edilir ve nesilden nesile aktarılır. Kültürlerin  örtük  olarak  barındırdıkları  bu  bilgi  birikimi,  dünyada  liderlik  üzerine  çalışanların  ilgisini  çekmeye  başlamıştır.  Liderliğe  ilişkin  evrensel  sınıflamalar  yada  tanımlamalar  hala  geçerli  olmakla  birlikte,  liderliğin  kültür  değişkenlerini  gözetmesi  gereği  artık  pek  çok  bilim  insanı  tarafından  vurgulanmaktadır.  Bu  durum  Türk  kültüründe  beliren  liderlik  anlayışı  için  de  geçerlidir.”. Mustafa SAFRAN: Türk Kültüründe Liderlik. https://dokupdf.com/download/trk-devlet-ynetimi-gelenei-_5a39bd65d64ab2a614dee4b3_pdf

35
“ Göçebe  Türklerin  yüzyıllar  boyunca  kolayca  örgütlenmeleri,  üstelik  bu  örgütlenmelerin  “başka  kıtalara  göç”  ve  “savaş”  gibi    noktada  sınavlardan  geçmesine  ragmen  dayanıklılık  göstermesi,  liderliğin  bu  kültürel  dayanaklarına  bağlanabilir.  Türk  kültüründe  liderlik,  toplumsal  yapıyı oluşturan parçacıkların birbirlerine kutsiyet ve uyumla bağlanmasını içerir. Liderlik  üzerine  yapılan  çalışmaların,  liderliğin  ve  insan  ilişkilerinin  kültürel  dayanaklarına  inmesi,  her  kültürün  içinde barındırdığı önsel bilgilere ulaşılmasını sağlayabilir. Bu çerçevede Türk kültürü liderlik ve yöneticilik açısından son derece zengin bir potansiyele sahiptir. Bu potansiyelin incelenerek bilimsel literatüre kazandırılması, Türk dünyası açısından son derece önemlidir.”. Mustafa SAFRAN: Türk Kültüründe Liderlik. https://dokupdf.com/download/trk-devlet-ynetimi-gelenei-_5a39bd65d64ab2a614dee4b3_pdf

36
Bir liderin etrafında birleşme
“Asya'dan gelen atlı akıncılar bir liderin etrafında birleşti. Müthiş bir savaşçıydı, Batı'ya diz çöktüren bu komutan Hun İmparatoru Attila'ydı.”. https://www.yenisafak.com/video-galeri/gundem/batiya-diz-cokturen-komutan-2175765

37
“Ana unsur Türkçe konuşan halklar, bilebildiğimiz kadarı ile ilk, M.Ö. 3.yy da, kuzeye genişleyen Çin’e karşı örgütlenip savunma ve saldırıya geçmek üzere devletler kurmaya başlamışlardır. Bunların bilinen en eskisi de Hun’lardır. Bu devletler hep güçlü bir liderin etrafında toplanan kabileler birliği şeklinde oluşmuş, lider ölünce ve hatta sağlığında da yönettiği topraklar genelde ya çocukları arasında paylaşılmış, ya da taht kavgaları yaşanmış ve sonuçta bu birlikler hep kısa ömürlü olmuştur.
Örneğin M.S. 4.yy da büyük Hun İmparatoru Attila, kardeşi Bleda’yı öldürerek imparatorluğu ele geçirmiş, askeri büyük başarılar elde etmiş, Roma’ya kadar gitmiş, ölümünden sonra ise oğullarının biribirleri ile iktidar kavgası sonucu imparatorluk yıkılmış, kısa sürede yok olmuştur.
Türkler ile aynı coğrafyadan daha sonra çıkan Moğollar da bir insanın hayatı içinde, Cengiz Han yönetiminde, tarihin en büyük imparatorluğunu kurmuş sonra da birkaç nesil içinde tarihten silinip gitmişlerdir.”. https://www.medyacuvali.com/dusunenler/selcuklu-pragmatizmi

38
“Halk tarafından seçilecek cumhurbaşkanı ile Türkiye, doğu toplumlarının geleneksel yapısına uygun şekilde, tek bir liderin etrafında kenetlenerek daha güçlü hale gelecek.”. http://www.iuder.org/keman-ozden-99993

39
“Müslüman halkların sevdikleri bir liderin etrafında kilitlenmesi Batı'nın işine hiç ama hiç gelmez. Hele bu lider-halk dayanışması uzun yıllara dayanan bir seyir izlerse Batı için “parçalama” butonuna basmaktan başka “çare” kalmaz!”. http://www.milatgazetesi.com/bu-sistem-degisecek-makale,102971.html

40
“Devletçilik ve liderlik vasıfları ile bölgesindeki küçük güçleri bir araya getiren ve büyük bir güç haline gelen Ak Hun İmparatorluğu, tıpkı batı kardeşi Avrupa Hun İmparatorluğu gibi asli unsuru İç Asyalı Türklerden oluşmakla birlikte bünyesine kattığı yerel ve komşu güçlerle kaynaşmış ve gen alışverişinde bulunmuştu.”. https://www.turktarihim.com/turkleringenetikharitasi.html?fb_comment_id=635545059896840_837099976408013

41
SEMBOLİK BAŞKAN DÖNEMİ…(1961-2018)
“Oysa bilmedikleri bir gerçek şudur: Bir millet eninde sonunda aslına döner. Bunu engelleyecek hiçbir kuvvet yoktur. Bu gerçeği en iyi ifade edenlerden biri de meşhur İngiliz tarihçi Arnold Toynbee’dir. Toynbee; “Osmanlı Devleti yıkılmış bir devlet değil, durdurulmuş bir medeniyettir” sözüyle hakikatte doğru bir tespit yapmaktadır. Buradaki Osmanlı’dan bir dönemi değil, Osmanlı’yı da var eden toplumsal dinamikleri anlamak gerekir.
15 Temmuz, milletimizin “ikinci kurtuluş mücadelesini kazandığı gündür. Kendinden kabul ettiği, inandığı ve kendi rızasıyla işbaşına getirdiği bir liderin etrafında kenetlendiğinde neler yapabileceğinin ilanıdır. 16 Nisan referandumu, Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da vurguladığı üzere, 15 Temmuz hain darbe girişimine katılanlara ve onların arkasındaki güçlere milletimizin verdiği bir cevaptır.
16 Nisan seçim sonuçlarının önümüzdeki 1000 yıl için getireceği neticeler, bu milletin geçmişte olduğu gibi gelecekte de yepyeni bir medeniyetin zenginliği olma gayretini göstermektedir. Gayret son 300 yıllık büyük bir iniş döneminden sonra büyük bir yükselişe, büyük bir liderin peşinde büyük hedeflere doğru devam edecektir.” http://hasbahcegazetesi.com/yeni-turkiyenin-buyuk-donusu-ve-dirilisi/#ixzz5DlcAaR7Y

42
“Türkeş: Tarih ve töremize uygun olarak başkanlık sistemini savunuyoruz
Eski MHP Genel Başkanı merhum Alparslan Türkeş, sistem değişikliğine ilişkin görüşlerine 1979 yılında yayımlanan "Temel Görüşler" adlı kitabında yer vermişti.
Türkeş, kitabın, "Güçlü İktidar Güçlü İrade, Tek Başkan Tek Meclis Sistemi" başlıklı bölümünde, şu ifadeleri kullanmıştı:
"Milliyetçi Hareket, tek başkan, tek meclis sistemini savunur. Çağımız kuvvetli, adil ve hızlı icra çağıdır. Türk milleti, dünya imparatorlukları kurduğu devirlerde kuvvetli, adil ve hızlı icra sistemini uygulamıştır, kuvvetli ve hızlı icra, icra gücünün tek elde toplanmasıyla mümkündür. Bunun için tarih ve töremize uygun olarak başkanlık sistemini savunuyoruz. İcrayı, cumhurbaşkanlığı ve başbakanlık olarak ikiye bölemeyiz. Her konuda bütünleşmeci olduğumuza göre, icranın başında da bütünleşmeci olmalıyız. Türk tarih felsefesi ve tarihinde icra organı hiçbir zaman bölünmemiş, yani tek bir başkan tarafından yürütülmüştür. Milliyetçi Türkiye'de de demokratik milli cumhuriyet ilkesi içinde başkan, Türk milletinin yürütme organının tek başı olacaktır. Tek başkan sistemine uygun olarak yasama organı yönünden de tek meclis sistemini savunuyoruz. Avrupa krallık veya federal devlet rejimlerinin bir mirası olan senatonun, millet meclisi yanında yasama işlerini geciktirici bir hüviyet taşıması dolayısıyla kaldırılmasını istiyoruz."”. https://www.yeniakit.com.tr/haber/merhum-liderler-baskanlik-hakkinda-ne-dedi-267441.html

43
“Tarihten bu yana Türk Milleti çıkardığı liderlerin yanında durarak kendi bekasını korumanın yanı sıra zulme uğrayan tüm halkların da yanında olmuştur.”. http://www.metropoldergileri.com/?p=2034

44
-----------.
“Türklerin, İslamiyet’ten önceki dinleri Göktanrı inancıydı; istihale ede ede (değişim geçirerek) birden Mutlak Bir’e kavuştular.
Tüm semavi din mensuplarının, yerleşik düzende oldukları gibi; Türkler de, semaya yükselen minare etrafında kümelenip yerleşmişlerdir.
Göklerden yeryüzüne inen ve Türk insanın bedeni ile ruhunu kuşatan inançları, onları birden Mutlak Bir’e yöneltmiş ve en eski zamanlardan beri başa bağlı bir millet yapmıştır.
Dikkat edilirse en son benimsedikleri din olan İslamiyet’in bir manası da gerçeğe, hakka iman ve ona teslimiyetle dünya ve ahiret esenliğine kavuşmaktır.
Türklerin genlerine işlemiş bu özelliklerinden dolayı; lider olgusu onlarda hayati öneme sahiptir.” http://www.gazetevatan.com/fuat-bol-1054981-yazar-yazisi-basa-bagli-millet-/

45
-------------.
“Biz Türk milleti olarak takım çalışmasına çok uygun fedakar bir milletiz sadece takım içinde bir lider kendini kabul ettirmeli ,burada da sorun yok Türk milletinde Lider ruhlu bir millet tek sorun çok fazla lider ruhlu bir ırk olmamız dan kaynaklı takım kurgusunda birden çok lider ruhlu üye var ise çıkar ve ego çakışmaları baş gösteriyor.”. http://changersla.com/tag/inovasyon

46
“Her millet, layık olduğu yetiştirildiği yöneticilerle idare edilir. 5 bin yıllık devlet mazisi olan Türk milleti tarihe yön veren tarih yaratan liderler kahramanlar yetiştirmiştir.”. http://www.hurfikir.com.tr/kose-yazisi/30/millet-ve-liderler.html

47
“toplulukların da tıpkı şahıslar gibi kendine özgü bir bir şuuru vardır. dolayısıyla her milletin diğerinden farklı özellikleri ve karakteri olur.
türk milleti bu açıdan emsalsizdir. binlerce yılllık devlet, yönetim, askerlik, organizasyon kabiliyetleri genlerine kadar işlemiştir. bu sebeple türkler gerçek bir lideri derhal tanırlar ve onun etrafında halka halka organize olurlar. liderin adeta kokusunu alırlar ve onu öz babaları bilirler. tüm bunlar bilinçaltı süreçleridir ve kesinlikle aklî değildir. hakiki lider artı türk milleti, patlayıcı bir bileşimdir. bu millet ile dünyanın fethine bile çıkabilirsiniz. liderini cehennemin kapılarına kadar takip eder. asla yılmaz, yıkılmaz; ölür ama ihanet etmez.
günlük hayatta gayet mülayim, sıradan görünen bir türkü bir de organizasyon içinde liderinin emrindeyken görün. nasıl değiştiğine inanamazsınız; çünkü bilinçaltında uyuyan genetik miras aktive olmuştur artık. o yüzden, her ne kadar kendim çerkes kökenli olsam da, ben bu milleti çok seviyorum.”.  https://eksisozluk.com/kurt-cesareti--5451800?p=3

48
“Türk/İslam toplumları incelediğinde ferdi hareketlerin kolektif hareketlerden daha önde olduğu gözlemlenir..Bu yüzden Türk toplumu tarihte hep karizmatik liderler eliyle şekillenmiştir.Türk milletinin karakteristik yapısının asker millet oluşu da bunun bir yansımasıdır.Askeri vesayet itaat kültürünü beslemiş ve bunun sonucu olarak toplum karizmatik liderlerin düşünceleri istikametinde hareket etmiştir.Zamanla toplumsal zihin, karizmatik liderlerin zihinlerinin boyasıyla boyanmıştır.Bu liderler bir takım erklerle sınırlandırılmaya çalışılmış olsa da yinede son sözü liderler söylemiştir.”. http://bedirhaber.com/arif-zuhtu-sofuoglu-yazilari/mesveretin-bugunu-ve-yarini-adina-sosyolojik-bir-tahlil-38459.html

49
“Liderlik ve liderler söz konusu olduğunda, üzerinde yaşadığımız bu topraklar, Üstad Necip Fazıl’ın deyişiyle, tarih boyunca bir fikir ana kıtası hâlini almıştır.
Bu topraklarda liderlerin anlaşılması dün olduğu gibi bugün de, yarın için de son derece önemlidir. Bu toprakların liderlik tarihi eğer doğru anlaşılırsa, yine bu topraklar üzerinden inşâ edilecek cihanşümûl bir insanlık medeniyeti üretmenin kodlarının anlaşılması da kolaylaşacaktır. İnsanlık, yeniden Pîr-i Türkistan Ahmet Yesevî geleneğinden başlayarak, Horasan erenlerinin, sînesi Anadolu kıtası genişliğindeki güzellerin bütün gönülleri fetihlerine hasrettir.
İnsan ile sevgiyi merkeze koyan bu anlayışın, uzanmış olduğu tüm coğrafyalarda yeniden vücut bulması ile Tuğrul Bey’in, Alparslan’ın, Osman Gazi’nin, Fatih Sultan Muhammed Han’ın, Yavuz Sultan Selim ve Abdulhamid-i Sânî’nin liderlik geleneği de yüzeye çıkacak ve âdeta kabuklarını yağmura açan sedef gibi açılacaktır.
Bu milletin sahip olduğu yerli ve millî kimlikteki “insan ve sevgi” parolası, bahsettiğimiz üzere beşeriyet için cihanşümûl medeniyet inşâsının imkân ve muvaffakiyetine giden yol işaretlerini taşımaktadır. Yerli ve millî olmak, yerli ve millî olmanın liderliğini yapmak son yüzyılda neredeyse imkân dışına savrulmuş, erişilmez bir noktaya getirilmiştir.
Zira küresel yapı, maalesef bizim anlayamadığımız ölçüde tarihimizi anlamış ve anladığı tarih üzerinden Türklerin yeniden medeniyet üretebilme kapasite ve gücünü görmüştür.
Ve küresel yapı, son yüz yıldır bu geleneğin tasfiyesi ve tamamen yok edilmesi için bir büyük gayret içerisindedir.Bu gayretin en önemli parçası, sistemin bu topraklarda kurmak istediği hâkimiyet yolunun ayakları olan sivil ve askerî bürokrasi ile siyaset ve iş dünyasından -özellikle son dönemde- seçerek akıllarını ve gönüllerini Anadolu’suz kıldığı devşirmeler üzerinden yakaladığı “acente liderlik” formatıdır.
Böylece yerli ve millî olmanın tasfiyesinde kritik adımlar atmışlardır. O adımlar öyle bir noktaya gelmiştir ki, yerli ve millî olmak ve de yeniden bu toprakların genlerine sahip çıkmak, bir şeytanlaştırma tornasına sokulma eşiğine dayanmıştır.
Bu lider görünümlü acenteler üzerinden topraklarımızın yeraltı ve yerüstü kaynaklarıyla beraber insan kaynağımız da sömürgeleştirilerek etkisiz kılınmaya çalışılmıştır. Ancak Anadolu, “Su akar, yatağını bulur” esası üzerinden, tekrar tarihî iddialarını güncelleyecek insan yetiştirmek noktasında hiç tereddüt etmemiştir.
Kimi zaman tasavvuf, kimi zaman ilim, kimi zamansa siyaset erbabı görünümüyle sızıntılar oluşturan emperyalizmin etkisizleştirmeye çalıştığı bu ülkede, sahip olunan tarihî kodlara yeniden sahip çıkacak bir aklı ve fikri eyleme dönüştürecek insanların yetiştirilmesinden asla imtina edilmemiştir.
İkinci Abdülhamid Han’ın, Gazi Mustafa Kemal’in, Adnan Menderes’in, Necmettin Erbakan’ın, Alparslan Türkeş’in, Turgut Özal’ın, Muhsin Yazıcıoğlu’nun ve de bu isimlerin etrafındaki tüm kadroların varlığı, bugün emperyalizme karşı topyekûn gerçekleştirdiğimiz millî bağımsızlık mücadelesinin ifadeleri olmuşlardır.
Aslında 15 Temmuz’da yaşadığımız ayağa kalkışı, son yüz yıldır sandık, ilim dünyası ve iktisadî hayat üzerinden sürekli denemiştik. Bu anlamda meselâ, o büyük destanın en önemli etkenlerinden biridir bugün medyadaki “millî bağımsızlık” duyarlılığı. Medyanın varlığı, yerli ve millî olma/kalma mücadelesinin önemli bir parçasıdır.
Yahut üniversitelerde yeniden bir insanlık medeniyetinin kurulabilmesi için aklı dinamik hâle getiren ve bilgi üreten entelektüel sermayenin geleceği nokta, ziyadesiyle önemlidir.
Bu önemli mesafeleri kat etmek için, tarihe liderlik eden toprakların anlaşılması, bunun için de liderinin tavır ve fikriyatının, bu fikriyatı eyleme dönüştürecek etkin ve yetkin kurumlarca fark edilmesi gereklidir.
Peki, tavır ve fikriyatıyla sembol bir değer hâline gelerek âdeta bir kesişme noktası olan “Lider”, evet, “Recep Tayyip Erdoğan” anlaşılıyor mu?”. http://www.akasyam.com/erdogani-anlamak-154379/

50
“Türk halkı tarih boyunca her zaman arkasından yürüyeceği liderler aramıştır. Buldukları güçlü liderlerle birlikte de büyük başarıları elde etmiştir. Türk halkının genlerinde güç, kudret, iktidar vardır. Bu nedenle de ya kendisi güçlü, kudretli ve iktidar sahibi olmayı arzular yada arkasından yürüdüğü liderin bu şekilde olmasını ister. Tarihimize baktığınız zaman Atilla, Osman Gazi, Fatih Sultan Mehmet, Kanuni Sultan Süleyman, Mustafa Kemal Atatürk, Adnan Menderes ve Turgut Özal örnekleri hep güç, kudret ve iktidar özelliklerine sahip güçlü liderler olarak arkasından gidilen isimler olmuştur. Recep Tayyip Erdoğan ise Türk milletinin arkasından büyük bir arzu ve şevk ile yürüdüğü son liderler olmuştur.”. http://www.hopam.com/icerikdetay.php?iid=16798

51
 “Türk devlet adamları, hakanları, eski ve orta çağlarda yaşamış birçok kral ve imparatorlar gibi kendilerini putlaştırmamış, zulüm ve kötülük yapmamış daha ziyade kişilikleri ile kendilerini kabul ettirmişlerdir.459
Gerçekten de Türk kağanı, devletin merkezinde oturan ve sadece emirler
--------------------.
456 Atalay, 2004: 865. / 457 Durmuş, 2008:58-59. / 458 Koca, 2003: 17. / 459 Genelkurmay Başkanlığı, 1988: 26.
---------------------.
veren bir kimse değildi. O, her türlü mücadelede en ön; safta bulunuyor ve verdiği emri de önce bizzat kendisi icra ediyordu. Çünkü, Türk hükümdarı giriştiği her mücadelede başarının her şeyden önce kendi cesaretine bağlı olduğunu çok iyi biliyordu. Öte yandan, o kendisinin göstereceği cesaret ve kahramanlıkla, şüphesiz arkasından gelenleri de etkileyerek, onları teşvik edeceğinin ve cesaretlendireceğinin de bilincindeydi.460 Kağanlar lider kişilikleri ile yaşadığı toplumun model alınacak kahraman, bilgili, erdemli, adletli, akıllı kişilerdi. Yaptığı her davranış karşılığını bulurdu. Toplumun önderi olan liderler kendisinden beklenen davranışları gösterirdi.” http://www.acikarsiv.gazi.edu.tr/File.php?Doc_ID=3171

52
“Hayatları hep mücadele içinde geçen Türk İnsanı düşmana karşı kahramanlık göstermek zorundaydı. Yaşam şartlarındaki zorluk onları hep kazanmaya zorlamaktaydı. Toplum içerisindeki yerlerini göstermiş oldukları kahramanlıkları belirliyordu. Devlet siyasi hayatı içerisinde ilk siyasi birlik olan boyun başına geçebilmenin yani bey olabilmenin en önemli yollarından biriside cesaretli olmaktı. Boy beyleri, cesareti, mali kudreti ve doğruluğu ile tanınan kişilerden seçiliyordu.461 Doğru ve cesur davranış gösteren lidere karşı halkın güveni artardı.”.  http://www.acikarsiv.gazi.edu.tr/File.php?Doc_ID=3171

53
“Bozkır kavimleride devletin yöneticisi olan kişilere Kağan, Hükümdar, Han, Hakan, Kağan, Tanhu unvanları verilmekteydi. En önemli görevleri milletini doyurmak, korumak, huzur ve mutluluğunu sağlamak, dağınık halde yaşayan Türk boylarını bir bayrak altında toplamaktı.”. http://www.acikarsiv.gazi.edu.tr/File.php?Doc_ID=3171

54
 “Uçsuz bucaksız bozkırlardaki yaşantının temelini, hayvancılık ekonomisine yönelik "göçebe hayat tarzı" teşkil eder. Bozkırdaki acımasız tabiat şartları, bozkır insanını uzun bir tarihi süreç içinde devamlı bir mücadeleye yöneltmiştir.” http://www.acikarsiv.gazi.edu.tr/File.php?Doc_ID=3171

55
 “Türklerin asıl başarıları, içinde yaşadıkları çevreye ve iklime uygun hayat tarzını gerçekleştirmiş olmalarıdır. Bu, "atlı-göçebe" (horse nomad) veya "konar-göçer" hayat tarzıdır. Eski Türk topluluklarında ekonomi hayvancılığa dayanıyordu. Başka bir ifade ile, eski Türk toplulukları üretici idiler.13 Bozkırın çocukları muhitin tabii icabı neticesi olarak daima göçebe bir hayat sürmeğe mecburdur. Asya’da kurulan Türk devletleri de göçebe cemiyetin kurmuş olduğu devlettir.14
Türk tarihinin ilk zamanları daha ziyade Asya Avrupa bozkırlarında geçmiştir. Türk yaşayışı, düşünce tarzı, inançları, dünya görüşü örf ve adetleri, bozkır kültür özellikleri göstermektedir.15 Yaşadıkları çevre, askerlik anlayışı ve devlet teşkilatı oluşturmalarında onlara yol gösterici olmuştur.
Büyük sürülerin sevk ve idaresi bakımı geniş sahalarda sürekli dolaşma mera ve mülk hukuku bakımından meydana gelen çatışmalar, boy teşkilatları hayvan yetiştirici göçebelikle ilgili herşey birbiri ile alakalıdır.
Bunun sonucu olarakda görüş ufku genişleyen bozkır insanının cesareti yaşadığı boyuna bağlılık düşüncesi, hükmetme gururu onun teşkilat oluşturma yeteneğini geliştirmektedir.16
Bozkır kültürü daha kuruluş günlerinden başlayarak yerleşik kültürden ayrılıklar göstermekte idi. Yerleşik kültürlerde, bozkır insanı yüz binlerce hayvanın dağıldığı geniş otlakları düşünmek zorunda idi. Yeni otlaklar için bir iklimden diğerine koşan bozkırlının ise tecrübesi artmış, ufku genişlemiştir.
Bozkır kültüründe canlılık vardı. Kalabalık sürüleri uzak otlaklara sevk etmek, hastalıklardan korunmak, su için mücadele etmek, sürü ve sahiplerinin emniyetini sağlamak hep tecrübe isteyen işlerdi. Sürü sahipleri daha iyi korunabilmek, düşmanlara karşı daha kuvvetli olmak amacıyla birleşmeye
13 Avcıoğlu, 1999: 18./ 14 Orkun, 1946: 134. / 15 Çandarlıoğlu, 2003: 92. /16  Rasonyi, 1993: 5.
başladılar. Bu birleşmeler gittikçe büyüyerek devlet teşkilatı haline geldi.
Bozkır insanı, mücadeleci ve savaşçı nüfus ile toplulukların bir ara da huzurlu yaşayabilmeleri için, karşılıklı saygı, sevgi anlayışı içinde bir hak ve adalet düzenine inanıyordu. Bu inancın sonucunda da hukuki bir nizam ortaya çıkmıştır.17 Bozkırlarda ortaya çıkan hukuki düzen zaman sürecinde siyasi birlikteliklere dönüşüyordu.
Bir topluluğun kendi yerini, yurdunu terk ederek, başka bir yere gitmesine veya yer değiştirmesine göç denir. Sosyal bir olay olan göç, hayati ve ciddî sebeplere dayanır. Hiçbir göç sahası tamamen boş ve sahipsiz bir yer olmamaktaydı. Göç hareketinde bulunan kütle, buradaki yerli topluluk veya devlete karşı hakimiyet mücadelesi vermek ve bu mücadeleyi de kazanmak zorundaydı. 18 Bu mücadeleyi kazanamayan topluluk başka bir yere göç ediyor yanız veya başka bir topluluk ile yeni bir siyasi oluşumu gerçekleştiriyordu.
Devlet sınırları belli bir toprağa sahip boy ve boylar birliklerinin bir araya gelmesiyle halkı oluşmuş, belirli bir idari ve hukuki nizamı ve mensubu olan insanların hür ve bağımsız olarak varlığını sürdürdüğü bir siyasi kuruluştur.19 Devletin oluşumunda her türlü unsuru bir orkestra şefi gibi organize eden ise Üstün özelliklere sahip olan Türk Kağanıdır. Türklerde bağımsız yaşama isteği çok onurlu bir düşüncedir. Bunun için aşağıda vereceğimiz örnekte olduğu gibi başkasının himayesine girmeyi kendisine yakıştıramamaktadır.
Batı Hun Yabgusu Çiçi Çin’e Vali olan kardeşi Hohen Yu ve Çinlilerin ağır baskıları sonucu kendi yandaşları ile birlikte Batıya kaymak zorunda kalmıştır. Bu olaylar sonucunda yeni il teşkilatları başka bir yurt üzerinde ortaya çıkmaktaydı. İstiklali feda etmek istemeyen Çiçi ve taraftarları, Batı
17 Çandarlıoğlu, 2003: 92. / 18 Avcıoğlu,1999: 25. / 19 Durmuş, 2008:53. /
Türkistan'a çekilerek, burada bağımsız bir Hun Devleti kurdular (M. Ö. 54).20 Başka bir yere yeniden yerleşerek kendi devletini kurmuşlardır.
Bozkırdaki bu yaşam tarzı boy beylerinin yada ileride devletin başına geçecek olan Kağanların yetişmesinde yaşadığı çevrenin ne kadar önemli olduğunu gözler önüne sermektedir. Sürüsü ile birlikte yaşayan bozkırlı kendisinde çabuk karar verip hemen uygulama yeteneğini geliştiriyordu. Buda devletin yönetilmesinde gerekli olacak bilgi ve becerilerin öğrenilmesini dağlamaktaydı.

56
 “Bizim toplumumuzda tarihten gelen bir liderlik kültü hâkimdir. Tarihimizde lider şahsiyetlerin başa geçtiği zaman topluma bir sıçrama yaptırdığı ve kısa sürede bütün milletçe büyük başarılara imza atıldığı bir gerçektir. Çünkü Türk milleti başındaki idareciye göre tavır değiştirmektedir. Dirayetli ve basiretli yöneticiler olduğu zaman şahlanmakta ve kısa sürede büyük gelişmeler göstermektedir. Sıradan, basiretsiz ve dirayetsiz yöneticiler olduğu zaman da adeta içine kapanmakta ve hayret verici bir atalet içerisine düşmektedir.”. http://www.misalhaber.com/yazarlar/profdr-mehmet-ali-unal/referandum-yaklasirken/

57
“Liderler bir toplumun her açıdan gelişmesi için en önemli kazançlarıdır. Türk siyasi hayatında Mete,Alparslan,Fatih, Kanuni, Abdülhamit gibi önemli isimleri çıkaran haysiyetli Türk milleti, en zor dönemlerinde de liderleri ile emperyalist güçlere karşı ayakta durmayı başarabilmişlerdir. Karizmatik liderler toplumsal algıyı dünya siyasetini iyi analiz ettiklerinde birçok sorunun üstesinden gelmeyi başarmışlardır.
Yakın tarihimize baktığımızda Türkiye, zor dönemlerini bu karizmatik liderlerin güçlü kişilikleri ile aşabilmeyi başarmıştır. Bu çerçevede  yakın tarihimizin iki önemli lideri hiç kuşku yok ki Mustafa Kemal Atatürk ve Recep Tayyip Erdoğan’dır.”. http://giresungundem.com/2016/09/04/ataturk-ve-erdogan-istiklal-mucadelesi-liderleri/

58
“Liderin Düşmesi Bir Ülkeyi Neden Etkiler -1
EBUBEKİR-SOFUOGLU Ağustos 16, 2017
Liderin Düşmesi Bir Ülkeyi Neden Etkiler -1
Liderler, toplumların hayatlarında onlara keskin inişler ya da keskin çıkışlar yaşatacak kadar önemli midir? Tarihi hadiseler bunun bize önemli olduğunu söylüyor. Etkin karakterli liderlerin Devlet yönetiminde belirleyici olup Devletin yönetimi üzerinden Ülkenin inişli-çıkışlı bir hareketlenme içinde olmasına sebep oldukları tarihte yaşanmış bir örnekle sabittir.
Etki karakterli olmayan liderlerin de Devletin yönetimini denetimi altına alamayıp, Devletin, birçok devlet adamının oyuncağı haline geldiğine dair tarihte örnekler de mevcuttur. Bir kural vardır: Fizik boşluk kabul etmez. Bir bardağın içinde yoksa, o bardak boştur denemez. Boş gibi görünen o bardağın içinde hava vardır. Bardak yine boş değildir. Yani, o sırada var olan boşluğu sen doldurmazsan, dolduran birileri vardır.
Tek başına etkin bir devlet adamı yoksa, etkin dev adamları vardır. Etkin devlet adamı, tek başına Kral olur, Padişah olur, Cumhurbaşkanı olur, ya da Kral olmasa da Kralı etkileyen Prenslerden biri olur, Padişahı etkileyen Sadrazam olur, Cumhurbaşkanının etkileyen Başbakan olur. Bu etkin devlet adamı tek kişi olmazsa, bu kez devlete ortak devlet adamları olur. Devlet bu etkin devlet adamlarının elinde adeta oyuncağa döner. Bu devlet adamlarından bazıları hatta kimi zaman çoğu, diğer devlet adamlarına karşı daha güçlü olabilmek, diğer devlet adamlarının hakkından gelebilmek için bazen yabancı devletlerle işbirliği yaptıkları da olur.
Bu tür devlet adamları, yabancı devletlerle işbirliğine girerken, rakibi olan devlet adamlarının da yabancı devletlerle işbirliğine görünce bu kez kendisi işbirliğine içine girdiği yabancı devletlerle olan yakınlaşmasını daha sıkı hale getirir. Böylece devlet, yabancı ülkelerin müdahale alanına döner.
Etkin bir devlet adamı olmadığı kimi durumlarda yani devlet adımının, yetkisini kullanmakta acizlik gösterdiği durumlarda, yönetimde denetimi eline geçirmeye çalışan devlet adamlarının yabancı devletlerle işbirliği yapmadığı durumlar da olur. Bu, yabancı müdahalesine göre oldukça iyi bir durum olarak görünse de bu tür yapılarda da devlet adamları arasında güçlü olma yarışı olur ve devlette yine istikrar sağlanmaz.
Bu nedenle güçlü karakterli ve adil liderler her zaman devletlerine yukarıya doğru çıkış sağlatırlar. Tam tersine de yetkilerini kullanmakta aciz olan zayıf karakterli liderler de bu yetki karmaşası üzerinden devlet yönetiminde istikrarı sağlayamazlar, devlet, devlet adamlarının yarış alanı haline gelir, aşağıya doğru hareketlenme, bir gerileme yaşanır.
Etkin karakterli liderler derken, şuna da dikkat çekmekte fayda vardır. Bu etkin karakterli liderler ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar, kesinlikle adaletli olmak zorundalardır. Güçlü karakterli bir lider, eğer adaletli olmazsa, yönetiminden muzdarip olan halk ya da bazı güç merkezleri bu gücü kendinde bulduğu ilk anda onu devirmeyi deneyecektir. Bu nedenle aslında çok önemli olan bir özellik olarak bir liderin sadece güçlü karaktere sahip olması da yeterli bir özellik değildir. Güçlü karakterli lider, iktidarda kalmak istiyorsa aynı zamanda Adaletli olmak zorundadır.
Tarihte ve kendi tarihimizde buna ilişkin çok örnek vardır. Buna Fatih Sultan Mehmet örneğini vererek başlayabiliriz. Güçlü karakterli bir lider olan Fatih'in 1481'de ölümünden sonra Padişah olan oğlu II. Bayezid, aynı ordu, aynı maliye, aynı toplumsal yapı, aynı askeri yapıya sahip olmasına rağmen babasının hızını sergileyememiş, babası döneminde uçan devlet II. Bayezid döneminde adeta uykuya geçmiştir. Ta ki 1512'de oğlu Yavuz Sultan Selim'e kadar.
Yavuz Sultan Selim Döneminde (1512-1520)'ye kadar devlet, daha öncekine benzemeyecek şekilde bir hızla adeta tekrar uçuşa geçmiştir. Halbuki Yavuz Sultan Selim'in babası II. Bayezid 31 yıllık döneminde uyumaya alışmış devletin, Yavuz Sultan Selim'in topu topu 8 yıllık iktidarında aniden fırlar gibi öncesinde örneği görülmemiş şekilde bu kadar büyük hıza ulaşmaması gerekir.
Öyle ya, devlet, kuruluşunu tamamlamış, 1299'dan itibaren tesis edilen 150 yıllık kurumları belli istikrarı yakalamış, mutedil bir şekilde devam etmesi beklenir. Bazen: "devletlerin hayatlarında liderler değil, kurumsal yapıları önemlidir. Liderler, devletin yapısını derinden etkileyecek kadar etkin değildirler. Bu nedenle devletlerin hayatları liderlere göre değil, belli istikrara kavuşmuş sağlam kurumlarıyla doğru orantılı olarak inişli ya da çıkışlı hareketlenme gösterirler" şeklinde değerlendirmeler de yapılır.
Her ne kadar bu tür değerlendirmeler yapılsa da bu yaklaşımlar tarihte yaşanmış birçok sabit örnekleriyle doğru sonuçlar veren anlayışlar değildirler. Kurumsal istikrarın elbette önemi vardır ancak güçlü liderler ya da zayıf liderler karşısında bu kurumlar ister istemez lidere göre vaziyet alırlar. Bunun içinde tarihte bunu doğrular nitelikte birçok hadise olduğunu söyledik.
Eğer böyle değilse yani devletlerin hayatlarında liderlerin değil de sadece kurumsal yapıların önemli olduğu kanaati doğru ise o zaman yukarıda verdiğimiz örnekleri neyle açıklamak mümkündür. Aynı askeri, mali, toplumsal, idari kurumsal tarihe ve istikrara sahip devlet Fatih Döneminde hızlı bir yükselme yakalamışken bu yükselme hızı hemen peşinden gelen II. Bayezid döneminde neden yakalanamamıştır. Devlet neden adeta uyumaya geçmiştir.
Ya da Fatih döneminde olduğu gibi aynı askeri, mali, toplumsal, idari kurumsal tarihe ve istikrara sahip devlet II. Bayezid Döneminde son derece yavaşlamışken bu yavaşlama hemen peşinden gelen ve aynı kurumsal tarihe ve istikrara sahip Yavuz döneminde bu yavaşlama yerini neden hızlı bir yükselme sürecine bırakmıştır. Devlet neden yeniden yükselişe geçmiştir. II. Bayezid döneminde 31 yıl adeta uyuyan devlet, aynı kurumsal alt yapıya sahip Yavuz döneminde 31 yıl değil sadece 8 yılda daha önce tarihinde eşi görülmemiş şekilde neden yükselişe geçmiştir.”. http://www.fikriyat.com/yazarlar/ebubekir-sofuoglu/2017/08/16/liderin-dusmesi-bir-ulkeyi-neden-etkiler-1

59
 “Liderin Düşmesi Bir Ülkeyi Neden Etkiler - 2
 EBUBEKİR-SOFUOGLU Ağustos 21, 2017
Perşembe günü kaldığımız yerden devam edelim müsaadenizle…
Karşımızda duran bu neticenin, güçlü karakterli liderlerin devlet yapısına kazandırdığı hız olduğuna inanmayacaksak, o zaman bu durumun bir açıklaması olması gerekir. Bir devlet düşünün Fatih döneminde (1451-1481) 30 yıl fetihlerden fetihlere koşuyor; fakat aynı devlet hemen onu takip eden Fatih'in oğlu II. Bayezid döneminde (1481-1512) 31 yıl adeta cayırtılı bir fren yaparak bu hızını kaybedip uyuyan bir hale bürünüyor. Ve yine aynı devlet bu kez 31 yıl sakin bir hayata alışmışken, hemen peşinden gelen Yavuz döneminde (1512-1520) üstelik sadece ve sadece 8 yılda ve yine sadece kendinden önce II. Bayezid ve Fatih dönemleri değil,, tüm Osmanlı Tarihi boyunca elde edilemeyen başarıyı gösterip devlete milyonlarca kilometre kare büyüklük kazandırıyor.
Daha açık, daha kısa ve daha net soralım. Peş peşe gelen 3 Padişah'tan;
Fatih döneminde devlet neden uçar gibi yükseldi.
Bayezid döneminde devlet neden uyur gibi adeta kımıldayamadı.
Ve Yavuz döneminde devlet neden yeniden uçar gibi tekrar yükseldi.
Bu kadar açık durum karşısında lider fonksiyonunun etkisini hala göremiyor muyuz?
Örneklere devam edelim o halde. 1579 yılında Büyük Vezir Sokullu Mehmet Paşa'nın ölümü üzerine devlet, 77 yıl adeta yeniden uykuya geçmiştir. Nasıl mı? 1656 yılına kadar, yani Köprülü Mehmet Paşa'nın Sadrazam olmasına kadar devlet canlı cenaze gibi hayatını sürdürmüştür. 24 milyon kilometre kareye sahip Devlet, Çanakkale önündeki Venedik ablukasını kaldırmaktan aciz bir halde boğazlardan çıkamaz hale gelmiştir.

Dikkat edin tarih 1656, Osmanlı'nın zayıf olduğu dönemler filan değil. Daha devlet henüz kayda değer yenilgi yüzü tatmamış. 1683 Viyana mağlubiyeti olmamış yani daha devletin bileği henüz bükülmemiş, fakat Akdeniz'in en güçlü idaresi olan Osmanlılar, Venedik ablukası yüzünden boğazlardan çıkamaz hale gelmiş.
Hal böyleyken 80 yaşındaki ihtiyar delikanlı Köprülü Mehmet Paşa'nın Sadrazam olmasıyla devlet, nefesini kesen Venedik ablukasını bir çırpıda kâğıt yırtar gibi atabilmiş. Bırakın Venedik ablukasını yırtıp atmayı, daha sonra da Kuzey'de yeni fetihlere başlamış. Bu yüzden Alman Tarihçi Köprülüler dönemini Osmanlı'nın II. Yükselme Dönemi olarak tanımlar.
Peki, bu durumu nasıl açıklayacağız o zaman. Aynı kurum, aynı askeri yapı, aynı iktisadi yapı, hatta aynı tarihi süreç fakat iki farklı sonuç. Değişen sadece liderler olmasına rağmen, yine mi liderin fonksiyonunun olmadığı kanaatini değiştirmeyeceğiz. Birbirine iki yakın dönemde siyasi, askeri, iktisadi, içtimai vs. vs. her şey ama her şey aynı, sadece liderler değişik. Fakat lider değişince de sonuç aynı değil bu kez. Sonuç farklı, değişen güçlü karakterli lider, devleti yeniden uçurmuş. Burada değişenin sadece lider olması sebebiyle sağduyunuz, adaletiniz, zekânız sizi, liderin şahsından kaynaklı bir değişiklik olabileceği kanaatine hala götürmüyor mu?
O zaman birkaç örnek daha verelim. Tarihte örnek çok. "Ekmek bulamazlarsa Pasta yesinler" sözü 1789 Fransız İhtilali'nin hemen öncesinde SÜRÜNEN FRANSA'DA söylenmiş bir söz. O dönemde Fransa Kralı olan 16. Lui'nin Karısı Kraliçe Mary Antuvanet'e ait bu söz. Yani Fransa sürünüyor. Fakat aynı Fransa, Fransa'yı süründüren 16. Lui'den hemen sonra, Napolyon döneminde uçuyor. Sürünen Fransa, Napolyon'a karşı yapılan Koalisyon Savaşlarıyla 25 yıl Avrupa'yı titretiyor. Sürünen Fransa'ya karşı Avrupa tek başına baş edemiyor. Napolyon Fransa'yı uçuruyor yani. Fakat hemen Napolyon'dan sonra Fransa yeniden sürünüyor. Lider, etkili olabileceği ihtimali yine mi canlanmadı zihninizde? O zaman farklı liderler döneminde devletlerin hayatlarında neden farklı sonuçlar alındığı sorusunu cevaplayın öyleyse?
Ya da bir örnek daha. Yeltsin ve Putin dönemleri Rusya'sından örnek verelim bu kez. Yine aynı devlet, aynı topraklar, aynı kaynaklar, aynı zenginlik ya da fakirlik, peş peşe iki lider fakat iki farklı sonuç. Neden? Açıklayın lütfen. Yeltsin döneminde, kameraların karşısına geçerek, Yeltsin'in kendi ağzıyla borçlarını ödeyemeyeceğini tüm dünyaya açıkça bildiren Rusya varken. Rusya'yı adeta yeniden ikinci süper güç haline getiren Putin Döneminde karşımızda bambaşka bir Rusya var.
Lider değilse neden o halde? Kaynaklar, imkânlar, topraklar, askerler, fabrikalar, vatandaşlar vs. vs. hepsi aynı iken ve başarı bir lider döneminde yokken, yine aynı şekilde kaynaklar, imkânlar, topraklar, askerler, fabrikalar, vatandaşlar vs. vs. hepsi yine aynı iken, bir başka lider döneminde başarı neden yakalanabiliyor.
Bu örnekler hep lider farklılığını ortaya koyar. Normal hayatta da öyle değil midir? Bir şoför gelir aynı arabayı 30 kilometre hızla sürer, diğer şoför gelir 200 kilometre hızla sürer. (Bu arada hızı asla tavsiye etmem.) Bu örnek, aynı araçtaki şoför farklılığının neyle sonuçlandığını göstermez mi?
Bu örneklerden sonra, farklı liderler dönemlerinde elde edilen FARKLI BAŞARILARI/BAŞARISIZLIKLARI sadece devletin kurumlarının kazanmış olduğu istikrarlı bir yapıyla açıklamak mümkün müdür? Devlet kurumlarının kazandığı istikrarlı yapı elbette önemlidir ancak bu keskin iniş ve keskin çıkışlı yapıyı açıklamaya yetecek bir değerlendirme midir?
Dünya Tarihi bu tür örneklerle doludur. Tarih, isim, yer göstererek yüzlerce, binlerce örnek yazabilirim. Yerimiz buna müsait değil. İşte tarihte de binlerce örneğinde olduğu gibi devletler, ciddi sıçramaları güçlü liderlerle yaparlar. Güçlü liderler düşürüldü mü, o devletler de düşüşe geçerler. Şu an her alanda, Batılıların da farkına iyice vardığı, ciddi güçlenme yaşayan Türkiye Cumhuriyeti, bu sıçramasını öncelikle Erdoğan'a borçludur.
Türkiye'de kimileri, Erdoğan'ın Türkiye'ye kazandırdığı sıçramanın farkında değilse de (kimileri farkında ve bu yüzden karşı çıkıyor) Batılılar bu işin fazlasıyla farkında. Bu yüzden, şahsına yapılan suikastLAR dahil, ellerinden gelen hangi düşmanlığı eksik ettiler, bir düşünün lütfen. Onlar çok iyi biliyor ki ERDOĞAN KALMAYA DEVAM EDERSE, BATI, KALMAYA DEVAM EDEMEYECEKTİR.
Batılılar, Erdoğan karşısında varlık mücadelesi veriyor, bunu anladık. Türkiye'deki güya yerli muhalefet neyin mücadelesini veriyor o halde? Açın, Tarihe bakın ve kendi gözlerinizle görün, GÜÇLÜ LİDERLER DEVLETLERİN HAYATLARINA ÖYLE PEŞ PEŞE GELMEZLER.
Yine tarihte görülen yüzlerce örnekleriyle sabit olarak, GÜÇLÜ LİDERLER BİR GİDERLERSE PEŞİNDEN HEMEN GÜÇLÜ LİDERLER GELMEZ. O ÜLKELER GÜÇLÜ BİR LİDER GELSİN DİYE ÇOK BEKLERLER O ZAMAN.
Şimdi Türkiye, Allah korusun Erdoğan'ı kaybettiğinde yeni güçlü bir liderin gelişini ne kadar bekleyeceğini Allah bilir. Bu yüzden, tarihten ders alıp, güçlü liderler geldiğinde onu iyi değerlendirmeyi bilmek gerekir. Görülüyor ki güçlü lider her zaman gelmiyor.
Erdoğan'ın kaybedilmesi Allah korusun Türkiye'nin kaybına yol açacaktır. Bu kayıp ise sadece güçlenme hızının kaybı olmayacaktır. Güçlenme hızının kaybedilmesinin yanı sıra, toprak da kaybedecektir. Allah korusun, kaybedilecek bu toprak da GÜNEYDOĞU olacaktır.
Bana inanmayabilirsiniz, ama lütfen tarihteki örnekleri okuyun ve görün. Okuyun ama okuyun lütfen…”. http://www.fikriyat.com/yazarlar/ebubekir-sofuoglu/2017/08/21/liderin-dusmesi-bir-ulkeyi-neden-etkiler-2

60
“Tarihimizde başarılı lider profillerine baktığımızda, onları başarıya götüren unsurun danışmanlarını iyi seçmeleri olduğunu görürüz.
Çünkü iyi bir danışman; liderin aldığı her kararı onaylayan değil, lidere aldığı kararın yanlış olduğunu söyleyebilendir.”. http://qolumnist.com/tr/2017/12/20/danisman-musavir/

61
“LİDER VE TÜRK DÜNYASI…
 25 Ocak 2012 Çarşamba 02:00:00
Türk Milletinin, tarih sahnesinde çıkış yaptığı dönemlere baktığınızda hep güçlü bir liderin mührünü görürsünüz.
Buna bakarak şunu söyleyebiliriz: Türkler bir sistemden ziyade içlerinden çıkardıkları güçlü, karakterli, akıllı, bilgili, vizyoner insanlar sayesinde başarıyı yakalayabiliyor.
Bunun son örneği de Rauf Denktaş’tır. Kanaatime göre Kıbrıs Türkleri, Rauf Denktaş gibi, lider hüviyetine sahip bir mücadele adamına sahip olmasaydı, bugün adadaki varlığını devam ettiremeyebilirdi.
Rauf Denktaş’ın, seksen sekiz yıllık ömrüne baktığınızda; son nefesine kadar, Kıbrıs Türkleri için pek çok kişinin farkında bile olmadığı amansız bir savaşı vardır.
Türkiye, Kıbrıs’ta Rauf Denktaş’ı ve onun gibi nice isimsiz kahramanları desteklemiştir. Ama içlerinden biri yani Denktaş lider olabilmiştir. Ayrıca Denktaş, taşıdığı özellikler itibarıyla sadece Kıbrıs Türkleri için değil, Türk Dünyası’nın tamamında bir lider olarak kabul görmüştür. Onun için Rauf Denktaş, Türk Dünyası’nın bir zenginliğidir.
Bugün Kıbrıs’ta bir Türk devleti vardır. Binlerce adam yetişmiştir. Ancak bu tarihten sonra Kıbrıs Türklerinin bir lideri yoktur. Bu sebeple Türklerin Kıbrıs davası, Denktaş’ın kaybı ile daha da zorlaşmıştır.
Türklerin cevabını araması gereken en önemli sorulardan biri, lider adamları yeterince niçin yetiştiremediği olmalıdır.
Tarihe dönüp baktığımızda Osmanlı – Türk İmparatorluğu’nu Fatih, Yavuz, Kanuni gibi bir çırpıda sayacağımız ve bir elin parmaklarını geçmeyecek padişah ile anıyoruz. Oysa 600 yıl süren bir hükümranlık söz konusu.
Yine Alparslan ve Malazgirt eşleşmesi olmasa o dönem içinde söyleyecek pek bir şey yok.
Cumhuriyet döneminde ise Mustafa Kemal Atatürk var. Tarihçiler bu saptamalarıma kızacak olabilirler ama ne yapalım tarihin, ortalama vatandaşa yansıyan yüzü bu…
Yunanistan’ın hükümranlığında yaşamak zorunda olan Batı Trakya Türkleri denilince akla gelen lider, rahmetli Dr. Sadık Ahmet.
Şehit olalı yirmi yıla yaklaşıyor ama yerine bir lider ikame edilemedi.
En şansız olan bölgelerden biri de, Makedonya ve Kosova’dır. Orada yaşayan Türkler hiçbir zaman bir lidere sahip olmadılar.
Hâlbuki o topraklar bir lideri ortaya çıkartabilecek zor ve aynı zamanda elverişli şartlara sahipti ki… Romanya Türkleri içinde aynı şeyleri söylemek mümkün. Bulgaristan ise bu açıdan tam bir faciadır.
Kırım Türkleri, yıllardır Mustafa Cemiloğlu’nun sırtında bir yere varmaya çalışıyor. İnsan iyi ki Cemiloğlu var diyor. Ya olmasaydı ve Cemiloğlu ile Kırım Türklerinin davası birlikte anılmasaydı, Cemiloğlu yükselen ses olmasaydı, bizler bu kadar yüzümüzü Kırım’a çevirmiş olurmuyduk? Ahıska Türklerinin bir Cemiloğlu’su hiçbir zaman olmadı.
Ya Ebulfeyz Elçibey’e ne diyelim? Eğer onun liderliği olmasaydı bugün Azerbaycan ve oradaki soydaşlarımızla “iki devlet tek millet” yakınlığı içinde olurmuyduk? Bugün, Türk Dünyasının Elçibey gibi bir lideri, aramadığını kim söyleyebilir.
Bu lidersizlik konusunu, İran Türkleri ile Suriye ve Irak Türkmenleri hakkında da genişletebiliriz. Irak’ta Necdet Koçak şehit edileli bugün (16.Ocak.1980) otuz iki yılı geride bırakmışız.
Şimdilik, Orta Asya’daki Türk Cumhuriyetlerine değinmek istemiyorum. Ama geçtiğimiz günlerde Türkiye’yi ziyaret eden Kırgızistan Cumhurbaşkanı Almazbek Atambayev’in Türk Birliği’ni işaret eden sözlerini onun liderliğe giden yolda bir adım atması olarak değerlendirdim. Kazak Türklerinin lideri Nazarbayev’ide, Türk Dünyasının liderliğine yakıştırdığımıda ayrıca bir not olarak belirtmeliyim. Doğu Türkistan’daki kardeşlerimde halen hepimizin tanıdığı ve kabul ettiği bir lider etrafında birleşmiş değildir.
Bir müddet öncesine kadar bende Türk Dünyası coğrafyasını “Çin Seddinden Adriyatik Kıyılarına” kadar diye tarif ederdim. Ancak bugün bu tarif yetersiz kalmıştır. Almanya Türklerinin, Fransa Türklerinin, Hollanda ve Belçika Türklerinin ve bir de bunları birleştiren Avrupa Türklerinin bir lideri olmalıdır. Bugün Avrupa’da beş milyonun üzerinde Türk yaşamaktadır. Ya ABD Türklerinin lideri kim olmalıdır? Amerika’da Türk Dünyasının dört bir köşesinden gelen en az bir milyon civarında Türk yaşamaktadır.
Bunların lidersiz kalması doğrumudur?
Şimdi gelin böyle bir çerçeve çizdikten sonra, dünyanın değişik bölgelerinde yaşayan Türklerin lidersiz kalmasına ve bunda Türk Dünyası’nın lokomotiã olan Türkiye Cumhuriyeti ile bu ülkenin halkı olarak tarif ettiğimiz Türk Milletinin yanlışlarına ve bu konuda günümüze gelinceye kadar yapamadıklarına… Bu konu ciltler dolusu kitap olur.
Türkiye Cumhuriyeti, kanaatime göre Türk Dünyasının değişik bölgelerinde yaşayan insanlarımızın lidersiz kalmasına seyirci kalmış ve bunu önemli bir mesele olarak görmemiştir. Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşlarından müteşekkil milletimiz ise
“lider”in Türk milleti ve devleti için öneminden habersizdir. Kendisi için lider aramayan ve bunun öneminin farkında olmayan bir toplumun, kendine ait dışarıdaki dünya için liderler araması düşünülemez. Türk Milletinin bu açıdan şuurlu olduğunu söylemek mümkün değildir. Ancak Türk Milletinin doğru liderlerle hayatiyetini sürdürdüğü ve yükseldiği en son Denktaş örneği sabittir.
Anlattıklarımız nedeni ile Kıbrıs Türklerinin ve Türk Dünyasının kaybı çok büyüktür. Bir insan değil, bir lider ve Türklerin tabiri ile bir “Başbuğ” kaybedilmiştir. Tarihimize baktığımızda, kaybettiğimiz liderlerin yerine lider koymanın zorluğunu görünce, üzüntümüz daha da katmerlenmektedir. Bu vesile ile Rauf Denktaş’ın anısı ve aziz ruhu önünde saygıyla eğiliyor, Kıbrıs Türklerinin ve Türk Dünyasının lidersiz kalmaması için gereken önlemlerin alınmasını diliyor ve lider ruhlu insanlarımızı, Türk Dünyasının geleceği için hazırlamalıyız diyorum.” http://www.kocatepegazetesi.com/tr-TR/kose-yazilari/84046/lider-ve-turk-dunyasi

62
“Bizim tarihimizde liderler halkın içinden çıkar ve tabii olmakla öne çıkar.
Selçuklu ve Osmanlı Sultanlık(Padişahlık) olmasına rağmen babadan oğula geçen liderlikte bile evlatların hepsi lider olabilecek , devleti yönetebilecek şekilde yetiştirilmiş padişah evlatları arasından en yetenekli olana liderlik görevini verilmiştir. Bu tutum zaman zaman iç kargaşalıklara ve isyanlara sebebiyet verse de halkın sevdiği, liyakat ve ehliyet sahibi olan şehzadeler başa geçirilmiştir. (Yavuzda olduğu gibi)
Tanzimatla başlayan batılılaşma Sarayda, devlet ve ordu geleneğimizde de bozulmalara yol açmış, Avrupayı taklit edeceğiz diyerek kendi devlet ve ordu geleneğimiz zamanla terkedilmiş, (Yeniçerinin kaldırılması gibi) bu da daha sonra yozlaşmalara, kokuşmalara ve devlet ordu geleneğimizin yok olmasına sebep olmuştur. Bunun bedeli ise Osmanlının yıkılışı olmuştur.
Batılıların bizim için kestiği, biçtiği ve diktiği demokrasi elbisesi millet, devlet, ordu, eğitim ve kültür alanında bize dar gelmiş, ne adam gibi Osmanlı kalabilmiş, ne de tam olarak Batılı olabilmişiz. Bize tarihimiz, coğrafyamız ve gelecek planlarımız olarak sunulan veya dayatılan herşey gibi liderlerimiz de batılı formatlarda başımıza suni liderler, babalar ve atalar olarak tepeden inme getirilmiştir tarihimizin son dönemlerinde.”. http://akincilardergisi.com/dergi/lider-ve-millet.html

63
“Cihan Hakimiyeti
Bir devletin insan unsuru, o devlete ruh verir; yani o insanların arzuları, idealleri, o devletin amacını şekillendirir. Türk milletinin tarih sahnesine çıktığı bölgelerin coğrafi şartları, Çin’in ezici nüfus üstünlüğü, onları göçe zorluyor, kanlı mücadelelere sebep oluyordu. At gibi hızlı bir vasıtaya, demir gibi güçlü bir silaha sahip olmak, tarihin ilk çağlarında “Güneşin doğduğu yerden battığı yere kadar” ülkelere hakim olmak duygusunu onlarda uyandırmıştı12. Cihan hakimiyetine elverişli olan Türk dinine göre Türkler mümtaz bir millettiler; hakanları da Gök-Tanrı tarafından bütün insanlığın üzerine oturtulmuştu: onlara hakan olmak insanlığa hakan olmak anlamına geliyordu.
Yine Orhun Abidelerinde Bumin Kagan ve İstemi Kagan’ ın yerle gök arasında yaşayan bütün insanoğlunun hakanı olarak tahta oturdukları ifade edilmektedir: “Üste mavi gök, altta yağız yer kılındıkta, ikisi arasında insan oğlu kılınmış. İnsanoğlunun üzerine ecdadım Bumın Kağan, İstemi 
------------
8.Abdülkadir Donuk, “Türkçe «İl» (Devlet) Deyimi Hakkında”, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, S. 33, (Nisan 1985), s.137-144.; Osman Turan, il (devlet) kelimesinin karşılığının sulh mânâsına geldiğini, sefire elçi (il-ci) denilmesinin onun sulh yapıcı olması ile izah edilebileceğini belirtmektedir. Osman Turan, “İlig Ünvanı Hakkında”, Türkiyat Mecmuası, C. VII-VIII, (1940-1942), s.197-198.
9 Bahaeddin Ögel, Türk Kültürünün Gelişme Çağları (Genişletilmiş 3. Baskı), İstanbul 1988, s.66.
10 Ergin, a.g.e.,s. 25.
11 Ergin, a.g.e., s.10.
12 İbrahim Kafesoğlu, Türk Millî Kültürü, Boğaziçi Yay., İstanbul 1991, s.243.  Sosyal Bilimler Dergisi
-----------------------
Kağan oturmuş 13. Burada insan ırkları ve ülkeler arasında herhangi bir ayırım yapılmamış, bütün yeryüzünü yönetme yetkisi Türk hükümdarına verilmiştir. Gök-Tanrı’nın Türkleri koruması ve kendilerini başka uluslara üstün tutması, hükümdarların iktidarı ondan almaları inancı, Türklerde millet olma bilincinin erken dönemlerde oluşmasında önemli bir faktör olmuştur.
Doğu Kök Türk hükümdarı İşbara Kağan Çin imparatoruna gönderdiği mektupta (585) “Gökte nasıl bir Tanrı varsa, yeryüzünde de dünyayı idare eden bir tek hükümdarın olması icap eder” demektedir14. Batı Kök Türk hükümdarı İstemi Han, Bizans’a bir elçi göndermiş, İmparator da Zemarkos adlı elçiyi göndererek karşılıkta bulunmuştur. Yazlık ordugahında elçiyi karşılayan hanın, görüşme sırasında gözyaşları akmış, elçi sebebini sorunca İstemi Han, “Atalarımızdan işittik ki Batı imparatorluğunun (Roma, Bizans) elçileri geldiği zaman, bu bizim için artık yeryüzünü fethedeceğimize delalet eder” cevabını vermiştir15. İstemi Han’ın oğlu ve halefi Tardu Han’ın, Ak-hunları kendi hakimiyetine alan büyük zaferi üzerine, Bizans imparatoruna gönderdiği mektubu: “Dünyada yedi iklim ve yedi ırkın büyük kağanından Romalılar imparatoruna...” ibaresi ile başlamaktadır16.” http://www.sbd.aku.edu.tr/III1/5.pdf

64
Donuk, Abdülkadir: “Türklerde Devlet Adamlığı ve Alparslan Türkeş”.  69-76ss. İçinde: Alparslan Türkeş :  birinci yıl armağanı, 04/04/1997-04/04/1998 / M.H.P. Genel Merkezi. [Ankara] : M.H.P. Genel Merkezi, [1998]. 290 p. : ill. ; 25 cm.  https://acikerisim.tbmm.gov.tr/xmlui/handle/11543/2615 ***   https://acikerisim.tbmm.gov.tr/xmlui/bitstream/handle/11543/2615/200605092.pdf?sequence=1&isAllowed=y

65
“Halk” kelimesinin karşılığı olarak eski Türk devletlerinde “kün,” “bodun” veya “il”
(el) kelimeleri kullanılırdı. Çünkü eski Türklerde devlet ve millet birbirinden ayrı tutulamazdı.
Bundan olsa gerek Türklerin milli hafızasında bu kelimeler hep aynı olguyu ifade etmiştir (Niyazi, 2013: 41). Orhun Abidelerindeki Tonyukuk’un sözleri bunun için güzel bir örnektir, “İlteriş Kağan kazanmasa ve ben kendim kazanmasam il de millet de yok olacaktı. O kazandığı için ve kendim kazandığım için İl de oldu ve millet de millet oldu” (Ergin, 2011: 81). Abidelerde; “Yukarıda Türk Tanrısı, Türk Milleti yok olmasın diye, bir millet olsun diye babam İlteriş Kağanı, annem İl Bilge Hatunu göğün tepesinde tutup yukarı kaldırmış olacak” diye devam eden satırlardan da anlaşılacağı gibi devletin gerçek sahibinin millet olduğu açıkça ifade edilmiştir ” (Ergin, 2011: 13).”. http://openaccess.inonu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/handle/11616/6038/Tez%20Dosyas%C4%B1.pdf?sequence=1&isAllowed=y

66
“Milâttan önce 1700’lerden itibaren ortaya konulup zamanla geliştirilen ve bozkır kültürü denilen Türk kültürünün özellikleri şöylece sıralanabilir:
5. Devlet
(il). Türk sosyal yapısında en üst seviyedeki kuruluş olan il (el) müstakil boylar ve budunların tek idare altında toplanmasıyla teşekkül ediyordu. Türk devleti, bozkırlarda dağınık halde yaşayan birçok sosyopolitik ünitenin birbirine bağlanmasından doğan sosyal halkalar birliği tarzında kuruluyordu. Bu durum yerleşik devlet tipinden tamamen farklıdır. Bu devlet tipi, tek bir sosyokültürel çekirdeğin güçlenmesi ve nüfuzunu coğrafî bakımdan genişletmesi şeklinde oluşan yerleşik devletten çok daha avantajlıdır. Zira sosyokültürel nüvenin kudretini kaybederek çöken yerleşik devletin güçlükle toparlanabilmesine veya tarihe gömülmesine karşılık bozkır devletinde merkezî iktidar zaafa uğradığı zamanlarda boy ve budunlar, aynı yerde veya başka bir bölgede yeni ittifaklarla devlet mekanizmasını tekrar işletebiliyorlardı. Bu çok önemli içtimaî-idarî esneklik sebebiyle Türk milleti, zaman zaman mekân ve hânedan değiştirip taşıdığı bu özelliği iyi değerlendiren liderleri sayesinde siyasî kuruluşlarını tazeleyip günümüze kadar sürüp gelmiştir.
Tarihte Türk devletlerinin çokluğuna bakarak bunu sosyal düzenin devamsızlığına bağlamak ve Türkler’de devlet hukukunun mevcut olmadığı sonucuna varmak doğru değildir. Tam aksine Türk sosyal hayatını düzenleyen zorunlu kurallar bütünü diye açıklanan örf ve geleneklerin, yazılmamış kanunun (töre) çok önemli bir yeri vardır”. http://www.islamansiklopedisi.info/dia/pdf/c41/c410272.pdf

67
“Eski Türkler’de ülke (uluþ), hükümdar ailesinin istediði gibi tasarruf edebileceði
özel mülkü deðil milletin malıydı. Hükümdar onu korumakla yükümlüydü ve idarî yönden hânedan üyelerinin sorumluluklarına verilirdi. Fakat millet malı olduðundan taksim edilmez, daima bütünlüðünü korurdu.”. http://www.islamansiklopedisi.info/dia/pdf/c41/c410272.pdf

68
“Baþta hükümdar olmak üzere Türk idarecileri devleti devlet yapan, hakanı baþarılı kılan halkın hukukunu gözetmekle yükümlüdür. Millet hakana itaat edecektir, fakat hakanın da millete karþı vazifeleri vardır. Yazıtlarda ve Kutadgu Bilig’de belirtildiði üzere bu görevler tebaa aç ise doyurmak, çıplak ise giydirmek ve sayıca az ise çoðaltmaktır. “Milletten fakir adını kaldırmayan biri nasıl hükümdar olur?” diye sorulan ve Türkler’de bey olmak için hizmet etmek gerektiði belirtilen Kutadgu Bilig’de halkın devlet reisinden adaletli kanun, asayiþ ve malî istikrar beklediði anlatılır. Bunları gerçekleþtirmek vaadiyle iþ baþına gelen yönetici icraatından dolayı Tanrı’ya hesap vermek durumundadır. Çünkü Türk düþüncesine göre yüz binlerce veya milyonlarca insanın canı ve malı kendine emanet edilen kiþi, Tanrı’nın sevgisine mazhar olarak kitleleri idare etme hak ve salâhiyetini Tanrı’dan almaktadır. Türk kozmogonisine göre, Türk devlet baþkanı Tanrı’dan aldıðı yetkiyle yeryüzündeki bütün insanları evrensel törenin himayesine alma konusunda kendini görevli sayıyordu. Bu, Tanrı iradesinin gerçekleþtirilmesi demekti.
Asya Hunları’ndan itibaren Osmanlılar dahil her Türk devletinde yaþatılan bu ideal “güneþin doðduðu yerden battıðı yere kadar” ibaresiyle formüle edilmiþtir. Bundan dolayı Dîvânü lugåti’t-Türk’te Türk kahramanı Alp Er Tunga “acun begi” diye gösterilmiþtir. Selçuklu sultanları ve bazı Osmanlı padiþahları da aynı yolda yürümüþlerdir. Türk hükümdarı, dünya çapında iktidara sahip olmak için ilâhî baðıþ yoluyla aldıðı idare yetkisini (kut) kullanırken daima Tanrı’ya karþı sorumlu bulunduðundan þahsî takdir ve duygularına göre deðil töre hükümleri çerçevesinde faaliyet göstermek zorundadır. Türk hükümranlık telakkisini diðer  illetlerinkinden ayıran en önemli nokta budur. Devlet baþkanının icraatının töre çerçevesinde kısıtlanması Türk hâkimiyet anlayıþının aynı zamanda kanunî vasfını ortaya koymaktadır.
Töreyi uygulamakda âciz kalan, güvenliði saðlayamayan ve halkı ekonomik sıkıntıdan kurtaramayan hükümdarın beceriksizliðinin sebebi Türk halkınca Tanrı’-nın “kut”u ondan geri aldıðı inancına baðlanmıþ, gerektiðinde zor kullanılarak deðiþtirilmesi meþrû kabul edilmiþtir. Bunun bir örneðine 716 yılında Göktürk tarihinde rastlanmaktadır.”. http://www.islamansiklopedisi.info/dia/pdf/c41/c410272.pdf

69



70
“Türklerde devlet kavramı, Türk tarihi ile beraber ortaya çıkmıştır. Gök-Türk’ler milleti, devletin kurucusu olarak kabul etmişlerdir. Bu sebeple milletin içinden çıkan devlet başkanı milleti korumakla, halkın hayatını düzenlemekle yükümlüdür. Yani Türkler, “hizmet devleti” anlayışına sahiptiler.27 “. https://core.ac.uk/download/pdf/35314152.pdf

71
“W. Barthold, hakanların asil boy beyleri (zâdegân) ile çevrili olduğu halde devletin yükselişinde halkın rolünün bilincinde olduğunu belirttikten sonra “Eski Türk devletlerinde zâdegânlık [yöneticilik] cebir ve şiddetten âri idi. Halk, Moğollarda olduğu gibi hakaret görmezdi. Bir demokrasi şuuru mevcut idi” der. İl tutmak yani devlet kurmak hususu bütün millete isnat olunuyordu. Barthold’a göre bu durum her halde demokrasi fikrinin mevcut olduğunun delilidir. Göçebe hukukundan yüksek bir devlet ve toplum hayatına dönüşen yönetim sistemi sayesinde Anadolu ve Rumeli Türkleşmiş, çağdaşı başka ülkelerde özellikle Avrupa’da benzeri görülmemiş bir şekilde düzen kurulmuş, böylece toprak aristokrasisi veya feodal soylular ile topraksız köylü, esir köylü veya serf gibi bir sınıfın doğmasına fırsat verilmemiştir. Eski Türklerde hâkimiyetin ilâhî menşei olduğu inancına karşın hakanların beyler tarafından bir keçe üzerinde kaldırılarak tahta oturtulması, yapacağı icraata dair sözlerini aldıkları hakkında bazı kayıtlar da onların hâkimiyete iştirakini belirtmek bakımdan önemlidir.15 Türk hakanların devlet işleri hakkında “kengeş” (müzakere) yapmaları ile bir “kurultay” kurumuna sahip oldukları görülmektedir.
Oğuz beylerine özgü olmakla beraber eski Türk devletlerinin bu sınırlı da olsa demokrasi geleneği Selçuklulara da geçmiştir.16”. http://yusbed.yalova.edu.tr/article/download/5000000785/5000001474

72
“3.2. İslamiyet Öncesi Türklerde Sosyal Devlet Unsurları Bağlayıcı olmayan bir belge olarak BM İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin21–27. Maddelerinde sayılan daha sonraki sözleşmelerle bağlayıcı hale gelen İkin-ci Nesil İnsan Hakları’ndan kabul edilen sosyal devlet anlayışı ile ilgili birçok unsur, İslamî kural ve uygulamalarda görüldüğü gibi İslamiyet öncesi Türklerde de dikkate değer uygulamalar vardır. Bu gerçekten hareketle, Prof.Dr. Osman Turan, Türk Cihân Hâkimiyeti Mefkûresi Târihi kitabının 5. Bölümünü “Hâkanlarda Babalık Vazifesi, Cihân Hâkimiyeti ve Demokrasi Davalarının Birleşmesi” adıyla düzenlemiştir.23 Babalık vazifesinin Osmanlı’da “Kerim Devlet” bugünkü anlamda ise bir dereceye kadar sosyal devlet olduğunu verilen örneklerden görmekteyiz.Çeşitli destan, yazıt ve belgelerde görülen örnekler, bugünkü anlamda sosyal dev-letin bütün unsurları ile gerçekleştiği anlamına gelmez ancak benzeri uygulamaların Avrupa’da, insanların sınıflara ayrıldığı, sınıflar arasında duvarların bulunduğu aynı dönemlerde düşünmek mümkün değildir.Bilge Kağan milletinin esaretten kurtuluşunu ve 681’de İkinci Göktürk devletinin kuruluşunu anlatırken şöyle der: “..Türk milleti için gündüz oturmadım; gece uyumadım, ölesiye çalıştım... Çıplak halkı giydirdim; aç halkı doyurdum; yoksul halkı zengin ettim...”24 Devletin gücü, etkinliği ile yoksullar ve çıplakların sorunları arasında kurulan bu ilişkide, egemenliği kullanan güç olarak Kağan’ın sorumluluğunu idrak ederek ve uyku ve istirahatından fedakârlık yapması, Batı devlet felsefesi açısından bu dönemde pek bilinmeyen bir durumdu.3.3. Meşruiyetin Temeli Olarak Türklerde Sosyal Devlet veya Demokrasi Oğuz töresine (yasalarına) göre hükümdarlar babalık vazifesine, beylerin ve mille-tin hukukuna saygı göstermeye ve ziyafet (han-ı yağma) vermeye mecbur idi. Bu hukuk ihlal edildiği zaman, Çiğil ve Yağma topluluklarının yaptığı gibi, halk hak-kını talep eder ve isyan bile haklı sayılırdı. Nitekim milli örflere kuvvetle bağlı olan göçebelerde Taş-Oğuzların İç-Oğuzlara karşı isyanını anlatan Dede-Korkut
22 Osman Turan, a.g.e, ss.69–70. / 23 Osman Turan, a.g.e., ss. 102–110. / 24 Osman Turan, a.g.e., s. 89, 104
kitabının XII. hikâyesi bu yerleşmiş kuralı ele alır.25 Oğuz toyları (yemekli törenler) ile ilgili şu ifadeler, yapılanların sadece karın doyurmakla sınırlı kalmadığın da göstermektedir: “Attan aygır, deveden buğra, koyundan koç kesilir, tepe gibi et yığılır, göl gibi kımız sağılır, İç-Oğuz, Taş-Oğuz beyleri toplanırlar. Açlar doyurulur, yalıncaklar [yalınayaklar, çıplaklar] donatılır; borçlular kurtarılır ve çok ulu bir toy olur.” Bu merasimler, Dede Korkut’un sık sık “Boy boylayıp, soy soylayıp” kelimeleri ile ifade edilen alkışları (duaları) ile nihayet bulurdu. Bu da eski Şamanî tesirlerin İslamiyet’ten sonra da devam ettiğini gösterir.26Eski metinlerle birlikte İslamiyet sonrası kaynaklarda görülen yedirmek, içirmek,giydirmeye ek olarak burada borçluları kurtarmanın diğer sayılanlarla birlikte İslam dininde övülen bir iyilik olduğu gibi eski Türklerde de devletin, yöneticinin halkına karşı yükümlülükleri arasında olduğu anlaşılmaktadır. Bununla beraber,günümüz sosyal devletinin kişinin zorunlu ihtiyaçlarını, yiyecek-içecek yanında eğitim, sağlık, konut gibi alanlarda değişik ülkelerde son derece ileri ve farklı uygulamaları bulunmaktadır. Bununla beraber ödemeye gücü yetmeyen borçlunun bu borçtan kurtarılması konusunda henüz bir hak veya uygulama bilinmemektedir.Genel uygulama borçluya haciz gelip karşılayan kısmın ödendikten sonra, varsa sabit geliri, geçimini sağlayacak kadar bölümü haczedilemez. Burada günümüz sosyal devleti, borçlunun zaruri ihtiyaçlarını dikkate alarak hacze sınırlama getirmektedir. Ancak kişinin ömür boyu ödeyemediği borcu karşısında yaşadığı psikolojik rahatsızlığa çözüm getirmemektedir. Hâlbuki bu örneklerde sorun kökten halledilmektedir.”. http://yusbed.yalova.edu.tr/article/download/5000000785/5000001474

73
“Türk tarihinin milat'ı olan Göktürk Anıtlarında, Bilge Kağan kendinden önceki Türk devletlerinin çöküş nedenlerini sıralarken, kağanların cahillikleri ve töreye (Hukuka) uymamalarını, Çinlilerin, altın ve ipeğine, değerli hediyelerine (rüşvet) ve vaatlerine aldandıklarını, Türkçe isimleri bırakıp Çince isim aldıklarını söylerken, mankurtlaşma denilen benlik yitirmenin o günlerde başladığını işaret eder.”. https://www.cayyolu.com.tr/yazarlar/tuncer-kirhan/isimler-uzerine/1027/

74
“İlk Türk devletlerinin başarılarını ve ömürlerini belirleyen en önemli unsur neydi? Bozkır toplumlarına bakıldığında gerek boy, gerek bodun gerekse devlet örgütlenmesinde lider etmeninin önemli bir rol oynadığı görülüyor. Mete gibi İlteriş gibi karizma sahibi kağanlar sayesinde tüm kıtayı etkisi altına alan etkili rejimler kurulurken, aynı başarının varis kağanlar tarafından gösterilmediği zamanlarda, siyasi ve toplumsal örgütlenmenin kısa sürede çözülmeye başladığı görülmekteydi. Bozkır imparatorluklarının federatif şekilde örgütlenmeleri ile toplum yapısı arasında bağ var mıdır? Devletin şekli ile toplum yapısı arasında doğrudan bağ vardı. Bozkır imparatorluklarının istisnasız hepsi boy ve bodunların bir araya gelmesiyle kurulmuştu. Söz konusu çok başlı yapı, güçlü kağanlar tarafından sert bir şekilde kontrol altına alınmıştı. Bununla beraber bahsedilen çoğulculuğu en güzel gösteren kurum toydu. Kağan yılda üç defa topladığı toyda, her hareketini boy ve bodun yöneticileriyle paylaşır, onların görüşlerinden yararlanırdı. Kısaca devleti oluşturan her unsurun, kararlar üzerinde söz hakkı olduğu vurgulanırdı.”. http://docplayer.biz.tr/2098823-Turk-idare-tarihi-1-4-unite-ozeti-lsizxcvbnmocqwertyuiopguasdfghjkls-tarihi-secin-izxcvbnmocqwertyuiopguasdfghjklsi-www-aofdersozetleri.html

75
“Kureyş, küreyiş, küremek, kürelemek, kur, kurgu, kurmak, kurulmak, kura, kural, kurultay… Evet, kurultay!. Türkistan’da hüküm süren Büyük Türk Kağanlığı döneminde Tunguzların yurdu Kore’den, Kıpçakların yurdu Ukrayna’ya (Deşt-i Kıpçak/Kıpçak Bozkırları) hatta Tuna boylarına, Macaristan ovalarına kadar uzanan uçsuz bucaksız Türk ülkesindeki bütün boy beyleri (khanlar/hanlar) yılda bir defa Hakan ve Hatun’un buyruğuna uyarak, Al Tağ/Ulu Dağ anlamına gelen Altay Dağlarının eteğinde bir araya geliyordu. Kur Altay denen bu toplantılar bir yönüyle de toy/şölen havasında geçiyordu. Burada bir araya gelen boy beyleri “bir, iri ve diri” olmanın gereklerini görüşüyor, gereklerini yerine getiriyorlardı. Büyük Türk Kağanlığının yönetimiyle ilgili kararlar burada alınıyordu. Demokratik bir ortamda bütün boy beylerinin yönetimde söz hakkı oluyordu. Ve tabi hakanın sol yanında oturan hatun (khatun/katun/kadın) kişinin de söyleyecek bir şeyleri oluyordu. Bahar aylarında yapılan bu kurultaya -mazereti olanlar hariç- bütün boy beylerinin katılması zorunlu idi. Yine “kurmak” sözcüğünün de derleyip, toparlamak; düzeltmek anlamına geldiğini söylememize gerek yoktur sanırım. Hatta bugün bile Türkler arasında saati düzeltme/düzenleme işlemine “saati kurmak” denildiğini biliyorsunuz. Silahı kurmak, kapanı kurmak, oyunu kurmak, düğün-dernek kurulması filan… Peki, ya Kur’an?!. “Kur’an” sözcüğünün anlamı da derleyen, toparlayan demek değil midir haddizatında?”. http://www.tercuman.gen.tr/2017/05/29/ra-rab-tanri-ve-turkler/

76
“Türklerde hakanların, yöneticilerin kutsal bir tarafı vardır. Bunlar kimi zaman tanrının temsilcisi, kimi zaman da oğludur. İslam‟dan önce hükümdarlar tanrıya benzetiliyor, tanrıdan geldiğine ve onun gibi tek olduğuna inanılıyordu (Önal 2009:61). İslam dairesine geçişten sonra bu inanç değiştiyse de tamamen yok olmadı, devlete ve devleti en tepede temsil eden padişaha asırlar boyu bir kutsiyet atfedildi. Dede Korkut‟ta bu durum çok nettir: Padişahlar Tanrı’nın gölgesidir.”. http://doczz.biz.tr/doc/152301/a%C5%9F%C4%B1r%C4%B1-sevinmek-lirik

77

78
“Peki, bu Türk tipi başkanlık sisteminden kasıt nedir?

Türkiye modeli ifadesi esas itibariyle küreselden düşünüp, yerel davranmayı içeriyor. Dünyanın hiçbir ülkesinin anayasal sistemi kendi tarihini, kültürünü, yerel özelliklerini dışlamaz. Evrensel değerler ve ilkeler var. Türkiye biçimi dediğimiz model de, evrensel ilkelerden, pratiklerden, kurallardan esinlenip, evrensel standartların altına düşmeden kendi tarihimizle, kültürümüzle, yerelliğimizle sentez yaptığımız bir modeldir. Kendi yerelliğimizi göz ardı edersek Cumhuriyet'in kuruluşunda düştüğümüz hataya tekrar düşeriz.”. https://www.sabah.com.tr/gundem/2016/02/01/8-maddede-neden-baskanlik-sistemi

79
“-Türkiye'nin Osmanlıdan beri başkanlık geleneği var. Yerelimize bakın, mahalle muhtarı, belediye başkanı, kalkınma bölgeleri... Anadolu insanında da başkanla sorun çözme kültürü var. Yani bize en uygun seçe­nek başkanlık sistemi.”. https://www.sabah.com.tr/gundem/2016/02/01/8-maddede-neden-baskanlik-sistemi

80
“İdari tarihimize baktığımız zaman büyük ölçüde Mutlakiyet diye nitelenen yönetim yapılarımız parlamenter sistemden çok başkanlık sistemine daha yatkındır. Yönetme ve yönetilme türü bağlamında 2000 bin yıllık Türk tarihi tek merkezli bir yönetim kültürüne sahip olup bu bağlamda başkanlık sistemine daha yatkın bulunmaktadır. Türkiye’de parlamenter sistemin kuruluşu, 19.yüzyıl Osmanlı modernleşmesinin siyasal boyutunu teşkil eden,1876 yılında meşrutiyete geçişle, yani anayasalı demokrasiyi başlatan Kanun-i esasinin ilanına kadar geri gider. Bununla beraber bu yapıda da, padişahın yetkileri anayasa ile kısıtlanmış, parlamento yasa çıkarma fonksiyonuyla donatılmıştı. Ancak, 1876 anayasasının kurduğu hükümet sisteminin, parlamenter nitelikte olmasına rağmen, kuruluş mantığı ve işleyiş pratiği açısından, bu sistemin hayli uzağında kaldığını vurgulamak gerekir. Parlamenter sistemde güçlerin tam olarak değil de ılımlı ayrıldığı bir gerçektir; ama, Kanun-i esasinin kurduğu bu yeni sistemde, yasamanın oluşumu ve kanunların yapımında padişahın yetkileri, parlamentoyu anlamsız kılacak kadar çokluk ve çeşitlilik içeriyordu. İkinci meşrutiyetin ilanı sonrasında da benzer sistem geçerliliğini korudu. 1921 Anayasası, genellikle olağanüstü dönemlerde uygulama pratiği bulan meclis hükümeti sistemini getirdi, 1924 Anayasasının kabul ettiği sistem de aslında meclis hükümeti sisteminin esnetilmiş halinden başka bir şey değildi. 1960 darbesine kadar ki cumhurbaşkanların işlevlerine bakıldığı zaman fiili anlamda parlamenter sistemin ana yurdu İngiltere örneği ile uygulama bağlamında farklılık gösterdiği açıktır. Cumhuriyet döneminde gördüğümüz Partili cumhurbaşkanlığı ve başbakanlık tek partili dönemler hangi parlamenter sistemle açıklanabilir. 1960 darbesi sonrasında hazırlanan 1961 Anayasasıyla, meclis hükümeti sistemi terk edilerek yeniden parlamenter sisteme geri dönüldü. Keza 1982 anayasası da kısmen parlamenter sistem geleneğini sürdürmüştür. Ancak bu 50 yıllık döneme bakıldığı zaman parlamenter sistemin sancılarını bu milletlin tarihsel kotlarıyla uyuşmadığı açık görülmektedir. Darbeler, kaotik süreçler bunun göstergesidir. Bundan dolayı “siyasi istikrar” terminolojisi siyasi tarihimizde sürekli vurgulanan bir terminolojidir. Aslında 2007 yılındaki değişiklikle Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi usulünün getirilmesi yönetimin belirlenmesi usulünde önemli bir dönüm noktasıdır. Çünkü bundan böyle yukarda saydığımız arızi durumlar nedeniyle, Türkiye’nin hükümet sistemi uygulaması parlamentarizmin orijinalitesinden önemli derecede sapmıştır.”. https://www.istiklal.com.tr/kose-yazisi/neden-baskanlikpartili-cumhurbaskanligi-sistemi/68805

81
“Biz millet olarak tarihimiz boyunca; bir lider ve o liderin etrafında bir araya geldiğimiz ve kenetlendiğimiz durumlarda iyi ve pozitif çalışmalar yapmışız.
Bu durumu, özellikle Osmanlı döneminde çok üst sevilere getirmiş olduğumuzdan uzun yıllar hayatını devam ettiren bir imparatorluk kurmuşuz.
Üst seviyeleri yaşadığımız bu dönemde özellikle Fatih Sultan Mehmet, Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman zamanında liderliği sistematize etmiş ve ilerleyişimizin doruk noktalarına çıkmış bir milletiz.
Bununla beraber yaklaşık 200 yıldır ideolojik entrikaların cambazlık oyunlarına meydan olmuş, öncesindeki 100-150 yıl ise türlü saray entrikalarına sahne olmuş bir ülkeyi konuşuyoruz.
Onun da öncesi yani 1600’lü yıllara gelene kadar ise yukarıda da belirttiğim gibi iyi yetişmiş, ülkesine, halklarına ve milletine hizmet etmek anlamında canını dişine takmış liderlerin ve etrafındaki ekibin sahne aldığı muhteşem yüzyılların yaşandığı bir devlet ve memleketten bahsediyoruz…
Yani dostlarım!
Son 200 yılı saymazsak yukarıda da ifade ettiğim üzere fiilen başkanlık geleneğinden geliyoruz.
Kültürel ve tarihi yapımıza daha uygun bir pratiği olan “başkanlık sisteminin” ülkemiz ve ilerlememiz için gerekli olduğu bir gerçek.
Çok partili parlamenter sistemin uygulandığı son 70 yıl içinde ilerlemenin olduğu dönemlerin tek partili iktidar yıllarına denk gelmesi başkanlık sisteminin gerekliliğinin açık bir ispatı olsa gerek.
Ne gibi faydaları olacak…
Başkanlık Sistemi, ülkemiz şartlarında milli karakterimiz gereği güçlü ve istikrarlı yönetimlerin ve liderliklerin ortaya çıkmasını netice verecektir.
Güçlü yönetim ve istikrar neticesinde “daha güçlü bir ekonomiyi” ortaya çıkarmak çok daha kolay olacaktır.
Diğer taraftan; herkesin kendini daha rahat ifade edebildiği (örneğin doğrudan başkanını seçmek gibi), demokratik haklarını çok daha geniş bir şekilde kullandığı bir yönetim imkanına kavuşacaktır.
Nasıl bir başkanlık…
Öncelikle güçlü liderleri ortaya çıkaracak bir sistem ve kültür oluşturmamız gerektiğini düşünüyorum.
ABD’de olduğu gibi parasal gücün ön planda olmadığı, kuvvetini ve karakterini üst düzey ahlak ve inancından, maddi manevi gelişmiş karakterden ve uzmanlıktan alan şahsiyetleri vitrine koyacak bir sistem geliştirmemiz gerekiyor.”. http://www.xn--ahmetgzel-v9a.com.tr/yazilarim/neden-baskanlik-sistemi

82
“. Tarihimizde örneği var: Türkiye’de Atatürk’ün vefatına kadar, hatta 1950’ye kadar fiili olarak bir başkanlık sistemi zaten vardı. Adı her ne kadar parlamenter sistem olsa da fiiliyatta sistemin işleyişi başkanlık sistemi idi. Cumhurbaşkanları tarafsız değildi, aynı zamanda parti lideriydi. Dolayısıyla başkanlık sistemi tamamen yeni bir sistem getirmek değil, daha önce de kullanılmış olan bir sistemi tekrar yürürlüğe koymaktır.”. http://file.setav.org/Files/Pdf/20160104174154_turkiyede-baskanlik-sistemi-tartismalari-pdf.pdf

83
“Son günlerde kamuoyunda başkanlık sistemi üzerinde birçok tartışma yapılıyor. Fakat konunun tarihi boyutu ne yazık ki hiç ele alınmıyor. Oysaki tarihin faydalarından en önemlilerinden birisi de geçmişi değerlendirerek gelecekle ilgili daha tutarlı kararlar almayı sağlamaktır. Bu gün gelinen nokta da siyasetçilerimiz, sosyal bilimcilerimiz, sanatçılarımız, kanaat önderlerimiz, entellerimiz, vatandaşlarımız yazılı ve görsel medyada, internet formlarında başkanlık sistemi için görüşlerini dile getiriyorlar.
Peki, sormak lazım şimdi meselenin tarihi boyutu nerede diye?
Bir milletin geleceği ile ilgili politika geliştirirken mutlaka o kavmin siyasi ve kültürel tarihi incelenmeli, coğrafyanın şartları değerlendirilmeli ve sonra günün şartları içerisinde kararlar alınmalıdır. Daha da doğrusu Türk tarihinin en güçlü devletlerinin yönetimiyle ilgili bilgilenmek gereklidir diye düşünüyorum. Sonuçta dünyaya hükmetmiş bu devletlerimizin en önemli kozlarından birisi yönetim anlayışlarıydı.
Tarih gerektiği gibi incelendiğinde Türklerin başkanlık sistemine yabancı olmadıkları açıkça görülmektedir. Başkanlık sisteminin bu gün dünyada uygulanan şekline yakın, bir devlet yönetim tarzını ilk uygulayan devlet, M.Ö. III. yy’da kurulan “Asya Hun Devleti idi.
Evet, bazı çatlak sesler duyar gibiyim. Fakat bunu söylerken birçok kişinin beni eleştireceğini de biliyorum. Gerçekleri dile getirmenin hepimiz için yararlı olacağını bildiğimden ben bunu cesaretle dile getirebiliyorum.
Tarihimiz yani Hunlardan bu yana Türkler sürekli olarak bir Han, Hakan, Padişah, v.s… ile yönetildi. Zaten birçok büyük devletin yönetim şekli bu idi. Bu olmasa bile buna benzer sistemlerdi. Bu gün ABD’nin;  Osmanlı İmparatorluğunun ve Bizans’ın bu kadar uzun ömrünü araştırırken farkına vardığı ve geliştirdiği ayrıca demokratikleştirdiği bu yönetim biçimi insanları kaostan uzak ve kaliteli yaşamaya yöneltti.
Türkler, tarihin her döneminde etrafında birleşecekleri bir lider bulmuş ve tarihin seyrini hep bu liderler sayesinde değiştirmişlerdir. Diğer milletlerin tarihinde sistemler ve hanedanlar ön plana çıkarken, Türk tarihinde liderlik vasfı kritik önem taşır. Türkler arasından ne zaman karizmatik bir lider çıksa, dünya tarihine etki edecek birçok olayda ortaya çıkmış oluyordu. Asya Hun Devleti’nin kurucusu Teoman ve adını tarih sayfalarına yazdıran Mete Han bu liderlere en güzel iki örnektir. Bu liderlerden Mete Han askerî düzende çığır açan 10’lu sistemle günümüze ulaşan bir yeniliğe de imza atmıştı.
Tarihi belgeler; Türk Milletinin, Türk hükümdarına idare etme hakkının Tanrı tarafından verildiğine inandığını göstermektedir. İslamiyet’ten önce olduğu gibi, İslam sonrasında da sultanların ilahi bir menşeden geldiğine ve onların Allah tarafından gönderildiğine inanılırdı. Sultan Tuğrul Bey, Bağdat’a ilk geldiği sırada kendini karşılamaya çıkan Halife, Sultana “Allah sana bütün dünyayı verdi” diye hitap etmişti. Bizzat Sultan Alparslan’a göre, Allah kendisine teveccüh göstererek, onu Âdemoğulları arasından, dünya işlerini düzene koyması için seçmişti.”.  http://www.elazigsurmanset.com/iktidar-mi-feodalite-mi-diktatorluk-mu/

84
“Yakın ve uzak geleneklerimiz ve başkanlık sistemi. Yakın tarihimizde de şunları görmekteyiz; Atatürk devri (1923-1938 dönemi; 15 sene) başbakanlarla değil Atatürk’le anılır. 1938-1950 (12 sene) arası başbakanla değil, İnönü ile anılır. 1950-1960 arası (10 yıl),  Menderes ile anılır. Menderes döneminde şehirleşme oranı ve gelişme daha da artmıştır. AP nin tek başına iktidar olduğu 1965-1969 dönem Demirel ile ANAP'ın tek başına iktidar olduğu 1983-1989 (6 yıl) Turgut Özal ile anılır. AK PARTİ’nin iktidarda bulunduğu 2002–2012 arası Sayın Erdoğan’la anılır.
Siyasi geleneğimize uygun, özgürlükçü bir yapı, ABD veya Fransız toplumu gibi bize de gereklidir. Rusya federasyonu da Türk Cumhuriyetleri de, Doğu Avrupa, Arap dünyası, Güney Amerika, Yunanistan’da da benzeri durumlar vardır. Bölgedeki tek istisna Türkiye'dir. ABD de başkan hem yetkili hem sorumlu, Türkiye’de ise yetkili ama sorumsuzdur. Tarihte kurulan bütün Türk Devletlerinin de başkanı vardı.  Parlamanter sistem, tek etnik grubun hakim olduğu ülkelerde daha iyi uygulanır. Gelişmekte olan ülkeler parlamantarizmle iyi yönetilemez. Türkiye, bir tür başkanlık sistemi uygulandığı dönemlerde hamle yapmıştır.  Mevcut sistem diktaya ve  darbeye daha müsaittir.”. http://hasantahsinfendoglu.net/detail.php?id=223&ustkat=makaleler

85
Aşağıdaki iddiaya cevap derlersin:
“Anayasa konusunda, yeterince tartışılmadan, toplumun geniş kesimlerinin desteği sağlanmadan, kısa vadeli siyâsî kazanımlar gözetilerek yapılacak düzenlemelerin ileride ne kadar ciddi sorunlara yol açtığının görülebilmesi bakımından, yakın târihimizde yaşanan tecrübeler yeterli fikîr verecek niteliktedir.
Başkanlık sistemini savunanlarca, "anılan sistemin Türklerin tabiatına uygun olduğu" tezi ileri sürülmektedir ki, bu iddia târihî gerçeklerle örtüşmemektedir. Türk Devletlerinde, târih boyunca, devlet başkanının (Kağan, hakan, han, yabgu, tanhu, ilteber, sultan, padişah vs.) yanında, yardımcı olarak, günümüzdeki başbakanın vazifesini ifâ eden yüksek rütbeli bir devlet görevlisinin (ayguci, üge, vezir, sadrazam vs.) ve, onun başkanlığında ─günümüzdeki bakanlar kurulunun bir benzeri olan─ yüksek rütbeli devlet görevlilerinden mürekkep bir heyetin (divan vs.) görev yaptığı, bilinmektedir.
Üstelik, Türk târihinin hiç bir döneminde, devlet başkanları sınırsız yetkilere sâhip olmamışlardır. Bilhassa, İslâmiyet öncesi dönemlerdeki bâzı uygulamalar, günümüzdeki bâzı ileri demokrasi uygulamalarını aratmayacak niteliktedir.. Yılın belirli dönemlerinde ─düzenli olarak─ toplanan kurultaylarda önemli konular (yeni vergilerin salınması, mevcut vergilerin artırılıp azaltılması, barış/savaş kararları, uluslararası antlaşmaların onaylanması, törenin tanzimi vs.), görüşülmekte ve karara bağlanmaktaydı. Kurultay üyelerinin geniş yetkileri hâiz oldukları, gerektiğinde hükûmdârın azline ve yerine kimin seçileceğine karar verilebildiği, bir vakıadır. İslâmiyetin kabûlünden sonra yerleşik düzene geçilmesi, yetkilerin merkezde toplanmasını zorunlu kılmış, siyâsî-iktisâdî-içtimâî nizamın da yeni dönemin gerekleri doğrultusunda farklılaşmış olması sebebiyle, yukarıda bahsedilen uygulamaların bir kısmından (kurultay toplanması vs.) zaman içinde vazgeçilmiş ise de, hükûmdarlar (padişahlar, sultanlar), "adâlet, meşveret, ehliyet" gibi ─demokrasi kültürünün gelişimi ve hukûk düzeninin güçlenmesi bakımından büyük önem taşıyan─ kurallara riayet etmeye özen göstermişlerdir.”. http://www.kirmizilar.com/tr/index.php/guncel-yazilar3/1960-gundeme-dair-anayasa-degisikligi-uzerine-dusunceler

86
Aşağıdaki iddiaya cevap derlersin:

87
 “Söyleşide son sözü alan Dr. Adnan Küçük de, Başkanlık sisteminin hem meclisin, hem de Başkanın halk tarafından seçildiği bir sistem olduğunu, böyle olunca hem Başkanın, hem de meclisin gücünü halktan aldığını ve her ikisinin da halkın isteğiyle
olduğunu söyledi. Geçmişte bazı kişilerin parlemento tarafından Cumhurbaşkanlarını seçildiğini ifade eden Küçük, “Ben merak ediyorum bu millet bin yıl yaşasa bu isimleri Cumhurbaşkanı seçermiydi? Bizim tarihimize baktığımızda lider eksenli bir toplum olduğumuzu görürüz. Lider eksenli toplumlara baktığımızda birden fazla kişiler liderlikte karşılaştıklarında çok çatışmalar olur. Bizim mevcut yönetimimize baktığımızda da, hem Cumhurbaşkanı hem de Başbakan güçlü olmuş, yani bu sisteme göre güçlü olmak zorundalar. Ayrıca parlementer sisteme baktığımızda koalisyonlar olmuş ve hiçbir zaman birlik sağlanamamış. Koalisyonlardan kurtulmak için Başkanlık sistemi önemlidir” dedi.”. http://torosgazete.com/TR/Haberler/Bolge-Haberleri/BUNLARIN-HAZIMSIZLIGI-CUMHURBASKANINI-HALKIN-SECMESI-----/

88
“Latin Amerika ülkelerinin tersine, binlerce y ıllık devlet tarilıinıiz, Osmanlının 600 yıllık birikimi, cumhuriyet tarihimizde Atatürk ve milli şef dönemleri-in yap ısı gibi örnekleyebileceği.- miz tarihsel geçmişirniz başkanlık sistemi için yeterli birikime ve kültüre sahip olduğumuzu kanıtlamaktadır.” http://tbbyayinlari.barobirlik.org.tr/TBBBooks/cbaskani_secimi_onc_cbask.pdf

89
“Bu tarihimizin ilk politik sistem tartışması değil. II. Mahmut'un 1826'da klasik Osmanlı politik sistemini tahribinden beri Türkiye'de sistem tartışması var.”. http://www.yenisoz.com.tr/turk-tipi-baskanlik-sistemi-makale-17057

90
“KUT ANLAYIŞI VAR
İslam öncesi Türk devletlerinde toplumun seçilen devlet başkanına kut verildiğine inandığını ifade eden Arabacı, kut anlayışının olması nedeniyle devlet başkanlarından beklentilerin de yüksek olduğunu aktardı. Toplumun seçilen başkana itaat ederek uğrunda ölüme gittiğini hatırlatan Arabacı, sözlerine şöyle devam etti: “Zamanında kötülükler yanlışlar üst üste yenilgiler geldiği zaman toplum şöyle düşünüyor, ‘Kut bu adamdan alınmış, artık bizi temsil edemez.’ Devlet başkanlığı bizim uzak tarihimizde milletimiz sorumlu ve icracı devlet başkanı olarak görüyor. Devlet başkanını seçtiği ve belirlediği zaman ona itaat ediyor, onu başbuğ olarak görüyor, uğrunda ölüme gidiyor ama ondan da yüksek beklentilere giriyor. Devlet başkanı toplumun birliğinin sembolüdür, varlığının dirliğinin sembolüdür. Toplumun bu yönelişine layık olmak zorundadır. Layık olmazsa toplum ‘Kut bu adamdan alındı’ diye düşünür ve baştan indirilir.”. http://www.hakimiyet.com/baskanlik-sistemi-tarihimizde-var-1223605h.htm

91
“İSLAMDAN SONRA DA BAŞKANLIK VAR
İslam’dan sonra da buna kengeş meclisine benzer uygulamaların olduğuna vurgu yapan Arabacı, İslam’dan sonra da bunun İslamileşmiş şekliyle devam ettiğini belirtti. Göktürk ve Hun devrinde görülen kut inancının Osmanlı Devletinde farkı bir uygulamayla devam ettiğini aktaran Arabacı, şunları söyledi: “Mesela Kanuni’nin sıfatı, Zillullah-ı fi'l-arzeyn yani Allah'ın yeryüzünde dolaşan gölgesidir. Bu tabiri Göktürk devrinin Hun devrinin kut anlayışıyla bütünleştirebilirsiniz. Yeryüzünde Allah’ın gölgesi halk arasında nasıl tabir edilir? Baş, başa bağlıdır, baş padişaha bağlıdır, padişah Allah’a bağlıdır. Hedef, padişahın ayak bastığı yerlerdir. Devlet başkanı liderdir, önderdir. Onu takip edersiniz. Birliği orda sağlarsınız. Birlik noktalarının biri de sorumluluk yüklenmiş devlet başkanıdır.”. http://www.hakimiyet.com/baskanlik-sistemi-tarihimizde-var-1223605h.htm

92
“TÜRK TİPİ BAŞKANLIK SİSTEMİ TARİHİ BİR VAKIADIR.
Köklü bir devlet geleneği ve medeniyet tasavvuruna sahip olan milletimizin Cumhuriyete kadar kurduğu devletlerin hepsinde, yönetim şeklinin güçlü bir “Başkan”a dayandığı tarihi bir vakıadır.
Bu devletlerin hiçbirinde “Başkan” sembolik bir makamda bulunmamış, bilfiil yönetim yetkisini elinde tutmuştur.
Bu sebepledir ki tarihimizde yer alan hükümdarlarımız genele şâmil olacak şekilde tanınır ve bilinir iken onların vezirleri, sadrazamları ancak ilgilileri tarafından bilinmektedir.
Nitekim, Kanuni Sultan Süleyman’ı herkes tanır ve bilir iken İbrahim Paşa’yı, Rüstem Paşa’yı ve diğer Vezir’i Azam’ları kaç kişi tanır ve bilir?
Bu örneği tarihi seyir içerisinde ileri doğru ve geriye doğru genişletmek mümkündür.

Cumhuriyetin kurulması ile birlikte bahsi geçen “Kağanlık Sistemi”, 1950’li yıllara kadar devam etmiş olup 1950’li yıllardan sonra ise sayısız krizlere sebep olan mevcut parlamenter sistemde fiili bir durum olarak ortaya çıkmıştır.
Devletimizin ilk “Reis-i Cumhur’u” ve aynı zamanda güçlü ve gerçek bir lider olan Gazi Mustafa Kemal, Cumhurbaşkanı sıfatı ile hiçbir zaman sembolik bir isim olarak kalmadı.
1923-1938 arası dönem incelendiği vakit bütün meselelere doğrudan müdahil olduğu, hatta Başbakan olan İsmet İnönü’yü “Sen biraz istirahat et” diyerek Başbakanlık görevinden aldığı dahi görülmektedir.
Gazi Mustafa Kemal de “Kağanlık Sistemi”ni sürdürdüğü için güçlü bir lider olarak tanınır ve bilinir iken ona Başbakanlık (sadrazamlık) yapmış olan kişilerden kaç tanesi tanınır ve bilinir?
Keza, devletimizin ikinci “Reis-i Cumhur’u” olan İsmet İnönü de güçlü bir başkanlık yapmıştır. Aynı soruyu, İsmet İnönü için de gündeme getirmek, “Kendisine Başbakanlık yapmış kişilerden kaç tanesi tanınmaktadır ve bilinmektedir” diye sormak bu yazının gereğidir.
1950’li yıllardan sonra liderlik karizması, devletin en tepesinden, protokolde Cumhurbaşkanı’ndan sonra üçüncü sırada yer alan (ikinci sırada Meclis Başkanı vardır) Başbakanlık makamına geçmiştir.
Bu protokol durumu dahi potansiyel bir kriz dâvetçisidir ki 1950’li yıllardan bugüne belirttiğimiz sebepten neşet eden sayısız kriz vardır.”. http://www.huder.org.tr/mkl_27_bir-modern-zamanlar-kaganligi-turk-tipi-baskanlik.html

93
““Türkiye’de parlamenter sistem artık ömrünü tamamlamış defalarca darbelere, krizlere, koalisyonlara sebep olmuştur.
10 Ağustos 2014 tarihinde Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesiyle birlikte aslında sistem resen ve filen başkanlık sistemine geçmiştir. Yapılacak olan mevcut durumun başkanlık sistemi olarak anayasal çerçevesini belirlemek olacaktır. Halk tarafından seçilmiş bir başkan etrafında bütünleşme ve birliği sağlamak daha kolay olacaktır. Yapılması gereken bu milletin medeniyet değerlerini, geleneğini, tarihini taşıyacak Türk tipi milli başkanlık sistemini medeniyetimiz kokan, tarihimiz kokan, millet kokan yerli ve milli bir anayasayı da ihdas etmektir.”. http://www.ankahaber.com.tr/politika/ak-partiden-turk-tipi-milli-baskanlik-onerisi-h20362.html

94
“Türk toplumu Orta Asya’dan itibaren monarşi benzeri bir model olan kağan/han yönetimini Selçuklu ve Osmanlı İmparatorlukları ile (sultan/padişah) devam ettirmiş, 1876 yılında kabul ettiği Kanuni Esasi ile de ilk defa meşruti monarşi düzenine geçmiştir. Türkiye Cumhuriyetinin kurulmasından itibaren 1921 Anayasası ile kısa dönemli Meclis Hükümeti uygulamasından sonra 1924 ve sonraki dönem Anayasaları ile Parlamenter sistem uygulanmıştır.”. http://grtc.org.tr/cms/turk-tipi-baskanlik-sistemi-raporu

95
“Türk tipi başkanlık sistemi diyorum ya bundan rahatsızlık duyanlar var. Bizim kendi geleneklerimiz, siyasi geçmişimiz var. Bunları bir kenara mı koyacağız? Bizim tarihimizde Nizâmülmülkümüz var. Orada adeta bir başkanlık sitemine nasıl bir yol verdiğini görürüz.”. http://www.gumusgoze.bel.tr/guncel/haberler/96-gabar-dagi-nda-pkk-ya-buyuk-darbe-vuruldu.html

96
“Başkanlık sisteminin artılarını anlatan ve sistemin getirilerini etraflıca konuşan Kırıkkale Üniversitesi Öğretim Üyesi Anayasa Hukukçusu Yrd. Doç. Dr. Adnan Küçük; “Başkanlık sistemi bizim geleneklerimize ve tarihimize uygun olan bir sistemdir. Osmanlıdaki padişahlıkla Başkanlık sistemi bir birine benziyor ancak fark var. Padişahlık veraset yoluyla gelir, başkanlık sisteminde ise seçimle gelinir. O açıdan tarihi devamlılığın sağlanması için mümkün olacaktır. Türkiye’de yaklaşık 100 yıldır parlamenter sistemi uygulanıyor. Ama bu sistem içerisinde çok ciddi sorun yaşandı, yaşanıyor ve yaşanabilir. Bedeli bize çok ağır oldu. Çift başlılık, koalisyonlarla çok şey kaybettirdi. Siyasi istikrarın sağlanması, sistemde istikrarın sağlanması, parlamentonun güçlü olması, kararların zamanında alınması hususunda başkanlık sisteminin Türkiye için uygun olduğunu düşünüyorum. Türkiye’de bir takım korkular var. Parlamenter sistem sanki Türkiye’nin kutsalıymış gibi bir algı var. Ancak hiçbir sistem kutsal değil. Türkiye’de ciddi sorunlara sebep olduğuna göre bu sistemin terk edilmesi suretiyle Türkiye’nin hem tarihine uygun, hemde içinde bulunduğumuz duruma uygunluğu sebebiyle Başkanlık Sistemine geçmemiz gerekiyor” dedi.”. http://www.balikligol.com/siyaset/yrd-doc-dr-adnan-kucuk-urfalilara-baskanlik-sistemini-anlatti-video-h20463.html

97
““Orta Asya göçebesini, dünyanın en iyi askeri” olarak nitelendiren Jean-Paul Roux, Türk savaş taktiğinin esasını oluşturan hareket ve sürat kabiliyeti hakkında şunları söylemektedir: “Asya göçebeleri … en iyi atlı süvarilere sahip oldukları gibi en çok atlı süvari de göçebe ordularında bulunur ve en iyi silahlara sahiptirler. Görülmedik bir güce sahip olup ve su içmeden, yemek yemeden ya da uzun süre uyumadan pekâlâ yaşayabilirler. Şeflerini benimsediklerinde disiplinli ve uyumludurlar. Her zaman baskın çıkarlar; çünkü nereye ne zaman saldıracaklarına hep onlar karar verir. Yalnızca yerlerini bildiğinizde onlara saldırabilirsiniz, yine de her an ortadan kaybolabilirler” [Jean-Paul Roux, Orta Asya (Tarih ve Uygarlık), (Çev. Lale Arslan), İstanbul 2001, s.38].”. http://okaradag.blogspot.com.tr/2012/12/stratejinin-yazl-kaynaklar-turkler_7037.html

98
“Nasihatü’l-Müluk
Gazali[30], bu eserini zamanın Selçuklu hükümdarı, Sultan Melikşah’a yazar. Eserin aslı Farsçadır. Çünkü Selçuklular Uygur alfabesini terk ederek Arap harflerini kullanmaya başlamışlar, Arapçayı bilim ve din, Farsçayı edebiyat, Türkçeyi de devlet dili olarak kullanmışlardır. Yönetici, yöneticinin nitelikleri, yönetimde araştırmanın önemi ve danışmanlık konularında görüşler ileri sürmüştür. "Nasihat-ül Mülük"te bir yöneticide olması gereken özellikler şöyle sıralanmıştır[31]: 1- Adalet, 2- Zeka, 3- Sabır, 4- Tevazu (alçakgönüllülük). Yönetici şu dört özelliğe de sahip olmamalıdır: 1- Kıskançlık, 2- Cahillik, 3- Dargörüşlülük, 4- Kindarlık.
Eserde adaletin esasları şöyle sıralanır: (1) Saltanat ve idarenin önemi; (2) Alimlerle birlikte hareket etmek; (3) İdarecinin adaleti; (4) İdarecinin öfkelenmemesi; (5) İdarecinin merhameti; (6) Halkın ihtiyaçlarıyla ilgilenmek; (7) İsraftan sakınmak; (8) Şefkat ve lütufla davranmak; (9) Övgülere aldanmamak.
Adalet ve siyasetle ilgili olarak ise şöyle denilmektedir: “Şunu kesin olarak bil ki, Allah insanlar içinden iki grubu seçkin yaratmıştır: Bunlar, peygamberler ve devlet adamlarıdır. Allah peygamberleri, kullara, Yüce Allah'a nasıl kulluk yapacaklarını öğretmek ve O'nu tanıma yolunu açıklamak için göndermiştir. Devlet başkanlarını ise; insanları birbirlerine karşı taşkınlık ve düşmanlık yapmaktan korumak için seçmiş, düzenin ve bozulmanın ipini onların eline vermiş, hikmetiyle halkın menfaat ve faydasını onlara bağlamış, kudretiyle onları en şerefli bir makama getirmiştir.”
Sultanlara Allah'ın yeryüzündeki gölgesi denir. Bu, şu on altı sıfatla kendisini gösterir: Akıl, ilim, keskin zeka, olayları doğru kavrayabilme, sağlam bir vücut, doğru tahmin yeteneği, yiğitlik, cesaret, temkinli olabilme, güzel ahlak, zayıflara insaf, halkına karşı sevgi, liderliğini gösterebilme, ihtimallere yer verme, yerinde müdahale, fikirde isabet.”. http://okaradag.blogspot.com.tr/2012/12/stratejinin-yazl-kaynaklar-turkler_7037.html

99
“Türk kağanlarında bilgelik, en önem verilen özellikler arasında yer almaktadır. Bundan da önemlisi, sadece kağanların bilge olması yeterli değildir Hunlar için, onun çevresinde bulunan diğer komutanlar ve devlet idarecilerinde de bilgelik değerleri olmak zorundaydı. Bundan dolayı Hun ve Türk belgelerinde sık sık “Bilmediklerini, bilmeyen idarecilerin devletlerin yıkımına neden oldukları” yazmaktadır.


100




“Bilge kağanın ölümünden sonra tahta çıkan Türk hükümdarları devleti iyi idare edememiş, Çin oyunları neticesinde Türk boyları arasında iç çekişmeler artmıştır.”. http://webders.net/islam-oncesi-orta-asya-turk-tarihi-ders-135-801p2.html

101



102

“KAĞAN
Türklerde hâkimiyetin asıl sahibi Gök Tanrı’ydı. Tanrı’nın bu hâkimiyetinin kağanlar vasıtasıyla kullanıldığına inanılırdı. Bu yüzden Türk devletlerinde devlet başkanı ve hâkimiyetin temsilcisi olan kağanın üstün güç ve yeteneklerle donatıldığı kabul edilirdi.”. http://slideplayer.biz.tr/slide/12464745/

103
“Kut
İlk Türklerde yönetme (erklik) yetkisi olarak kabul edilirdi. Bu yetki hanedanın her erkek üyesinin hakkıydı.
Bu anlayışa göre hanedan ailesinden kim güçlü ise o, başa geçer ve devleti yönetirdi. Kağan, yaptığı icraatlarla Tanrı’nın bu yetkiyi kendisine verdiğini kanıtlamak zorundaydı. Eğer yönetimde başarısız olursa bu yetkinin Tanrı tarafından geri alınacağı düşünülür ve kağan halkın desteğini kaybederdi.
Ülüş;
pay, hisse, nasip, kısmet anlamlarında kullanılırdı.
Tanrı’nın ülkede bolluk ve bereketi artırarak ülkeye “iktisadi bir güç” kazandırması anlamına da gelmekteydi. Kağan da bu iktisadi gücü adil bir şekilde halka dağıtmakla görevliydi.
Küç
Tanrı tarafından kağana verilen gücü ifade etmekteydi. Bu güç sayesinde kağanın savaşlarda başarılı olduğu düşünülürdü.”. http://slideplayer.biz.tr/slide/12464745/

104

“Türklerde hükümdarlığa geçişte kesin bir veraset kuralının olmaması taht kavgalarına, bu da devletin kısa sürede parçalanmasına ve yıkılmasına yol açabiliyordu.
İlk Türklerde yönetimde başarı devam ettiği sürece kağan tahtında otururdu. Ancak yönetiminde siyasi ve ekonomik sıkıntılar yaşanan kağandan Tanrı’nın, “kut”u geri aldığına inanılır ve töreye göre kağan tahttan indirilirdi.”. http://slideplayer.biz.tr/slide/12464745/

105
“Kağanın görevleri;
En önemli görevi ülkeyi ve halkı düşmandan korumak, bütün toplulukları bir devlet çatısı altında toplamaktı.
Ayrıca töre kurallarını uygulamak, düzeni sağlamak,
Halkı adil idare etmek ve baskı yapmamak,
Ekonomik açıdan halkı refaha ulaştırmak
İç ve dış siyaseti düzen­ler, savaş ve barışa karar verir,
Savaşta ordu­lara komuta eder,
Elçiler gönderir, elçiler kabul eder, devlet görevlilerini tayin eder veya görevlerinden alırdı.
Bununla birlikte Türk kağanlarının Tanrı tarafından kendilerine verildiğine inandığı dünya hâkimiyetini sağlamak gibi evrensel bir görevleri de vardı.”. http://slideplayer.biz.tr/slide/12464745/

106
“TÜRKLERDE DEVLET ANLAYIŞI
Devlet için "baba" sıfatı kullanılmıştır.
Toprak ise "devlet baba"nın koruduğu "ana vatan" şeklinde ifade edilmiştir.
İcraatlarından memnun olunmayan yöneticiler yönetimden uzaklaştırılmıştır.
Halk, yöneticiler tarafından Tanrı'nın emaneti olarak kabul edilmiştir.
Yrd. Doç. Dr. Bülent ATALAY, "Türk Devlet Geleneğine Göre Devlet Adamlarında Bulunması Gereken Asgari Hususiyetler", Türkler Ansiklopedisi, C 2, s. 865 (Düzenlenmiştir.).”. http://slideplayer.biz.tr/slide/12464745/

107
“Türk devletinin temeli töreye dayanırdı. Devlet ve toplumun teşkilatlanması da töreye göre yapılırdı.
 Türklerde devletin uzun süre varlığını devam ettirmesi için töreye uyulması gerektiği inancı hâkimdi. Bu inanış doğrultusunda tüm toplumun töreye uyması gerekirdi.
Göçebe Türk toplumunu yönetmek, bir arada tutabilmek ve her zaman disiplin altında tutmak kağan için önemli bir görev sayılmıştır. Bu çerçevede, Türk kağanının sahip olduğu en önemli yetki, etkin hukuk kurallarının oluşturulması ve bunların gereği gibi uygulanmasının sağlanmasıydı.
A. İLK TÜRK DEVLETLERİNDE HUKUK
Eski Orta-Asya Türk toplumunda büyük değer atfedilen “Töre”nin oluşumunda üç yoldan bahsedilebilir:
Kağanlar tarafından konulan kurallar, Kurultaylarca getirilen kurallar Halk tarafından
toplum içinde kendiliğinden,yavaş yavaş oluşan kurallar. (yusun)
1. Hukuki Yapı
 Orhun Kitabeleri'nde "töre" kelimesi on bir yerde geçmekte, bunun altısında "il" ile birlikte kullanılmaktadır. Diğer beş yerde de yine "il" ile alakası açıkça belirtilmektedir.
 “İl gider, töre kalır.” sözünden de anlaşıldığı gibi töreye çok büyük önem verilir ve hatta töre devletten bile önde tutulurdu.
 Tahta çıkan hükümdarın ilk icraatı hukuk kurallarını düzenleyip yürürlüğe koymaktı.
 Kağanın kanun yapma ya da töre kurallarında değişiklik yapılması teklifinde bulunma hakkı vardı. Ancak bu teklif, kurultay onaylarsa yürürlüğe girebilirdi. Bu bakımdan ilk Türk devletlerinde yasama yetkisi kurultay ve kağan tarafından paylaşılırdı.
 Töreye uygun davranmayan veya yönetimde başarı sağlayamayan kağanlar halkın desteğini kaybederdi. Orhun Kitabeleri’nde bununla ilgili örneklere rastlanmıştır.”. http://sedatsahin.com.tr/wp-content/uploads/2017/12/islamiyetoncesi_hukukiyapi.pdf

108
“Göçebe Türk topluluklarında at sürüleri gütme, ata binme, avcılık gibi faaliyetlerle Türk insanı her türlü yaşam şartına dayanabilecek ve uyum sağlayacak şekilde sağlam bir vücut ve ruh yapısı kazanmaktadır. Oğuz Kağan da gençlik çağına erişirken avcılık yapıp, at sürüsü besleyip, akın faaliyetlerinde bulunarak bedenen ve ruhen güçlü bir yiğit olmuştur (Koca, 2011).”. http://www.turkiyatjournal.com/Makaleler/1621005043_12yasemin%20kurtlu.pdf

109
“Oğuz Kağan Destanı’ndaki hakan/hükümdar tasviri incelendiğinde hükümdarın asil bir soydan geldiği ve Tanrı tarafından kendisine “kut” yani yöneticilik yetkisi verildiği görülmektedir. Oğuz Kağan Destanı mitolojik unsurlarla örülü bir metin olması nedeniyle tabiata ve varlıklara ait unsurların kahramanın tasvirinde kullanıldığı görülmektedir. Oğuz Kağan’a atfedilen hayvanlara ait özellikler onun gücünün simgesi olarak kabul edilebilir. Oğuz Kağan’ın mitolojik unsurlarla güçlendirilmiş kağanlığı kut kültüne dayanmaktadır. Tanrı adına ülkeyi yönetme sorumluluğu bilinci anlatıda görülmektedir.
Oğuz Kağan, atlı-göçebe hayat tarzının ve kültürünün ideal insan tipini temsil eder.
Yaşadığı coğrafya düşünüldüğünde, o coğrafyanın şartlarına uygun yetiştirilmiş cesur bir yiğittir, aynı zamanda savaşçıdır. Hükümdar olmak için verdiği mücadeleyi zekâsını ve aklını kullanarak kazanmıştır. Oğuz Kağan ormandaki yabani hayvanı avlarken zekâsını kullanmıştır.
Yine zalimlerin gerekli şekilde cezalandırılması ve mazlumların korunması vurgulanır. Oğuz Kağan halkına zulmeden canavar ile savaşır ve onu alt eder.
Destanda devletin ordusunun güçlü olması ve hükümdarın ordusunu ödüllendirmesine değinilmektedir. Oğuz Kağan, ordusu kuvvetli bir hakandır. Bu sayede girdiği bu ve bunun gibi birçok savaştan galibiyetle çıkmaktadır. Ayrıca işi liyakat sahibi olana vermek de metinde vurgulanmaktadır. Yine Oğuz Kağan liyakat sahibi kişilere fikir danışmayı tercih etmektedir.
Uluğ Türk ve ordusundaki beylere danışmayı ihmal etmez ve onların düşüncelerine önem vermektedir.
Türk devlet yöneticilerinin cihan hâkimiyeti ülküsüne sahip olması metinde vurgulanır.
Oğuz Kağan’ın yaptığı evlilikler, çocuklarına verdiği isimler sembolik olarak cihan hâkimiyeti ülküsünü temsil etmektedir. Ayrıca Oğuz Kağan yaptığı fetihlerle de bu ülküyü gerçekleştirir.
Eski Türklerin ve Oğuzların fetihlerini destanî bir şekilde anlatan Oğuz-Name’ye göre ilk cihan hâkimiyeti Oğuz Kağan tarafından gerçekleştirilmiştir (Turan, 1998).
Oğuz Kağan cömert bir hükümdardır. Savaşlardan elde edilen ganimeti asker ve halkına dağıtır. Ayrıca büyük toylar düzenleyerek halkını doyurur. Oğuz Kağan, iyi bir devlet adamı olarak savaşmadan önce uzlaşma yolunu tercih etmektedir. Hiddetle hareket etmemektedir.
Oğuz Kağan Destanı bize bir hükümdarın sahip olması gereken özellikler açısından
bilgi vermektedir. Oğuz Kağan Destanı’nın kahramanı Oğuz Kağan bozkır hayatına uygun bir alp tipi sergilemektedir. Hem bilgilidir, hem güçlüdür, hem savaşçıdır, hem de siyaset bilgisiyle devletini en iyi şekilde idare ederek hem halkını mutlu eder hem de ülkesinin sınırlarını genişletir.
Türklerde devlet yönetimi ve hükümdarlık bir sanat olarak benimsenmiş ve ilk çağlardan itibaren yöneticilerinin kültürlü, erdemli ve cesur yetişmesine önem verilmiştir. Bir hükümdarın bu niteliklere sahip olması devlet yönetimine ait birer ilke gibi benimsenmiştir.
Bahsi geçen vasıflar açısından yetersiz olan devlet yöneticilerinin yönetimdeki olumsuz etkileri acı tecrübeler bırakmıştır (Taneri, 1997).
Türk devlet ve hâkimiyet anlayışı dikkate alındığında Oğuz Kağan Destanı’ndaki hükümdar tipinin sahip olduğu özelliklerin aslında bir yöneticinin sahip olması gereken özellikler olduğu ve Oğuz Kağan’ın bu özellikleri taşıdığı söylenebilir.
Oğuz Kağan Destanı farklı inceleme (söylem çözümlemesi, gösterge bilimsel olarak inceleme, içerik analizi vb.) yöntemleriyle ele alınabilir. Ayrıca Oğuz Kağan Destanı’nda ortaya konulmaya çalışılan hükümdar tasarımı Türk kültür tarihî açısından değer taşıyan başka eserlerdeki hükümdar anlayışı ile karşılaştırılabilir. Yine Oğuz Kağan Destanı’nda ortaya konulan hükümdar anlayışı günümüzdeki yönetici algısıyla ilişkisinin incelenebileceği çalışmalar da yapılabilir.”. http://www.turkiyatjournal.com/Makaleler/1621005043_12yasemin%20kurtlu.pdf

110
“Hun Devleti’nde devleti yöneten kişiye “Tengri Kut” unvanı verilmiştir ve hükümdarlık bir sülalenin elinde irsidir. Tengri Kut, bütün orduların başkumandanıdır ve bütün yüksek memurları o tayin etmekle yetkilidir. Devletin başındaki yöneticinin asil bir soydan geldiği anlayışı da yine Türklerde hâkimdir. Liderini yüceltmek Türk toplumunun en önemli özelliklerindendir. Ayrıca devleti idare eden yönetici, topraklarını genişletmekle de yükümlüdür. Ziya Gökalp’e göre “Tudunluk” durumda bir Türk devleti kurulduğunda, onun az zamanda “İlhanlığa” çıkması mümkündür. Türk devleti bir merdiven gibidir ve onun ilk basamağına çıkan ya inecek ya da en son basamağa kadar yükselecektir. Hun, Göktürk, Uygur, Karahanlı, Gazneli ve Selçuklu devletlerinde bu özellik görülmektedir (Akyüz, 2002).”.  http://www.turkiyatjournal.com/Makaleler/1621005043_12yasemin%20kurtlu.pdf

111
““Oğuz Kağan’ın yanında aksakallı, kır saçlı, uzun akıllı (tecrübeli) bir yaşlı kişi vardı.
Anlayışlı, doğru bir erdi. Tüşimel (nazır, vekil, vezir) idi. Onun adı Uluğ Türük’dü” (Banarlı, 2004, s. 20).
Yardımcı (2007) eski Türklerde topluma manevi liderlik yapan, toplumu yönlendiren ve sözü dinlenen, öğüt verici lider kişilerin olduğunu; bu kişilerin aksakallı ifadesiyle belirlendiğini ve bu bilge tipin Türk destanlarında önemli olduğunu yazmıştır. Türk destanlarında kağanların yanlarında bilge vezirler bulundurduğunu ve verecekleri kararlarda bilgelere danışmaları bilgeliğe önem vermelerinden kaynaklandığını Oğuz kağan Destanı’nda da Oğuz’un akıl hocalarından Uluğ Türük’ün bilge tipinin iyi bir örneği olduğunu vurgulamıştır.
Oğuz Kağan Destanı’nda Oğuz’un yanında akıllı bilgili kişiler bulundurması, yine danışmanlığını yapan Uluğ Türük’ün akıllı, bilge, doğru, yaşlı biri olması yönetimde bu yeterliliklere sahip kişilerin olması düşüncesinin bir yansıması olduğu söylenebilir. Uluğ Türük yaşlı biridir ve Oğuz Kağan ona saygı göstermektedir. Dolayısıyla oğuz kağan büyüklerine saygı gösteren bir kişiliktir. Yine Uluğ Türük akıllı ve bilgedir. Oğuz Kağan da bilgili ve akıllı kişilere değer vermektedir. Başka bir ifadeyle devletini akıl ve bilgiyle idare etmektedir çıkarımı yapılabilir.
Uluğ Türük “Uykudan sonra düşte gördüğünü Oğuz Kağan’a bildirdi. Dahi dedi ki:
“Ey Kağanım! Sana hayat hoş olsun. Ey Kağanım! Sana dirilik hoş olsun. Gök Tarı düşümde ne verdiyse gerçek olsun. (Tanrı) bütün dünyayı senin nesline verdirsin” (Banarlı, 1987, s. 20).”. http://www.turkiyatjournal.com/Makaleler/1621005043_12yasemin%20kurtlu.pdf

112
“Orta Asya Türklerinin yaşamlarının her alanına etki eden Bozkır kültürü ve yarı göçebe yaşam tarzı, özellikle sosyal yapıyı şekillendirmiştir. Yaşadıkları coğrafyanın zor şartları karşısında ayakta kalabilmek için Türk toplulukları, teşkilatçı bir karakter kazanmışlardır. Hem siyasi hem de sosyal hayatın teşkilatlı düzeni, Türklerin tarih boyunca pek çok devlet kurmalarının temel sebebidir.”. http://bilgemercan.blogcu.com/ipek-yolunda-turkler/7330913

113
“Kağanların tahta geçişinde tesbit edilen asıl norm, Bilge Kağan yazıtında geçen "Geleneğe göre amcam kağan (tahta) oturdu"s2 ibaresinden de anlaşılabileceği gibi, kağanlığın tek bir kuşağın içindeki ağabeyden kardeşe devirle gerçekleşmesi şeklindedir. Böylece kardeşler arasındaki siyası çatışmalar azalmış, _kardeşlerin liderliği kazanmak için ve kendi aralarında kalmasını sağlamak için birbirleriyle işbirliğine girmelerini teşvik
48 Kurat, a.g.m., s.5-6. / 49 Barkan, a.g,e., s.13. / 50 Göktürk kaynakları ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz.: Taşağıl, Oök-türkler, s. 1-8.s / 51 Ayrıntılı bilgi için bkz.: Öğel, Türk Kültürünün Gelişme Çağları, s.578; Kurakichi Shiratori, "Kaghan Unvanının Menşei", (Çev.ılbrahim Gökbakan), Belleten, C.9, S.36, Ankara, 1945, s. 497-504. / 52 Ergin, a.g.e., s.l. 41i
etmiştir. Asıl sorun otoritenin bir kuşaktan sonraki kuşağa geçişinde ortaya çıkmış, birbirlerinin amca oğulları olan eski kağanların oğulları kağanlık için mücadele yarışına girmişlerdir'"
Kağanlann görevi, bozkır boylarını sürekli "itrnek, yaratmak, yığmak", yani örgütlendirmektir". Yazıtlarda geçen şu sözler bunu açıkça ortaya koymaktadır: "Babam kağan, amcam kağan oturduğunda dört taraftaki milleti nasıl düzene sokmuş ...Tanrı buyurduğu için kendim oturduğumda dört taraftaki milleti düzene soktum ve tertipledim.?".
Kağanların bu görevlerinin dışında yüksek rütbeli memurları atamak, halkını refaha götürmek, ülkesini büyütmek, ordularını sevk ve idare etmek gibi görevleri de vardır".
Göktürklerde de kağanın gücünü gökten, Tanrı'dan aldığına inarıılmıştır'" Orhun yazıtlarının başlangıcı bu görüşü destekler nitelikteki sözler içermektedir : "Tanrı gibi gökte olmuş Türk Bilge Kağanı, bu zamanda oturdum. Sözümü tamamiyle işit"s8. Yazıtlarda ayrıca kağana itaatın yararı önemle vurgulanmıştır. Bunda amaç kağanın mevkiini güçlendirmektir'"”. http://www.yenidenergenekon.com/wp-content/uploads/2013/11/eski-tc3bcrklerde-hukuk.pdf  

114
“Bu dönem içerisinde özellikle Göktürklerden kalmış Or_j yazıtları kamu hukuku açısından bize çeşitli bilgiler vermektedirıo.Nitekim.ıli bu yazıtlarda dikkat çeken en önemli noktalardan biri kağanın her işini;halk! için yapıyor olmasıdır. Kağan, halkın iktisadi refahını sağlamak, savaşlar sonucunda halk için zaferler kazanmak vb. görevlerle yükümlü kılınmıştırri Bu durum, Göktürk devletinde gelişmiş bir devlet-toplum ilişkisinln' varolduğunu ortaya koyan önemli bir göstergedir 11•”.  http://www.yenidenergenekon.com/wp-content/uploads/2013/11/eski-tc3bcrklerde-hukuk.pdf

115
“Eski Türklerde, kağanın görevleri arasında sayılan unsurların başında, kağanın iyi kanunlar yaparak, bu kanunları adaletle uygulaması ve halkı koruması gelmiştir. Çünkü bir devletin kanun ile ayakta durabileceğine inanılmıştır". http://www.yenidenergenekon.com/wp-content/uploads/2013/11/eski-tc3bcrklerde-hukuk.pdf

116
“Kağanlann görevi, bozkır boylarını sürekli "itrnek, yaratmak,
yığmak", yani örgütlendirmektir". Yazıtlarda geçen şu sözler bunu açıkça
ortaya koymaktadır: "Babam kağan, amcam kağan oturduğunda dört
taraftaki milleti nasıl düzene sokmuş ...Tanrı buyurduğu için kendim
oturduğumda dört taraftaki milleti düzene soktum ve tertipledim.?".
Kağanların bu görevlerinin dışında yüksek rütbeli memurları atamak, halkını
refaha götürmek, ülkesini büyütmek, ordularını sevk ve idare etmek gibi

117
“Göktürklerde de kağanın gücünü gökten, Tanrı'dan aldığına
inarıılmıştır'" Orhun yazıtlarının başlangıcı bu görüşü destekler nitelikteki
sözler içermektedir : "Tanrı gibi gökte olmuş Türk Bilge Kağanı, bu
zamanda oturdum. Sözümü tamamiyle işit"s8. Yazıtlarda ayrıca kağana
itaatın yararı önemle vurgulanmıştır. Bunda amaç kağanın mevkiini
güçlendirmektir'".”.

“Tarkan gibi iyi
anlaşılamayan bir memuriyet ünvanı da "Buyruk" tur. Buyrukların memur
oldukları sürece bey sayılan yüksek devlet memurları oldukları
sanılmaktadır. Yazıtlarda kağanın buyruğunun bilgili ya da bilgisiz
olmasının önemi üzerinde özenle durulmuştur. Buyruğun bilgili olması
durumunda ilin yükseleceğinden, bilgisizliğinde ise batacağından söz
edilmiştir. Bu deyişe bakılarak, buyrukların kağanın yardımcıları, bir tür
bakanları olduğu düşünülebilir. Fakat buyruklar aynı zamanda komutanlık da

118
“Göktürklerde, devleti oluşturan üç ögenin varlığı bilinmektedir.
Bunlardan birincisi, hükümranlık hakkıdır. Diğer eski Türk devletlerinde
olduğu gibi Göktürklerde de bu hakkın kağana, Tanrı tarafından
bağışlandığına inanılmıştır. İkinci öge, "devlet" ve "ülke" anlamına gelen
"İl" veya "EI"dir. İl, kağanın şahsi malı gibi isteğine göre tasarruf edilebilen
bir toprak parçası değil, bizzat devlet reisinin korumakla görevli olduğu bir
"ata yadigarı"dır. Üçüncü öge ise "Bodun" adı verilen halktır. Eski Türk
topluluklarında halkın ferdi hukuk ile donatılmış ve iktisaden esir olmayan
bir hayat düzeninde bulunduğu anlaşılrnaktadır'". Bununla beraber, Orhun
yazıtlarında kullanılan "ak-bey" ve "kara bodun" gibi ifadeler her kabilenin
yönetici ve yönetilen sınıflarından oluştuğunu göstermektedir" .”.

“Türklerde devlet fikrinin kökleri, eski medeniyetlere kadar uzanmaktadır.
Bilim adamları, eski Çin, Mezopotamya, Ġran, Hindistan ve Anadolu medeniyetleri
üzerinde yaptıkları araĢtırmalarda belirgin Ģekilde Türk kültürünün izlerine
rastlamıĢlardır. Hatta onlara göre, bu medeniyetler, varmıĢ oldukları yüksek seviyeye
ancak Türklerin teĢkilatçı yetenekleri sayesinde ulaĢabilmiĢlerdir. Bu durum Ģu
gerçeği ortaya koymuĢtur: Türklerde devlet fikri pek erken çağlarda doğmuĢ ve
geliĢmiĢtir. Onlar, Orta Asya‟ya hükmeden büyük devletler kurdukları gibi, dünyanın
öteki yerlerine göç ederek, gittikleri yerlere de devlet fikrini götürmüĢlerdir. Nitekim
Türklerin tarihte kurdukları devlet sayısı 100‟ün üzerindedir. Bu sayıya dünyada
hiçbir millet ulaĢamamıĢtır. Burada hemen belirtelim ki, Türklerin bu teĢkilatçı
yeteneklerinde onların Ġslâm dinine ve medeniyetine girinceye kadar Orta Asya‟da

119
“Bizans tarihçisi Menandr, 568-576 yılları arasında genelde ticari amaçla gönderilmiş 7 heyetten bahsediyor. Askeri birlik giderek etkisini kaybediyor, zira Türkler Batıya doğru ilerleyerek Boğazları alıyorlar ve Bizans’ın sınırları için tehdit oluşturuyorlardı. 580 yılına doğru Çin’den Kafkaslar’a dek büyük bir alanı tutan Kağanlık önemli ticaret hattını kontrolünde tutuyordu. Türklerin sadece göçebe halklar olarak kaldığını, kağanların ise sadece ticaret yollarını kontrol ettiklerini ve Çin’den alınan ipeği sattıklarını düşünmek tamamen yanlış olurdu. Batı Kağanlığı’na eski devletin kuzeyde Güney Ural’dan ve Harezm’den başlayarak batıda Kuzey Kafkasya’ya, doğuda Yedisu’ya ve güneyde Amuderya’ya kadar gelişmiş bölgeleri dahil idi. Bunların merkezi ise Orta Asya idi. Özellikle bu dönemde, vahalardaki yerleşik yaşama ve bölgenin ekonomisine Türk katmanının girmesiyle büyük etnik değişiklikler gerçekleşmiştir.”. http://www.larendem.com/turk-tarihi/eski-ve-orta-cag-donemlerinde-buyuk-ipek-yolu-uzerindeki-orta-asya-turkleri-2.html

120
“türk tarihi dikkatle tetkik edildiğinde Hun Hakanı Mete’nin ayrıcalıklı ve önemli yeri hemen dikkat çeker. Bozkır coğrafyasında yaşayan göçebe Türk topluluklarının birlik altında toplanması ve teşkilatlanma kabiliyetine sahip güçlü, sistemli bir devletin ortaya çıkışında Mete’nin önemli rolü vardır.” . https://ofpof.com/tarih/dilden-dile-dolanarak-destanlasan-turk-un-atasi-oguz-kagan-gercekte-kimdir

121
“Tarıma dayalı yaşamayan Hunlar ve Göktürkler geniş Asya bozkırlarında çadırlarda barınırlardı.
Tarım hayatı yerleşik, kısmen altyapılı ve sistemli bir yaşayış gerektirirken göçebelik sabit-mekân olmaya müsait değildi.
Aslında göçebe hayat tarzı bir tercihten öte mecburiyettir denebilir. Orta Asya’da tabiat şartları zor, çetin ve zayıfları sinesinde barındırmayacak kadar merhametsizdi. Bu coğrafyada sürekli harekete dayalı bir hayat vardı. Kavimlerin tamamının atlı olduğu bu dönemlerde baskın tehlikesi ve ölüm olağan hâllerden olduğu için, bundan korunmanın yolu da süratle hareket etmeye, göçmeye ve yeni mekânlar bulmaya bağlıydı. Böyle bir toplumun gözleri hep açık, uçan kuştan tehlike sezen, elleri hep tetikte (ok, kargı, yay) olmalıydı. Yönetim iradesinin çok güçlü olduğu böyle bir hayatın temel unsuru bir başa ve töreye bağlı ve kesin itaat gerektiren bir nizamdı.
Mutlak irade, törenin hükmüyle emir verince çadırlar toplanıp, yeni mekânlarda tekrar kurulurdu.”. http://www.turkiyegazetesi.com.tr/yazarlar/genis-aci-fikir-ve-tartisma/600523.aspx

122
“Tarih boyunca kurulan Türk devletlerinin en başta gelen görevi "Halka Hizmet" olmuştur. Tarihi kaynaklardan öğrendiğimize göre, Hunlarla birlikte ortaya çıkan " Cihan Hâkimiyeti ve Dünya Devleti olma düşüncesinin hedefi de bütün dünyayı Türk devletinin himayesine almak ve halka hizmet etmekten ibaretti. Bu düşünce tarihimizde "Türk Cihan Hakimiyeti Ülküsü" nü doğurmuştur.

Tarih sahnesine çıkan ilk Türk devleti ile birlikte "DEVLET BABA" deyimi de ortaya çıkmıştır. Ailede baba ne ise millet nazarında da devlet o idi. Türk devleti de tıpkı bir baba gibi halkın güvenliğini sağlar, halkı yedirir, içirir, beslerdi. Halka hizmet eden devlet bu şekilde "KUTSAL" laşırdı. Eski Türkler de esas olan devlet değil; millet idi. Yüce Tanrı, Türk milletini sevdiği için devlet verirdi. Bu düşünce Gök Türk yazıtların da " İl Berigme Tanrı " (Devlet veren Tanrı) şeklinde geçer. "Ya devlet başa, ya kuzgun leşe" deyimi Türkçemizin en eski deyimlerimden olup, Türk milletinin devlete verdiği önemi göstermesi açısından çok önemlidir. alka hizmet ve devletin millet için olduğu anlayışını Şeyh Edebali'nin Osman Gaziye nasihatinde ki "İnsan yaşat ki devlet yaşasın!" sözlerinde de görebiliriz.

Devletin babalık görevleri Gök Türk Yazıtları'nda, Bilge Kağan Kitabesi'nde şöyle anlatılır: Varlıklı, zengin bir millet üzerine oturmadım. İşte aşsız, dışta donsuz, düşkün, perişan bir milletin üzerine oturdum. Babamızın, amcamızın kazandığı milletin adı, sanı yok olmasın diye, küçük kardeşim Kültigin ile sözleştik. Türk milleti için gece uyumadım, gündüz oturmadım; küçük kardeşim Kültigin ve şadlarla ölesiye çalıştık..." Aynı kitabede Bilge Kağan amcası, Kapağan Kağan'ın ( 692-716 ) hizmetlerinden de söz eder ve : "Amcam Kağan (tahta) oturarak Türk Milleti'ni tekrar düzene soktu, besledi, fakiri zengin kıldı, azı çok kıldı..." der. Yine Bilge Kağan kendisine ait kitabesine : "Altının sarısını, gümüşün beyazını, ipeğin halisini, atın aygırını, kakımın siyahını, sincabın gökünü milletime, Türklerime kazandırdım" diyerek hizmetlerini anlatmaya devam eder. Görüldüğü gibi Türk devletinin asıl hedefi ve görevi halka hizmettir.”. http://www.ortadogugazetesi.net/makale.php?makale=trklerde-devlet-kavrama-ve-kutsal-devlet-anlayaa&id=7382

123
“Asya’da kurulan İslâm öncesi Türk devletleri kendi coğrafyalarına ve insan unsuruna göre bir devlet felsefesi geliştirmişlerdir. İç hakimiyet alanında halkı birleştirme, düzene kavuşturma ve ekonomik istikrar, dış hakimiyet de ise cihan hakimiyeti, barış ve istiklâl hedeflenmiştir. Bilindiği kadarıyla Hunlar zamanında şekillenen bu felsefe sonraki Türk devletleri tarafından devam ettirilmiştir. Kök Türk devleti bu mirası geliştirmiş ve Türk millî siyâsetini Orhun Abideleriyle ebedileştirmiştir. Bozkır coğrafyasının şekillendirdiği atlı göçebe bozkır kültürünün ürünü olan bu siyâset, kendi dinamiklerine dayanmaktadır ve kendi şartlarında değerlendirilmelidir.” http://sbd.aku.edu.tr/III1/5.pdf

124
“Bozkır Türklerinin önemli bir kısmını konar-göçerler oluĢturmaktaydı.
Konar-göçerler temel geçim kaynağı olarak hayvancılıkla uğraĢırlardı. Ġktisadi
düzenin temelini meydana getiren uçsuz bucaksız ve aynı zamanda kısır otla
kaplı bozkırlar; Gobi, Tarım, Kara Kum, Kızıl Kum ve Taklamakan çöllerinin
hemen kenarlarında bir de Hazar Denizi, Amu-Derya, Sır-Derya, ZerefĢan,
Tetçen, Atrek, Kızıl-su ve Yedi-su civarlarında uzanırlardı. Bu otlaklar, 3.000
metreye kadar yükselen çeĢitli dağların yamaçlarına kadar yayılırlardı. Hiç
yağıĢ görmeyen yılın yarısında, bozkırlar tamamıyla kurur, tabiatın bu
kısırlığından müteessir olan göçebeler koyun, keçi, deve ve atlarının
beslenmesi için devamlı olarak bir otlaktan diğer otlağa dolaĢmak zaruretini
duyarlardı14. Bozkır Türklerinin sürekli yer değiĢtirmek zorunda kalmaları,
ekonomik, dini, siyasi ve sosyo-kültürel etkileĢimin geliĢmesini de sağlamıĢtır.”. http://www.itobiad.com/download/article-file/92642

125
oku: Abdulkadir Ġlgen, “Bozkır Göçebelerinde Sosyo-Ekonomik Yapı”, İktisat Fakültesi Sosyal Siyaset Konferansları 49. Kitap Prof. Dr. Turan YAZGAN‟a Armağan Özel Sayısı, Ġstanbul, (2005): 829

126
“Bozkır Türkleri, uçsuz bucaksız bozkır coğrafyasını at sayesinde
geçmişler, büyük akınlar ve göçler at üstünde yapılmıştır. Rasonyı, at ile
gerçekleştirilen göçebeliğin çiftçilikten üstün bir yetenek olduğunu
belirtmektedir. Hayvanların evcilleştirilmesi üstün bir sanat olup iktisadi açıdan
hayvanları ete, süte ve yapağıya dönüştürmek büyük emek ve askeri yetenek
isteyen bir iştir17. Hayvanları yetiĢtirmek, büyük sürüleri sevk ve idare etmek,
değiĢik iklim ve çevre Ģartları içinde durmadan onlara yeni otlaklar ve su
bulmak, hububatın ekilmesinden ve hasadın toplanmasından daha zor bir
faaliyettir18. Bozkır kavimlerinin hayatında at besiciliğinin oldukça yaygın
olduğu bilinmektedir. Atın yetiĢtirilmesi, M.Ö. IV. bin yıla kadar geri
gitmektedir19. Türkler sadece kendi ihtiyaçları için değil, aynı zamanda
yabancı ülkelere ihraç etmek için de at beslemiĢlerdir20. At, bozkır Türklerinde
sadece uçsuz bucaksız bozkırları aĢmak için kullanılan bir nakil aracı değil,
aynı zamanda Türklerin hem sosyal hem de ekonomik hayatında tek baĢına
bir kurum özelliği taĢımaktadır. Ekonomi, atın sürü Ģeklinde yetiĢtirilmesine
dayandığından, bu durum kültür ve toplum hayatının oluĢmasını sağlamıĢtır.
Bundan dolayı bu kültüre, “atlı çoban kültürü” de denilmektedir21.”. http://www.itobiad.com/download/article-file/92642

127
Oku: Wolfram Eberhard, “Eski Türk Devletlerinin Ekonomisi Hakkında Ġncelemeler 1, Tobaların Hayvancılığı”, Belleten, C. 9, S. 36, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, (1945): 487.

128
“Bozkır coğrafyası ve iklim şartları
Türklerin konar-göçer hayatı benimsemelerine neden olmuştur.”. http://www.itobiad.com/download/article-file/92642

129
“SOSYAL HAYATTA TÖRENİN YERİ VE ÖNEMİ

Orhun âbidelerinde, birçok yerde töre ve öneminden bahsedilmektedir.16

“Yedi yüz er olup ilsizleşmiş, kağansızlaşmış milleti, cariye olmuş, kul olmuş milleti, Türk töresini bırakmış milleti, ecdadımın töresince yaratmış, yetiştirmiş”.
 “İli tutup töreyi düzenlemiş”.
“Üstte mavi gök, altta yağız yer kılındıkta, ikisi arasında insan oğlu kılınmış. İnsan oğlunun üzerine ecdadım Bumin Kağan, İstemi Kağan oturmuş. Oturarak Türk milletinin ilini, töresini tutuvermiş, düzenleyivermiş”.
 “Babam kağan öylece ili, töreyi kazanıp, uçup gitmiş”.
 “Türk, Oğuz beyleri, milleti, işitin: Üstte gök basmasa, altta yer delinmese, Türk milleti, ilini, töreni kim bozabilecekti?”
 “Töreyi kazanıp, küçük kardeşim Kül Tigin kendisi öylece vefat etti”.
Yine törenin önemini ifade etmesi bakımından Divanü Lûgati’t-Türk’de geçen ifadeler oldukça dikkate değerdir. Nitekim bu ifadelerden birinde devlet gitse dahi törenin bakî olduğu vurgulanmaktadır. Buna göre vilâyet (devlet) terkedilir ama töre terkedilemez: “El kaldı törü kalmas”.17”. https://anayasa.wordpress.com/tore-nedir/

130
“TÜRK KÜLTÜR VE TEMELLERİ

Tarihte insanlığın ilerlemesini, üç öğe sağlamıştır. Hız’a sahip olma, hukuk fikri ve demirin işlenmesi. İlk iki unsur insanlığa manevi ilham kaynağı, sonuncusu da uygarlığın önde gelen malzemesi olmuştur. İnsan kültürünün bu iki önemli unsuru, varlığını Türklere borçludur. Bir bozkır kavmi olan Türkler, tabiatın çok kısır olduğu bu bölgede geçimlerini uzak mesafelerden sağlayabilmek için vahşi hayvan olan atı terbiye ederek insanlığın emrine vermişlerdir. “At sırtında geçen bir hayat, baş döndüren bir sür’at, yayladan kışlağa ve kışlaktan yaylaya doğru sürüp giden bir kovalamaca, onların günlük ve olağan hayatları idi. Onlar için olağan olmayan şey, ufuktaki dağlar ile vadilerin ötelerinde, uzanan ülkeleri görememe ve çeşitli zenginlikleri elde edememe idi[1].
Kısacası “göçebe Türkler tarafından, en eski çağlardan beri yetiştirilen at, tüm kültüre yön veren, en önemli tesirdir. Atın ehilleştirilmesi olmadan eski çağ ve erken orta çağın büyük ölçüdeki kavim göçü tasvir dahi edilemez”[2].
Geniş bozkırlarda büyük ve dağınık sürüleri sevk ve otlakları koruma mücadelesi Türkleri devlet yönetiminde tecrübe sahibi yapmış ve bu durum, o bölgede bütün insanlara hükmetme duygusunun da doğmasına sebep olmuştur. Böylece, yanyana ve bir arada huzurla yaşayabilmek için fertler arasında asabiyet bağının oluşmasının zorunlu olduğu inancı ilk olarak eski Türk kavimlerinde hissedilmiştir. “Bundan dolayı yeryüzünün ilk devletleri Türkler tarafından kurulmuş, yani Türkler dünyada `amme hukukunu’ vaz eden ilk millet olmuştur”[3].
Bu geçmişten geleceğe bütün Türklerin sosyal hayatlarını düzenleyen, onlara kural koyan, devletin gücünü de temsil eden Türklerin töre dedikleri devlet düzenidir. Ziya Gökalp de töreyi şöyle tanımlar: “Atalardan kalan bütün kuralların toplamı”. Töre yazılı yasaları kapsadığı gibi alışkıları (teamülleri) de içine alır. Töre; hukuksal töre, dinsel töre, ahlaksal töre gibi birkaç bölümden oluşmaktadır”[4].
 “Türk töresini kaybetme”, Türk milleti için de söz konusuydu. Devletsiz, kağansız kalmış bir millet, töresini de kaybetmiş oluyordu. Nitekim Bilge Kağan, Orhun Abideleri’nde Türk töresini şöyle tarif eder; “… (Türk Milleti’nin) kağan olarak oturdum. “Ölecek miyiz?” diye düşünüp üzülen Türk begleri ile Türk beyleri (bana) dönüp, sevindiler! “Bulanmış gözleri” canlandı! Beni gördüler! (yani bana bağlandılar). “Ağır töreleri”, (düzenledim), yürürlüğe koydum. (Dünyanın) dört bucağındaki “milletleri” de (düzene koydum)!…[5]
Bilge Kağan Yazıtları’nda da ifade edildiği üzere, “Eski Türk devlet geleneğinde Töre ilahi kaynaklı hakimiyetten (kuttan) ayrılamazdı. Özellikle devlet kuran her Kağan mutlaka bir töre koyardı. Töre, Türk örf ve geleneklerinin kesin bir hükümler birliğidir. Töresiz bir ilin ya da devletin varlığı mümkün değildir”[6].
Türk kültür yapısının en hassas ve ince dokusunu “Türk Töresi” oluşturur. “Töre, milli toplumda ferdi ve sosyal ilişkileri düzenleyen, ferdi disiplin ve otoriteye bağlayan, milli barış, dayanışma ve beraberliği sağlayan bir kültür kurumudur. Yabancı kültürler önce bu değer sistemini yıkmak isterler”[7].”.

131
“Bozkır Türk devletinde ‘insan unsuru’nun çeşitli hak ve hürriyetlerle donanmış olması Türk devletinin kuruluş tarzı ile ilgilidir. Bozkır Türk devleti her hangi bir âilenin kılıç zoru ile meydana getirdiği bir yığınlar topluluğu değil, fakat idarecilerle iş birliği yapan geniş halk kütlelerinin gayretleri, iştiraki ile gerçekleşen bir siyasi teşekküldür. Türk devletinin nasıl kurulduğu meselesine, II. Gök-Türk devletinin meydana gelişini anlatan kitâbelerdeki satırlar ışık tutacak mahiyettedir:

“Babam Kağan (İlteriş) 17 er ile harekete geçti. Haberi işiten dağdakiler, ovadakiler toparlanıp geldiler, 70, sonra 700 kişi oldular… (Hakanlığı) atalarının törelerine göre kurdular… ” (Kül-Tegin, Bilge), “Gelenlerden bir kısmı atlı, bir kısmı yaya idi”, “Dâvete katılanlardan biri de bendim” (Tonyukuk).

Böyle kurulan bir devlette tabiatiyle halk, hak ve hürriyetini isteyecek ve başında bulunanlardan bekleyecekti. Türk devletinde halkın bu istekleri töre’nin tatbiki ile gerçekleşiyordu. Umumiyetle “kanun” mânasına alınan töre (aslı, törü) eski Türk hukukî hükümlerinin bütünü olup sosyal hayatı düzenleyen “mecburî” kaideleri ihtiva ediyordu. Orhun kitabelerinde “töre” kelimesi 11 yerde geçmekte, bunun 6’sında “il”ile birlikte kullanılmaktadır. Diğer 5 yerde de yine “il”ile alâkası açıkça belirir. Demek ki, Türk devleti kanunlara (töre hükümlerine) bağlı bir kuruluştur.

Devletin varlığı töre ile kaimdi: “… Devleti ellerine alıp töre’yi tesis ettiler… Ey Türk Bodunu! Devletini, töreni kim bozabilir?… Kazandığımız devlet ve töremiz öyle idi… Devletini töresini terk etmiş… O (İlteriş) atalarının töresine göre bodunu teşkilâtlandırdı… Töre gereğince amucam tahta oturdu…” Töre hükümleri değişmez kalıplar değildi. Türk hükümdarları, yerine ve zamanın icaplarına göre ve tabii “meclis”lerin onayı alınmak üzere, yeni hükümler getirebilirlerdi. Asya Hun’larında Mete, Gök-Türkler’de Bumin ve İlteriş ve Tuna Bulgar devletinde Krum böye yapmışlardı (Krum Hanın kanunları). Bütün Türk lehçelerinde ortak olan ve sonra Moğolca’ya da geçen töre tabiri şimdiki bilgimize göre Tabgaçlar’dan beri mevcuttu ve aslî söylenişi olan törü şeklinin daha eski bir devre götürülmesi mümkündür.

Hükümleri maalesef o çağlarda yazılamamş olan töre’nin ana-yasa mahiyetindeki prensipleri Kutadgu-Bilig’in yardımı ile tesbit edilebilmektedir. Bu prensipler şunlardır: Könilik (adalet), uz’luk (iyi’lik, faydalılık), tüz’lük (eşitlik) ve kişilik (insanlık, üniversel’lik).”. https://anayasa.wordpress.com/tore-nedir/

132
“Türk Töresi nedir; ne değildir?

Divanü Lûgatit-Türk’de töre evin en önemli yeri ve sediri olarak ifade edilirken, kavram asıl mânâsı ile törü şeklinde geçmekte olup, görenek ve âdet olarak açıklanmıştır. Buna göre;

1.    Töre, Türk örf ve geleneklerinin kesin hükümleri birliğidir. Orhun kitabelerinde töresiz bir devlet veya topluluk olamayacağı belirtilmiştir. Bundan hareketle eski Türklerde kanunsuz veya hükümdarın şahsî iradesine bağlı bir yönetim şekli olmamıştır. Dolayısıyla kağanlar emirlerini, yargıçlar kararlarını töreye göre vermişlerdir. Yani halk doğrudan doğruya törenin himayesindedir. Bozkırlarda fiilen yaşanan hayatın zamanla hukukî-sosyal değer kazanmış davranışlarını ihtiva eden ve genellikle kanun mânâsına alınan töre (törü) , eski Türk sosyal hayatını düzenleyen mecburî normlar bütünüdür. Bu bütün, yani kanunlar, millîdir. Türklerde töre kanun mânâsına gelmekle birlikte, onunla sınırlı değildir. Çünkü yazılmış kanunlarla, yazılmamış teamüller de törenin içindedir. Hattâ, hukukî töreden başka dinî, ve ahlâkî töreler de vardır. Dolayısıyla, Türk töresi, eski Türklere atalarından kalan bütün kaidelerin toplamı demektir. Töre, ahlâkî, sosyal, siyasî birçok prensip koymuş, müesseseler kurmuş, insanlığa kendi hakikatlerini bildirmek ve onları sükûnetle refah içinde yaşatmak maksadıyla devlet gibi insanlığa en büyük faydayı getiren yüksek bir merkez müessese vücûda getirmiştir. Yani törenin devleti de, insanı kendi hakîkatine götürmek maksadının bir vasıtasıdır. Bu bakımdan töre büyük bir ihtimalle eski Türk dininin adıdır.”. https://anayasa.wordpress.com/tore-nedir/

133
“TÖRENİN OLUŞUMU VE GELİŞİMİ

Bütün bozkırlarda belki binlerce seneden beri yaşayan bir töre vardır. Büyük Türk hükümdarlarının bizatihi kendileri, halkın sosyal yapısında yaşayan bu törelere tâbî olmuştur. Türk beyleri, devlet ve milletleri eskiden beri müteamil olan töreye tâbi kaldıkça, Türk cemiyetinin hayatı tam yolunda ve normal olarak cereyan ediyor demektir; hükümdardan istenen de ancak bu törenin geçerliliğini temin etmektir.

Töre üç kaynaktan oluşur. Bunlar halk, kurultay ve handır. Yani bir kısım töre doğrudan doğruya halk içerisinde zuhur eder. Bunlar gelenek şeklinde nesilden nesle intikal eder. İkincisi beylerin, kurultayda aldıkları kararlardır. Üçüncüsü ise bizatihi Hanın teşebbüsleri ile gelişir. Töre nesilden nesle intikal ederken, hakanlar ve beyler bunlara kendilerinden bazı şeyler ilâve etmişlerdir. Her büyük tarihî olaydan ve yeni bir sülâle tahta geçtikten sonra töre, kurultaylarda gözden geçirilmiş ve bazı hükümlerin münakaşası yapılmıştır. Ancak buradan Hanın tek başına istediği töreyi koyma selâhiyetinin olduğunu düşünmek hatalı olur. Nitekim, Bilge Kağanın Budizmin kabûlünü istemesine rağmen isteği reddedilmiştir.

İslâmla müşerref olmayı müteakip, töre-din çatışması bazı noktalarda görüldü ise de, hanlar ve beyler, aile ve askerlik işlerinde XV. asra kadar töreyi tatbikten vazgeçmediler. Uluğ Bey gibi islâm bilgini olan bir hükümdarın bir çok işlerde yasa, türeye ihtiyacımız vardır demesinin sebebi de budur.

Selçuklu ve Osmanlılar, dedelerinden kalma teamüllere Oğuz töresi derlerdi. Ancak töre, yalnız Oğuzların teamüllerinden ibaret değildir. Bütün Türklük âlemi için geçerlidir.

Töre günümüzde de yaşamaktadır. Nitekim Eröz, Yörük ve Türkmen oymakları ile yaptığı araştırmalarında, töre kelimesinin kullanıldığını tesbit etmiştir. Görüşülenlerin hemen hepsi kavramı El âdeti, Türkmen töresi olarak dile getirmişlerdir.”. https://anayasa.wordpress.com/tore-nedir/

134
“Çinliler, Doğu Köktürk Hakanlığı’nı işgal ettikten sonra Türkleri Çince konuşmaya, Çinliler gibi giyinmeye, Çin âdetlerini kabul etmesi için İşbara Kağan’a baskı yapmaya başladılar. Bunun üzerine İşbara Kağan Çin İmparatoru’na gönderdiği mektupta şöyle cevap verdi: “Size bağlı kalacak, haraç verecek, kıymetli atlar hediye edeceğim. Fakat dilimizi değiştiremem, uzun saçlarımızı kestiremem, halkıma Çin elbiseleri giydiremem. Âdetlerinizi, kanunlarınızı almama imkân yoktur. Çünkü bu bakımdan bütün milletim hassasiyetle çarpan tek kalptir.”. https://www.tarihbilimi.gen.tr/makale/turklerde-bagimsizlik-oksizlik-anlayisi/

135
“Türklerde yurt, kağanın korumakla yükümlü olduğu ata yadigârı olarak görülmüştür. Türk hükümdarları vatan toprağını korumayı ve savunmayı kendilerine başlıca görev edinmiş, şartlar ne olursa olsun bu hususta en küçük bir tavize bile yanaşmamışlardır.”. https://www.tarihbilimi.gen.tr/makale/turklerde-bagimsizlik-oksizlik-anlayisi/

136
“Sonuç
Türk toplumu, felsefi açıdan somut ve sınırlı bir örnek olarak İslamiyet öncesi kökene
gidilerek Kül Tigin yazıtı özelinde ele alınmıştır. Bu ve benzeri yazıtlar bir hukuk belgesi
(töre), yöneticinin uygulamalarının halka anlatılması (icraat), bir hesap verme ve ders kitabı
niteliği taşımaktadır. İktidarın kaynağını nereden aldığını ve meşruiyetini neye dayandırdığını
açıklamaktadır. Bağımsız, özgür bir devlet ve ülkenin gerekliliği kanıtlanmaktadır. Düzenin,
mutluluk ve refahın ancak kendisine ait topraklarda yaşayan bir halk (Türk) ve ona ait
devletle olabileceği defalarca tekrarlanmış, yaşanmış örneklerle somut hale getirilmiştir.
Böyle bir devlet; kültür, dil ve inanç birliği içinde olan ve bunu misyon edinen bir halkla
olabilecektir. Millet anlayışına dayanan bu devlette yönetici gücünü bilgelik, yiğitlik,
doğruluk erdemlerinden alacaktır. Böyle yöneticiler kutsaldır ve bu tür Tanrısal özelliklere
(karizma) sahiptir.
Kağanın bir tiran olmadığı ve tek başına yönetim erkini kullanmadığı güney yüzündeki
bu kısa yazıttan bile açığa çıkmaktadır. Üstün yöneticilik ve askerlik özelliğine sahip çeşitli
unvanlarda beyler, yabgular, şadlar, tarkanlar ve benzerleriyle ortak kararlar alınmakta, devlet
istişareyle yönetilmektedir. Kurultaylar yoluyla bir tür demokrasi uygulanıyor, halkın
sevgisini kazanmaya önem veriliyordu. Ögel, halkın kalbini kazanan hükümdarların daha
başarılı olduğunu söylemektedir (Ögel 1997, 44). Disiplin ve itaatin, örfün ve kağanın
Caner Çiçekdağı www.turukdergisi.com
TURUK
International Language, Literature and Folklore Researches Journal
2017, Year 5, Issue 11
Issn: 2147-8872
- 194 -
otoritesinin öne çıkması toplumsal yapıyla alakalıdır. Savaş ve güvenlik kavramları ister
istemez gevşek ve tartışmacı bir yapıya izin vermemiştir. Kaldı ki başta söylendiği gibi,
Greklerin en parlak döneminde bilge ve yetenekli tek bir kişinin aldığı kararların ve
uygulamalarının daha olumlu sonuçlar verdiği görülmüştür. Demokrasi her toplumda farklı
hızda farklı biçimde gelişimini sürdürmüştür. Bu, bireyin aşırı özgür olduğu anlamına
gelmemiş, sınırlama ve kurallarla birlikte var olmuştur. Yasama, yargı ve yürütmenin ne
ölçüde bireylere ve halka da yayıldığı demokrasilerin niteliğini belirlemiştir. Kendisini bir
bütün olarak gören Göktürkler klasik anlamıyla bir demokrasiye ihtiyaç duymamışlardır.
Yazıtta açığa çıktığı gibi, kağanını dinlemeyebiliyor veya tam tersine çeşitli yollarla
kararlarına katılabiliyordu. O halde düzen ve hukuk bu toplumun zaten iliklerine işlemiş olan
iki sosyal olgudur ve demokrasi Batılı klasik anlamından farklı bir tarzda vardır. Felsefeyi ise
Grek kökeni itibarıyla değil, mitoloji ve inanışlarla iç içe geçmiş biçimiyle buluruz. Gök Tanrı
inancının irdelenmesinde, Tanrı(sal akıl) ve yeryüzü(ne yansıması), Tanrının çeşitli
erdemlerin kökeni olması, aklın ve bilginin önemi, Tanrının ahlakın ve doğruluğun kaynağını
oluşturması düşüncesi, metafizik bir anlayışın yanı sıra, etik, politik ve epistemolojik içerikler

137
“Türkler hayvancılıkla uğraşmaları ve yaşadıkları bölgenin coğrafi koşulları nedeniyle ''Atlı göçebe'' hayat tarzını benimsemişlerdi. Türklerin göçebe yaşamalarının en önemli nedeni, sürülerine ot ve su bulma çabasıdır. Her boyun ve oymağın belirli bir yaylası ve otlağı vardır.”. https://www.thewhitetree.org/forum/viewtopic.php?f=162&t=23200

138
“Padişahın yönetim ve yasama ile ilgili verdiği karar ilmiye sınıfının denetimine açıktı. Bu durum Osmanlı padişahlarını Avrupa krallarından ayıran en önemli farktır.”. http://tarih.tumders.com/osmanlilarda-yonetim.html

139
“Osmanlı tarihi, hakiki manada karizmatik liderler tarihidir. Hatta bana göre, Osmanlı padişah ve komutanlarının çoğu, karizmatik özelliklere sahip olan insanlardır. Mesela; Baltacı Mehmed Paşa, kendisi baltacılıktan gelmiş, Enderun terbiyesi almış bir serdardır. Prut'ta Rusları sıkıştırdığı hengamede, son bir darbe yapmadan evvel gece kendi adamları vasıtasıyla askerlerinin çadırlarını dinletir. Neticede askerlerden bazılarının sabahleyin kaçma planları yaptığı haberini alır. Böylesine kritik bir atmosferde mukadder bir zaferi hezimete çevirmemek için, Ruslarla -yarı kazanılmış bir zafer diye tarif edebileceğimiz- çok akıllıca bir anlaşma yapar. Ama ne acıdır ki, Mustafa Müftüoğlu'nun ifadesiyle Yalan Söyleyen Tarih, seksen yaşındaki bu Osmanlı komutanını, Rus Kraliçesi Katerina ile buluşturmuş ve hakkında bizim gibi basit insanların bile tenezzül etmeyeceği bayağılıklar uydurmuştur. Böyle bir tarihi yazan da utansın, bunları okuyup hakikatini araştırmadan cedlerine sövenler de...
Evet, onlar, koca bir tarihe sığmayacak kadar büyük, karizmatik vasıflara sahip gerçek birer lider idiler. Bu millet, bir kere daha özlediği liderlerle buluştuğu an; tekrar eski ihtişamına kavuşacak ve şartlar ne olursa olsun, mutlaka çağıyla hesaplaşacaktır.”. https://www.koniks.com/topic.asp?TOPIC_ID=530

140
“Bizi güçlü kılan bazı hasletler var ki onları kaybetmememiz lazım. Bir kere bizim tarihimiz liderler liderler tarihidir. ta Bu millet uğruna öleceği lideri bulduğu zaman tarih yazmıştır. Ama başsız kaldığı zamanda birinci cihan harbi böyle bir ortamdır. Uğruna öleceği bir lideri olmadığı zaman da çil yavrusu gibi dağılmışızdır.”. http://www.oltununsesi.com/haber/dr.-kucukyilmaz-15-temmuz-u-anlatti/2810/

141
“Siyasi tarihimiz sadece liderler tarihidir. Menderes sonrası DP, Demirel sonrası AP ve DYP, Özal sonrası ANAP, Ecavit sonrası DSP ve Erdoğan sonrası(burası muhtemel gelişmeyi işaret ediyor)Ak Parti tüm bunlar aynı şeyi gösteriyor. Bu durum bizim doğu kültürümüzün ayrılmaz bir parçası. Liderden (ve diğer bazı şeylerden) sürekli medet umma psikolojisi. Bu psikoloji halkın seçmesini değil halka dayatılanların seçilmesini sağlıyor.”. http://www.habername.com/yorum-oku-2-2660.htm

142
“Türkiye politik tarihine baktığımızda, sadece sağ’ın değil, sol’un da benzer bir yapıya sahip olduğunu görürüz. Bu tarih, aynı zamanda liderlerin tarihidir. Değişik dönemlerde konumlarını korurlar, bazen politik olarak gerileseler bile, bir süre sonra eski konumlarını elde ederler. Süleyman Demirel, Türkiye’nin politik yaşamında 30 yıldan fazla zamandır en öndeki kişilerden biridir.”. http://enginerkiner.org/index.php?option=com_content&task=view&id=2498&Itemid=1

143
“Bir milletin kalkınması ve ilerlemesi tek bir kişiye bağlıdır. Bütün milletlerin tarihi o milletin başına geçen azimli ve sağlam iradeli liderlerin tarihidir.,
Bir milletin güçlülüğü veya zayıflığı o milletin yetiştirdiği kahramanlarla ölçülür. Sanıyorum ki, tek bir adam hakikî kahraman ise bir milleti yetiştirmeye kadirdi. Keza bir kahraman dehasını kötü yola kullanırsa bir milleti kökünden yıkacağı kanaatindeyim. Tarih te buna şahittir.”. http://darulkitap.kuranikerimde.com/muhtelif/v2/hasanelbennarisaleler/Cilt4.htm

144
“"Bizim tarihimiz güçlü liderlerin tarihidir.".
“Türklerin teŞkilatçı yapısı ilk zamanlardan günümüze kadar Türk Tarihi
içerisinde yadsınamaz büyüklükte bir önem taŞımaktadır. TeŞkilat olgusu,
beraberinde düzeni, dirliği, birliği, sistemli hareket etmeği ve gücü
simgelemektedir. Ayrıca devletleŞme sürecinin de sacayaklarından birisini
oluŞturmaktadır. TeŞkilatlanmada vazgeçilmez olan, liderlik -baŞbuğluk- unsurunun bulunmasıdır. Tarihsel dönemin her anında Türkler, gitmiŞ oldukları
yapılanmalarda etkin bir lider arayıŞı içerisinde bulunmuŞlardır. Devletin/kurumun
baŞındaki kiŞinin liderlik özellikleri ölçüsünde baŞarının ve zaferin gelebileceğine
inanmıŞlardır. Oğuz Kağan zamanında varolan bu düŞünce, Mustafa Kemal Atatürk
zamanında da aynı varlığını devam ettirmiŞtir.

Türkiye‟de cumhuriyet ile birlikte demokratikleŞme anlayıŞının ülke içerisine
yerleŞtirilmeğe baŞlanılması, lider olgusunun partiler içerisinde yer tutmasına sebep olmuŞtur. Dolaylı gibi görünse de durum yine aynıdır. DüŞünceye göre parti
baŞkanının yüksek liderlik vasıflarına sahip olması aynı zamanda seçimlerde
baŞarıyı getirecek ve devlet yönetiminin baŞına geçirilmiŞ olunacaktır. İslamiyet
öncesi ve İslam döneminden farklı olarak devlet baŞkanlığına gidilen yol
değiŞmiŞtir. Aranılan olgu yine aynıdır; devleti iyi yönetebilecek ve halkı iyi
yönlendirebilecek bir liderin varlığının sağlanması.

Tek parti döneminde günümüze kadar geçen süreçte, hatta ondan önceki
İkinci MeŞrutiyet döneminde de, Türkiye‟deki siyasal partilerin lider merkezli
partiler olduğu görülmektedir. Türkiye‟nin siyasal yaŞamında liderlerin etkisi diğer
ülkelere nazaran oldukça fazladır. Bunda, imparatorluktan cumhuriyete kadar gelen
süreçte, yüzyıllar boyunca devam eden gelen otoriter iktidar yapısının rolü
büyüktür. Geleneksel toplumlarda/tarım toplumlarında, iktidar kiŞilere/hanedanlara dayandığı için, „kiŞi‟ (padiŞah, kral, imparator vs.) son derece önemlidir. Türkiye, üst yapıda cumhuriyet yönetimine geçmekle beraber, toplumsal ve ekonomik yapı
açısından geleneksel toplum özelliğini koruduğundan ve modern topluma tam
olarak geçilemediğinden liderlerin önemi günümüze kadar azalmadan devam etti ve

145
“Türk tarihi de karizmatik liderler ve büyük devlet adamlarıyla doludur. Onların hayatlarını incelemek, öğütlerinden yararlanmak ve stratejilerini iş yaşamımıza uyarlamak bize bir şey kaybettirmeyeceği gibi çok şey kazandırabilecektir. İşte böyle bir amaçla, elinizdeki kitap yönetici adaylarına yol göstermek üzere hazırlanmıştır.”. http://www.idefix.com/Kitap/Kizil-Sakal/Hasan-Gunaydin/Arastirma-Tarih/Tarih/Dunya-Tarihi/urunno=0000000679145

146
“Eski Türk hükümranlık telâkkisi, kari z m a tik (hükümdarlık yetki ve
kudreti Tann tarafından bağışlanan) tip olarak kabul edilmiştir. Vesikalar
Türk hükümdarına idare etme hakkının Tann tarafindan verildiğini (bağışlan-
dığım) göstermektedir Asya Hun imparatorunun unvanı: "Gök-Tann 'nıri> gü-

Türkçe "erk" içinbk. G. CUusan.. Turkish, s. 220b.
m Gelenekçi hükümranlıkta meşruluk, eskiden beri süregelmekte olan ve değişmeyeceğine inanılan
düzenin kutsallığı düşüncesine dayanır. Bu meşruluk anlayışında kimin hükümdar olacağım gele-
nekler belirler; kudret ve yetki belirli kurallarla tesbit edilmiş olmayıp, tamamiyle gelenekler çer-
çevesinde uygulanır ve icradaki aksaklıklardan sistem değil, uygulayıcılar sorumlu tutulur.

Kan/malik meşrûtuk ise, geleneklerden ve eskiden beri alışılmış davranışlardan değil, doğru-
dan doğruya hükümdarda veya iktidardakilerde Tann vergisi olarak mevcut olduğu kabul edilen
üttün vasıflardan kaynaklanmaktadır. Fevkalâde bir siyâsî lider, idare ettiği toplulukta, kendisinin
Allah tarafından olağanüstü bir niteliğe sahip kılındığına inandırarak, tam bağlılık sağlar. Bu bağ-
lılığın geknek ve alışkanlıkla ilgisi olmadığı için, karizmatik meşruluk taşıyan kişi, topluluğa ko-
layca baçks uygulamalar getirebilir ve yeni hedefler gösterebilir.”. https://archive.org/stream/KokTengri/Turk%20Milli%20Kulturu%20-%20Ibrahim%20Kafesoglu_djvu.txt

147
“d-Devlet (il €1):
Eski Türk ilinde "velâyet-i âmme" kesin şeklini alıyor, yâni beylerin ve
bodun başkanlannm teşrîî ve icrâî (yasama ve yürütme) sorumlulukları bü-
tün ülkeye ve bütün topluluğa şâmil olmak üzere, hâkan(kagan)'a intikal
ediyor* Memleket çapında vergi ve asker toplama, orduyu tanzim, sevk ve idare
etme ve yargı haklan hükümdara verilmekte, gerekiyorsa törede, yine bütün
memlekette geçerli olmak üzere, yenilikler yapma, yâni ilin İdarî, mâU t kültürel
işlerim düzenleme yetkisi hükümdar aracılığı ile "meclislere devredilmekte, hü-
kümranlık "karizmatık" bir maJıiyet (aş. bk) almaktadır. Böylece hükümdarlık
belirli bir soya inhisar ettiğinden (bk. aş. Veliahd) devletten birinci derece-
de sorumlu olan uzun ömürlü hanedanlar (Asya ve Avrupa Hunlannda tan-
hular ailesi 'Tu-ku âilesij; Gök-Türkler, Hazarlar ve belki Bulgarlar ve Ma-
cariarda Aşma ailesi. Uygarlarda Yağlakar ailesi; İslâmî devirde de Ka-ra-
Hanlt, Selçuklu ve Osmanlı aileleri vb.) kımılmaktadır (aş.bk.). Türk dev-
letinde "boylar ve bodunlar arasında sıkı işbirliğinden anlaşılması gereken
de budur . Nite kim Türk ili nin saydığımız vasıflarını aynen muhafaza eden
Gok-Turk hakanlığının belki en kudretli çağı olan Kapgan Kağan zamanın-
da. Çm kaynaklarına göre devlet "30 boy"dan meydana gelmekte idi 89 .”. https://archive.org/stream/KokTengri/Turk%20Milli%20Kulturu%20-%20Ibrahim%20Kafesoglu_djvu.txt

148
“Coper ve Sawaf, Drucker (1993)’e atfen liderlerin ve en iyi ekip elemanlarının sadece sorun çözen bir ruh halinde olmalarını “ölümcül bir davranış” olarak değerlendirmektedir. Krizlerin fırsatlar yarattığını fırsatların da gelişimi ortaya çıkardığını, sorun çözmenin daha çok hasar tespiti yapmaktan öte gitmediğini vurgulamaktadır (1997:331). Gloman, Boyatzıs ve Mckee’de liderlerin hasar tespiti yapmak yerine, “ileriye yönelik denetimler” ile oluşabilecek kriz risklerini önsezisel ve analitik yoldan tespit etmesi, değişimin yönüne göre dönüşümü gerçekleştirmesi gerektiğini savunmaktadır (2002:256). Bu bağlamda bir örgütün gelecekte ortaya çıkabilecek belirsizlikleri, buhranı atlatacak kadar beceri sahibi olup olmadığı, büyük ölçüde liderlerinin köklü değişim karşısında kendi duygularını idare edip edememesine bağlı olmaktadır. Diğer bir anlatımla gelecek hakkında korkularını, kaygılarını, reflekslerini kontrol altında tutup tutamadıklarına bağlıdır. Bu konu ile ilgili Göktürk kitabeleri Doğu yönü çevirisinde geleceği öngöremeyen, bilgisiz, cesaretsiz, liderlerin Türk kaviminin başına geçtiğinde; toplumunun esaret altına girdiği ve iç çekişmelerin buhrana dönüştüğü, yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalındığı anlatılmaktadır. Bu durumun ancak kavim içerisinden çıkan geleceği öngörebilen, bilge, alp, cesaret sahibi, liderlerle aşılabildiği aksi takdirde yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalındığı belirtilmektedir (Öztürk, 1996:55).”. http://dergipark.gov.tr/download/article-file/394605

149
Öztürk, A. (1996). Ötüken türk kitabeleri. İstanbul: Milli Eğitim Basımevi.

“Osmanlı İmparatorluğu’nun Yükselişi ve Çöküşü Lord KİNROSS
Lord Kinross’un “evrensel imparatorluk” (Kinross, 2008:625) olarak gördüğü, ortak kimlik anlayışı ve duyguları kuvvetli, savaşçı bir ırk olarak tanınan Türklerin orta Asya’dan çıkarak Anadolu’ya gelişleri ile başlayan sürecin, cesaretli, adaletli, halkı etrafında toplayan liderleri sayesinde önce devlete daha sonra büyük bir imparatorluğa dönüşmesi (Kinros, 2008:24-25), Rönesans Hükümdarı olarak gösterilen Kanuni Sultan Süleyman’dan sonra değişim dönüşüm ile çağın gerektirdiği askeri, siyasi, iktisadi dönüşümü gerçekleştiremeyen hükümdarlar ile gerileyerek yok oluşun eşiğine gelişi (Kinross, 2012:272). Kurtuluş Savaşı ile son bulan inişli çıkışlı yönetim süreçlerinin sonunda imparatorluk olarak yok oluş ancak millet olarak yeniden doğuşta liderliğin rolü (Kinros, 2012:634) incelenmiştir. “.  http://dergipark.gov.tr/download/article-file/394605

150
İncele: "liderlik sırları" site:dergipark.gov.tr
------------.

2.5.2018

 

151

TONYUKUK HAN MEVZUSU Bilge Tonyukuk Yazıtında Bağımsızlık Vurgusu


(B 1) Bilge Tunyukuk, ben kendim, Çin yönetimi sırasında doğdum. Türk halkı (o zaman) Çin'e bağımlı idi.

(B 2) Türk halkı, (kendi) hanını bulmayınca, Çin'den ayrıldı; han sahibi oldu; (fakat) hanını bırakıp Çin'e yeniden bağımlı oldu. Tanrı şöyle demiş olmalı : "(Sana) han verdim, 

(B 3) hanını bırakıp (yine) bağımlı oldun." (Türk halkı yeniden)bağımlı olduğu için Tanrı "Öl!" demiş olmalı. Türk halkı öldü, mahvoldu, yok oldu. Türk Sir halkının ülkesinde 

(B 4) boy kalmadı.

(D 3) gözetleme kulelerini (yerli yerince) koydurtum. Dönen düşmanı (geri) getirirdim. Kağanımla seferlere çıktık. Tanrı esirgesin, 

(D 4) bu Türk halkı içinde zırhlı düşmanların akınına imkan vermedim, (kuyruğu) düğümlü (düşman) atlarını koşturtmadım. İlteriş Kağan kazanmasa (idi), 

(D 5) ve ben kendim kazanmasa (idim) devlet de halk da olmayacak idi. (Kağan) kazandığı için ve ben kendim kazandığım için, 

(D 6) devlet de devlet oldu, halk da halk oldu. Şimdi ben kocaldım, yaşlı oldum. Herhangi bir ülkedeki kağanlı (yani "bağımsız") bir halkın 

(D 7) böylesi bir (devlet adamı) var ise, (o halkın) ne (gibi) bir sıkıntısı olacak imiş?  

(D 8) Türk Bilge Kağan(ın) hükümdarlığında yazdırttım. Ben Bilge Tunyukuk.

152…





en üstte: üstün yetemnekliler – tespiti – eğitimi vs.











Turan, Osman: “Hakanların babalık vazifesi, cihan hakimiyeti ve demokrasi davalarının birleşmesi”. İçinde: Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi Tarihi … [7 sayfa metin + 2 sayfa dipnot].  (1969 baskısı: 102-110ss.). https://books.google.com.tr/books?id=oELVDAAAQBAJ&pg=PA300&lpg=PA300&dq=%22hakanlar%C4%B1n+babal%C4%B1k%22&source=bl&ots=h8D1G2OwGN&sig=4Y0B65OYocpibIfg7twV-_tQhGw&hl=tr&sa=X&ved=0ahUKEwjUnuHFsNjaAhXKDywKHa9zCS0Q6AEILTAB#v=onepage&q=%22hakanlar%C4%B1n%20babal%C4%B1k%22&f=false


HACIMÜFTÜOĞLU, Halil : En Büyük ve Mutlak Otorite:  Kral-Tanrı Allah ve Krallığı∗ ∗∗ Milel ve Nihal, 14 (1), 2017 doi: 10.17131/milel.324218 . http://www.milelvenihal.org/dosyalarim/pdf/4ee06498-9742-465f-abde-570b51e4a370mn_14_1%20web.pdf


Destanlarda liderlik

Orhun yazıtlarında devlet – liderlik.

Başarı unsurunu yaz.

Cevap yazarsın: tarihimizde türk tipi başkanlık örneği padişahlıktır.
------------------------------------.
Koalisyonlarda sen-ben kavgası.

Güçlü lider olmayınca sen-ben kavgası

Liderin ölümünden sonra taht kavgaları, kardeş kavgaları

Karizmatik lider varsa, etrafında kenetleniyor, benimsiyor.
----------------------------------.
Yaptığın aramaları hiperkitap ve books on turkey’de de yapabilirsin

Erol Göka kitabından ilaveler yaparsın

Derin tarih özel sayısına bak

MİLLETİN İÇİNDE BULUNDUĞU ZOR ŞARTLAR VE LİDERLİK İLİŞKİSİ

Seçmenin seçmesini yapıp en başa uerleştirirsin

Soru cevap gibi de yapabilirsin alıntları



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder