6 Mayıs 2020 Çarşamba

“BOŞ KONUŞMAK” İLE İLGİLİ KELİMELER (KALIPLAR)



“BOŞ KONUŞMAK” İLE İLGİLİ KELİMELER (KALIPLAR)

Bazı kitapçıları dolaşırken “Çok satanlar” kısmında yer verilenlerde dikkatimi özellikle çeken bir konu oldu; Sayısı hiç de az olmayan bazılarında “boş laf” yoğunluğu vardı. Bütün bunları hatırlatacak kelime hangisidir? Başlangıçta aklıma gelen “Belagat” sonra da “Retorik” kelimesiydi. Sözlüklere bakınca ikisinin de anlamı “Söz söyleme sanatı”ydı. “Başka bir kelime olmalı” diye düşünürken aşağıdaki liste ortaya çıktı.
Şu kelimeler verilmek istenen anlamı özellikle karşılıyor olabilir:
Boş söz
-----------------------,


Ayır:
Dikkatsiz konuşmakla ilgili olanlar
Desteksiz / kanıtsız konuşmakla ilgili olanlar
Gevezelikle İlgili Olanlar
Ağzı bozuklukla ilgili olanlar
----------------,

"Ağzı olan konuşuyor"
Abes söz
Ağız kalabalığı
Ağzına geldiği gibi konuşmak
Anlamsız konuşmak
Anlamsız sözler
Arkadan konuşmak
Asılsız söz
Atmak
Atmasyon
Beyhûde söz
Birisinin arkasından konuşmak
Boş boş konuşmak
Boş konuşmak
Boş konuşuyor
Boş laf(lar)
Boş lakırdı
Boş sözler
Büyük konuşmak
Carcar konuşmak
Çalçene
Çenebaz
Çirkin Sözler Sarfetmek
Çok konuşan (kimse),
Çok konuşmak
Dedikodu
Desteksiz atış
Dikkatsiz sözler
Dikkatsizce konuşmak
Dili ayarsız
Dili (Dilinin) belâsı
“Dilin kemiği yoktur”
Dilinin kemiği yok
Düşüncesiz sözler
Düşüncesizce konuşmak
Ezbere konuşmak
Fahiş Konuşmak
Gelişi güzel laf
Gereksiz boş sözler
Gereksiz konuşmak
Geveze
Geyik muhabbeti
Herze
Hesapsız konuşan
Hezeyan
İçi boş konuşmak
İçi boş sözler
İleri geri konuşmak
Kafadan atmak
Kanıtsız sözler
Karavana
Kitâbî konuşmak
Konuşuyor (işte)
Kötü konuşmak
Kuru laflar
Laf
Laf cambazı
Laf ebeliği
Lâf ebesi
Laf ola beri gele
Laf olsun diye konuşmak
Laf olsun torba dolsun
Laf salatası
Lafazan
Lafı uzatmak
Lafını bilmemek
Lâfügüzaf
Lakırdı
Maltaval
Manasız sözler
Mantıksız konuşmak
Münâsebetsiz bir şey söylemek
Münâsebetsiz konuşmak
Ölçüsüz konuşan
Özensiz konuşmak
Palavra
Saçma sapan sözler
Saçma sözler
Safsata
Skandal sözler
Söylem
Tantana
Uydurma haber
Uydurmasyon
Yanlış konuşmak
Yeri ve zamanında konuşmamak
Yersiz konuşmak
Yersiz söz
---------------------------,

ARA:
GOOGLE:
konuşma ile ilgili özdeyişler
Boş konuşmakla ilgili atasözleri
konuşma ile ilgili sözcükler
Konuşma Sözlüğü hazırlanabilir.
Dilinin belâsını (cezâsını) çekmek (bulmak): Konuşması yüzünden başına dert açılmak. Dilinin döndüğü kadar: Anlatabildiği, anlatmaya gücü yettiği kadar:Bir elini bırakıyor, öbür elini öpüyor, dilimin döndüğü kadar minnettarlığımı anlatmaya çalışıyordum (Kerîme Nâdir). 
 Dilini tutmak: Gerektiği yerde susmasını bilmek, sözüne hâkim olmak, rastgele ve ağzına her geleni söylemekten kaçınmak, ağzını tutmak, çenesini tutmak: Zîra dâmâdının hoşlanmadığını sezen zekî kaynana onun yanında dilini tutmayı biliyor (Refik H. Karay). Dilini tut, çocuğun saçının teline dokunursan ananı ağlatırım (Hâlide E. Adıvar). Kenan, dikkat ediyorum, beni boyuna iğneliyorsun. –Elimde değil. Dilimi tutamıyorum (Kerîme Nâdir).
Dilini eşek arısı soksun: Bir kimse yanlış bir şey söylediği zaman kullanılan alay yollu uyarı sözü: Hadi hadi, dilini eşek arısı soksun, ona mısrâsı demezler mısrâı derler (Târık Buğra).
Dilim kurusun (kuruyaydı): Söylediği şeyin çok yanlış olduğunu anlayan bir kimsenin kendisi için kullandığı bedduâ sözü, ağzım kurusun: Al sana karı gibi korkak bir herif diye söylendim. İçime mezarlığın cadı karısı mı, kör şeytan mı girdi bilmem, şuna bir oyun edeyim, alay olsun, eyepce bir korkutayım dedim. Hay yapamaz olaydım, dilim kuruyaydı, gözüm kör olaydı!… (Fahri Celâl).
Dili uzamak: Haddini aşıp cüretkârâne konuşmak: Senin dilin yine uzamaya başladı (Reşat N. Güntekin). Dili uzun: Başkalarını incitecek şeyler söyleyen, küstahça, saygısızca konuşan.
Dili (Dilinin) belâsı: “Ne çekiyorsa söylediklerinin yüzünden çekiyor, başına gelenler hep dili yüzündendir” anlamında kullanılır. 
Atmak: Bir gerçeğe dayanmadan konuşmak, uydurmak: “İşkembeden atmak.” “Kafadan atmak.” “Atma, sen oraya hiçbir zaman gitmedin.” Atmak,atmasyon som yalan değildir; yalanda kötülük kastı vardır, bu iki tâbirde ise kötülük kastı yoktur (Reşat E. Koçu).  (Kubbealtı)
Dilin kemiği yok (ki): İnsan uluorta, doğru yanlış ağzına her geleni söyler, rastgele bilir bilmez konuşur.
Boş lâf etmek: Anlamsız ve gereksiz konuşmak.
Geyik muhabbeti: argo. Uzun uzun yapılan gevezelik, lâf olsun diye söylenen sözler:
Laf: Faydası olmayan, sonuç vermeyecek söz, uygulanamayacak boş lakırdı: “Bütün teklifleri lâftan ibâret.” (Kubbealtı)
Lâf kumkuması: Çok lâf bilen, çok konuşan, geveze, söz kavafı.
Lâfını bilmemek: Söylediği sözün nereye varacağını, sakıncalı olup olmadığını düşünmeden konuşmak, sözünü bilmemek: Zâten böyle yapmaya kalktıkları gün kamuoyunun karşısında iki paralık olurlar. Tıpkı lâfını bilmeyen değersiz ve münâsebetsiz politikacıların bizdeki âkıbeti gibi (Ahmet Kabaklı).
Tantana etmek: argo. Anlamsız, boş lâflar söylemek, kuru gürültü yapmak:
Atıp tutmak (savurmak): 
1. (Birinin, bir şeyin) Aleyhinde konuşmak, hakkında ileri geri şeyler söylemek: Rejimin aleyhinde atıp tutuyor (Reşat N. Güntekin). Büyük anne hiç durmadan söyleniyor, dâmat beye atıp tutuyordu (Kerîme Nâdir). 
2. Büyük lâflar söyleyerek abartılı şekilde konuşmak, övünmek: Onun dâima afi keserek üst perdeden atıp tutmalarını hep sâhiye dinlemişti(Mahmut Yesâri). 
Atma Recep (din kardeşiyiz): Çok abartılı konuşanlara, “Bu kadar da atılmaz” anlamında şaka yollu söylenen bir söz:Haşmet bu sözleri pek farfara bulmuş, “atma Recep!” makāmında alay ediyordu (Safiye Erol).

ATMASYON

i.                     (at-mak’tan Fr. -syon [-tion] ekiyle uydurulmuş kelime) argo. Uydurma, palavra, aslı astarı olmayan söz, yalan, uydurmasyon, kıtır: Hanları, hamamları, konakları varmış. Hepsi atmasyon. Dedesi bir paşanın mandırasında yanaşma idi (Reşat E. Koçu).

MARTAVAL

i. (Kökü belli değildir) 
1. argo. Saçma sapan, asılsız söz, uydurma haber, palavra: Bunlar hep romancıların uydurduğu martavallar diyordum (Yâkup K. Karaosmanoğlu). Senin anlayacağın bizimkilerin işi hep atmasyon, hep martaval (Osman C. Kaygılı’dan). 
2. Hıdrellezde gençler tarafından niyet tutularak çekilen ve okunan mâni: Şirin Bacı gelmezse Hıdrellez’de gül ağacının dibine kim çömlek kapatır, kim martaval söyler? (Sâmiha Ayverdi). 
ѻ Martaval atmak (okumak): Yalan söylemek, saçma sapan, inanılmayacak şeyler anlatmak: Attığı martavallara efendi kandı mı kanmadı mı?(Hüseyin R. Gürpınar’dan). Bana martaval okuma kıvırcık saçlım! Vallâhi yalanın gözlerinden belli (Server Bediî).


BELÂGAT

(ﺑﻼﻏﺖ) i. (Ar. belāġat) 
1. Sözün etkili, güzel ve hitap edilen kimseye, içinde bulunulan duruma uygun düşecek şekilde söylenmesi; fasih ve hâle uygun söz söyleme. 
2. Etkili, güzel ve yerinde söz söyleme yeteneği: Kalemini belâgatle ve üstün bir bilgi ile yürüttü (Kâtip Çelebi’den Seç.). Fedâ şu anlaşılmayan / Sürûduna / Benim bütün fasâhatim / Belâgatim / Olanca şâiriyyetim (Tevfik Fikret). 
3. edeb. Düzgün ve yerinde söz söyleme yollarını gösteren ilim, retorik: Fenn-i belâgat maânî, beyan, bedî namlarıyle üç kısma ayrılır(Muallim Nâci). 
4. mec. Bir şeyin kendi özelliğini veya bir gerçeği sâdece varlığı ve durumu ile anlatması, hal diliyle anlatma, sözsüz ifâde etme gücü:“Ölümün belâgati.” “Rakamların belâgati.” 
● Belâgat-füruş (ﺑﻼﻏﺖ ﻓﺮﻭﺵ) birl. sıf. (Fars. furūş “satan” ile) Belâgat taslayan, güzel söz söyleme iddiasında olan. 
● Belâgat-perdaz (ﺑﻼﻏﺖ ﭘﺮﺩﺍﺯ) birl. sıf. (Fars. perdāz “düzenleyen” ile) Güzel ve düzgün söz söyleyen.

RETORİK
i.                     (Fr. rhétorique < Lat. rhetorica < Yun. rhêtorikê rhêtôr “güzel konuşan, hatip”)
1. Güzel, etkili söz söyleme, hitâbet ilmi: Roma’da hakkını korumak, istediği mevkilere ulaşmak, fikirlerini halka ve senatoda üyelere kabul ettirmek, hatta nüfûzunu arttırmak ve rakiplerini ezmek için hitâbet veya retorik önemli bir vâsıta olmuştur (Kâzım Yetiş).
2. Güzel yazı yazma ilmi, belâgat: Bununla berâber retorik genel kullanışta yazma ile ilgilidir. Güzel yazı yazmanın yollarını gösterir (Kâzım Yetiş).

LÂFAZAN
sıf. ve i. (Fars. lāf-zen “lâf atan”dan) Çok konuşan (kimse), geveze, lâf ebesi, çalçene, çenebaz.

LÂFAZANLIK
i.                     Gevezelik, lâf ebeliği: Lâfazanlık hep… Hep boş lakırdı (Ahmed Vefik Paşa). Mallarını beğendirmek isteyen ayak satıcısı gibi bir lâfazanlık, bir ağız kalabalığı ki… (Refik H. Karay). En entellektüel geçinenlerimizin şu köşe başı avukatlıklarına, şu meydan lâfazanlıklarına ne diyelim?(Yâkup K. Karaosmanoğlu). http://www.kubbealtilugati.com/sonuclar.aspx?km=lafazan&mi=0

KONUŞMA

1. Konuşmak işi, tekellüm: Peltek, şirin konuşmaları ile de güverte yolcularını epeyce eğlendirmişti (Refik H. Karay).
2. Bir kimsenin belli bir konu üzerinde dinleyicilere söz söylemesi, konferans: Hem güzel bir konuşma dinledik, hem belediyeciliğe dâir birçok konuların içi yüzünü öğrendik (Burhan Felek).
3. Karşılıklı söyleşme, muhâvere, diyalog.
ѻ Konuşma dili: Günlük konuşmada kullanılan, yazı dilinden farklı çeşitli söyleyiş özellikleri taşıyan dil. Konuşma çizgisi: Bir noktalama işâreti ( – ) [Karşılıklı konuşmada konuşanın değiştiğini göstermek için kullanılır]. Konuşma yapmak: Bir topluluk karşısında bir konu hakkında konuşmak [Batı dillerinden çeviridir]. Konuşması ağırlaşmak: Sağlık bozukluğu sebebiyle düzgün konuşamamak.

KONUŞMACI

yeni. Bir topluluğa karşı belli bir konuda konuşan kimse, hatip, konferansçı.

KONUŞMAK
geçişsiz f. (kon-mak “bir yere yerleşmek” > kon-u-ş-mak “karşılıklı oturmak, komşu olmak”tan)

1. Bir dilin kelimelerini telaffuz etmek: “İnsan konuşan hayvandır.” “Çocuk yeni yeni konuşmaya başladı.” “Yavaş konuş.” “Peltek konuşuyor.” 
2. Düşüncelerini sözle anlatmak: Gülerek gül gibi vaktâki o dilber konuşur / Sanırım nâz ile karşımda kebûter konuşur (Halil N. Boztepe).Mevzûlara sükûnetle girerek konuşuyor (Peyâmi Safâ). Rızâ Göktekin Bey şimdi durulmuş bir sesle hece veznine dâir konuşuyor (Yusuf Z. Ortaç).
3. Nutuk vermek, konuşma yapmak.
4. (Bir dili) Konuşma dili olarak kullanmak: “Türkçe ve Fransızca konuşabiliyor.” “Toplantıda İngilizce konuştu.” “Kerkük halkının bir kısmı Türkçe konuşuyor.” Kalanlar bilmediği bir dilden konuşuyorlardı (Refik H. Karay).
5. mec. Hükmünü yürütmek, geçerli olmak: “Orada para konuşur.” “Anlaşmazlık giderilmezse silâhlar konuşacak.” 
6. mec. Düşüncelerini söz dışında herhangi bir yolla anlatmak: “Gözleriyle konuşuyorlar.” “El kol işâretiyle konuştular.” ♦ karşılıklı f. 
7. Karşılıklı olarak bir şeyler anlatmak, söyleşmek, sohbet etmek: Görüp konuştukça, düşünüp anladıkça bu Anadolu insanlarına öyle gönül bağlıyorum ki… (Rûşen E. Ünaydın). Dağlar ağarırken konuşurduk tepelerde / Sen nerde, o fecrin ağaran dağları nerde (Yahyâ Kemal). Dört beş yaşımda iken bile benimle saatlerce konuştuğunu hatırlarım (Peyâmi Safâ).
8. Ahbaplık etmek, ilişki kurmak, birbirine gidip gelmek: “Koca apartmanda sâdece iki âile ile konuşuyoruz.” 
9. Belli bir konu üzerinde karar vermek için düşüncelerini birbirine anlatmak, müzâkere etmek: İşimizi de orada konuşuruz (Nâmık Kemal).Bugün siz paşa efendinin odasına girdiğiniz vakit bunu konuşuyorlardı (Peyâmi Safâ).
10. Karşı cinsle duygusal bir arkadaşlık kurmak, flört etmek: “Kızı bir doktorla konuşuyormuş.” El konuşur, sevişirmiş; bana ne? (Orhan V. Kanık).
11. Bahsetmek, söz açmak: Nakışlar ve oymalar hakkında uzun uzun konuştuk (Ahmet Hâşim). Gel memleketten konuşalım hemşerim (Ziyâ O. Sabâ).

12. (Olumsuz şekliyle) Dargın olmak: “İki aydan beri konuşmuyorlar.” 
ѻ Konuşuyor: (Saç baş, giyim kuşam için) Çok şık, çok güzel görünüyor: Her bükülüş, her kıvrım konuşuyordu (Ahmet H. Tanpınar).Konuşuyor (işte): Boş sözler söylüyor.
► Konuşmak fiiliyle deyimler: Açık konuşmak / Ağır bir dille konuşmak / Ağır konuşmak / Ağız ağıza konuşmak / Ağzına geldiği gibi konuşmak / –nin ağzından (ağzıyle) konuşmak / Ağzını yayarak konuşmak / Ağzının içinden konuşmak / (Birinin) Ağzıyle konuşmak / Aleyhinde konuşmak / Argo konuşmak / Arkasından konuşmak / Bilmece gibi konuşmak / Bülbül gibi konuşmak / Büyük konuşmak / Carcar konuşmak / Çatır çatır konuşmak / Dereden tepeden konuşmak / Dik dik konuşmak / Eğri oturup doğru konuşmak / Ezbere konuşmak / Gülüp konuşmak / Hâfızadan konuşmak / Harbi konuşmak / Hayvan koklaşa koklaşa, insan konuşa konuşa / İçinden konuşmak / İki satır konuşmak / İleri geri konuşmak / Karîhadan konuşmak / Karnından konuşmak / Kitap gibi konuşmak / Kitâbî konuşmak / Pes (Üst, Yüksek) perdeden konuşmak.

KAVLİYAT

(ﻗﻮﻟﻴّﺎﺕ) i. (Ar. avlі > ḳavliyye “sözle ilgili şey”in çoğul eki -āt almış şekli ḳavliyyāt) Boş lâflar, boş sözler, kuru lâflar.

MUTÂVELE

(ﻣﻄﺎﻭﻟﻪ) i. (Ar. ṭūl “uzamak”tan muṭāvele) Bir işi boş sözlerle oyalayıp uzatma, sürüncemede bırakma.


MÜHMELÂT

(ﻣﻬﻤﻼﺕ) i. (Ar. muhmel ve çoğul eki -āt ile muhmelāt) 
1. Anlamsız, boş sözler. 
2. dilb. Kendi başına bir anlam ifâde etmeyen kelimeler, takılar.

TATVİL

(ﺗﻄﻮﻳﻞ) i. (Ar. ṭūl “uzamak, uzun olmak”tan taṭvіl) Uzatma: Sözün hem gider zevkı tatvîlden (Hoca Mes’ud). Söyledim geldikçe elden her ki var / Kılmadım tatvîl kıldım ihtisar (Mihrî). Bey, en ziyâde tatvîle müsâit bir bahis bulmak için düşünür (Hüseyin R. Gürpınar). 
ѻ 
Tatvîl-i kelâm: Sözü uzatma: Tatvîl-i kelâm etme duâ eyle Mesîhî / Kim eylemezsin feleğin zulmünü ihsâ (Mesîhî). Tatvîl-i kelâmla itnâba düşmekten içtinap eyle hâ!… (Ahmed Vefik Paşa). Eski edebiyâtımızda tatvîl-i kelâm diye bir tâbir vardır: Lâfı uzatmak… (Burhan Felek). 
● Tatvîlât (ﺗﻄﻮﻳﻼﺕ) i. (Ar. çoğul eki -āt ile) Gereksiz boş sözler.

TÜRREHAT

(ﺗﺮّﻫﺎﺕ) i. (Ar. turrehe’nin çoğul eki -āt almış şekli turrehāt) Saçma, mânâsız, boş sözler: Ehl-i irfan o türrehâtı onların yüzlerine birer birer çarpıp kendilerini rezil ve rüsvay etmiş oldukları halde yine onlar insaf edip inatlarından rücû etmemişlerdir (Ahmet A. Konuk). Osmanlılar’ın Türk mûsikîsini ve mîmârîsini Bizans’tan aldıkları hükmü de Jöntürkleri’n ve onların mîrasçılarının Bizantologlar’dan körü körüne aldıkları bir türrehattır (Ergun Göze).

HERZE

(ﻫﺮﺯﻩ) i. (Fars. herze) Boş, abes, beyhûde söz, hezeyan: Ne kendi bir söze kādir ne bir müellefi var / Velâkin herze-i ta’n ile ağzı mâlâmâl (Âlî Mustafa Efendi). Fakat git, iki lira ver de iki saat herze dinle diyemeyiz (Reşat N. Güntekin). 
ѻ 
Herze yemek: Münâsebetsiz bir şey söylemek veya yapmak: Bak yediği herzeye (Ahmed Midhat Efendi). İşittiniz mi mendeburun yediği herzeleri (Reşat N. Güntekin). 
● Herze-gû (ﻫﺮﺯﻩﮔﻮ) birl. sıf. ve i. (Fars.  “söyleyen” ile) Saçma sapan konuşan (kimse): Fakat şu va’zedecek herze-gû aceb kim ola?(Mehmet Âkif). 
● Herzevat (ﻫﺮﺯﻭﺍﺕ) i. (Ar. çoğul eki -āt ile) [Türkçe’de türetilmiştir] Saçma sapan sözler, boş lâflar.

GEYİK

i. (Eski Türk. keyik “yabanî hayvan; geyik”) 
1. Çift parmaklılar takımından, erkeklerinin başında uzun ve çatallı boynuzlar bulunan, geviş getirici, memeli hayvan. Cervus: Nerde çam kokan testiler / Geyik sesiyle çınlayan vâdî (Orhan V. Kanık). Ah bu dağlar ah bu duman / Yolunu şaşırdı geyik (Câhit S. Tarancı).

2. argo. Karısı veya yakını olan bir kadın tarafından aldatılan erkek. 
ѻ 
Geyik muhabbeti: argo. Uzun uzun yapılan gevezelik, lâf olsun diye söylenen sözler: Geyik muhabbeti Türk argosuna yeni giren pek güzel bir deyim… Nedir geyik muhabbeti? Hani iki kadeh rakıdan sonra, “Ne olacak bu memleketin hâli?” diye başlayan muhabbet var ya, işte bu muhabbete ve benzerlerine “geyik muhabbeti” deniliyor. Sizin anlayacağınız, boş lâflar ya da lâf olsun torba dolsun diye söylenenler… (Hasan Pulur).
---------------------,
Kubbaealtı’nda  metin içinde ara ile “boş sözler” “boş laf” arattım. Bir çok sonuç geldi.
Bunların her birisinin açıklamaları yapılabilir.
“Türkçe Deyimlerin Anlam Özellikleri: Konuşma İle İlgili Deyimler”. http://dergipark.ulakbim.gov.tr/tdded/article/download/5000132259/5000121109

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder