15 Mayıs 2020 Cuma

Mustafa Ünverdi’nin “İmanda Taklid Ve Tahkik” Adlı Doktora Tezinde İçinde Sorgu, Sorgulama Geçen Cümleler





Mustafa Ünverdi’nin “İmanda Taklid Ve Tahkik” Adlı Doktora Tezinde
İçinde Sorgu, Sorgulama Geçen Cümleler
----------------------------------------.
18.3.2018

“Cunku en basit manasıyla taklid, baskasının rehberliğini sorgusuz sualsiz kabul etmek ya da itibar edilen insanların fikirlerini sorgulamaksızın, onlara boyun eğmek demektir. Bu, ister itikadi esaslarda olsun ister ameli konularda olsun fark etmez. Bu itibarla, “taklidi imanın” esas itibariyle “taklidi Muslumanlık” anlamına geldiğini dusunuyoruz.” (sf. 10)

“Taklid kelimesinin muhtelif manalarının ortak noktası; aklın hapsedilmesi ve durgunlastırılması, baskalarına ait inanc ve dusuncelerin bir zihne akıtılıp toplanması ve sorgulanmadan pesinden gidilmesidir.160”. (sf. 34.)

“Taklid kelimesinin kavramsal anlamı, “baskalarına ait söz ve fiillerin doğruluk ya da gerçekliklerini düsünüp sorgulamadan ve herhangi bir dayanak aramadan -hayvanın boynuna yular takılıp da pesinden götürüldüğü gibi pesinden gitmek ve onları olduğu gibi kabul etmektir.”161 Dini anlamda ise, Allah’ın ve Hz. Peygamber’in dısında birisine tabi olmaktır. Bu ister sahabe, ister tabiûn isterse herhangi bir mezhep olsun fark etmez.162 Bir baska tarife göre taklid “bir görüsü, neye dayandığını bilmeksizin kabul etmektir.”163 Taklid, tahkikin zıddıdır. Baskasını taklid eden kimseye ise “mukallid” denir. Mukallid delile değil, hükmü çıkaran alime ve haberi getiren kimseye mutlak itimad eden kimsedir.164 Mukallidin taklidi öyle bir boyuttadır ki taklitte olduğunu dahi bilmez.165”. (sf.34)

Kelam disiplininde, imanla birlikte bulunan süphe, zan, tereddüt gibi ihtimaliyet tasıyan durumlar elestirilmistir.187 Neticede bütün bunlar, büyük ölçüde cehaletin eseri olup, bilgi düzeyinin artmasıyla yerini kesin inanca bırakırlar. Bu noktanın bir sonraki asaması ise duygusal yoğunlukla bağlanmaktır ki bu da imandır. Tahkiki imanın önündeki engeller ise, bilgi yollarının kullanılmaması, taklid, heva ve hevese uyma, sorgulama yetersizliği ve çoğunluğa uyma gibi hususlardır.” (sf.38)

“İnancını arastırmak ve sorgulamak için ter dökmekten sakınan bir kimsenin, “ben mesgul bir insanım; benim belli bir soruyla ilgili ne yeterli düzeyde bir yargıya ulasmak ne de o konuda ileri sürülen kanıtların yapısını anlayabilmek için gerekli olan uzun çalısmayı yapmaya zamanım var” diyecek olursa, onun inanmak için de zamanı olmamalıdır.112”. (sf.62)

“Ayrıca, iman esaslarını ve dini bilgisini rasyonel değerlendirmeye tabi tutmak bir özgüven isidir. İman ettiği dinin önermelerini sorgulama cesareti buna en açık isarettir.” (sf.78)

“Elestirel akılcılığın yaklasımına uygun olarak dini inancın test edilebileceğini kabul eden günümüz din filozoflarından Paul Badham, iman ve aklı birbiriyle iliskisiz görmek; imanı günümüzün tamamen çoğulcu ve bireyci dünyasında herkesin arzusuna göre istediğini seçebileceği bir kisisel tercih konusu haline getirmek demektir ki, bu da dini inancın doğasına uygun değildir. Bunun için müminin bazı sorularla imanını sorgulaması gerekmektedir. Bunlar;
1- İnanç anlamlı mı?
2- İnanç için yeterli nedenler var mıdır?
3- İnanç, sahip olduğumuz öteki iyi temellendirilmis bilgilerle uyusuyor
mu?
Eğer bir inanç bu üç soruya cevap verebiliyorsa o, makul bir kisi tarafından inanılmaya değer rasyonel bir inançtır.178“ (sf.78)

“İman kavramının önemli bir boyutu da ameldir. Her ne kadar etimolojik olarak iman ameli içermese de, o amelden ayrı da düsünülemez. Nitekim ilk müslümanlar imanı dinamik ve aktif bir biçimde yorumlamıs ve amellerin imandan ayrı olup olmadığını sorgulama ihtiyacı hissetmemislerdir.” (sf.82)

“Öte yandan Kur’an heva ve hevesi akıldan ayırmıs; geleneğe, gayri ahlakî yerlesik kültüre ve dogmaya bağlılığı reddetmis; elestiri, sorgulama ve bilgi aktlarını etkin bir sekilde kullanıma tesvik etmis ve vakıayı önemli bir biçimde dikkate almıstır.” (sf.96)

“Freud’ün gelenek haline dönüsen dini tenkit için ortaya attığı farklı bir aklilestirme vardır. Bu aklîlestirme, inanma beklentilerinin neye dayandığı sorusunun birbirine pek de iyi uymayan üç cevabında görülür: “Birincisi, bu öğretilere inanmaya değer, çünkü ilk atalarımız bunlara inanmıstır; ikincisi, aynı ilkel çağlardan bize aktarılan kanıtlara sahibiz; ve üçüncüsü, bunların doğruluğunu sorgulamak yasaktır.”353 Kur’an’ın taklidi reddederken bu zihniyete karsı çıktığı açıktır. Taklit ya da katı fideizmde imanın bir risk olgusu olarak düsünülmesi ve sorgulanamaz kabul edilmesi, aslında, insanın düsünce ve tutumlarında bir rasyonellik arama eğilimine, tutarlı ve doğrulanabilir açıklamalara dayalı imanı daha değerli bulan bir psikolojiye sahip olduğunu göstermektedir.354” (sf. 107)

“Ne var ki, çalısmamızın bu kısmında göreceğimiz gibi, taklidin Müslüman toplumlarda sebep olmus olduğu tahribat, onun bir kez daha sorgulanması gerektiğini göstermektedir.”. (sf.109)

“Görünen o ki Maturidi, zihinsel özürlülerin dısında herkesin belli bir sorumluluğa sahip olduğuna isaret etmektedir. Her insan entelektüel kapasitesine uygun olarak akletme zorunluluğu tasır. Maturidi’nin görüsleri akıl, burhan, hikmet vb. kavramların yerine, sorgulanmaz veya sorgulanamaz dini otoritelerin geçirilmesini savunan teorilere saldırıdır.” (sf.150)

“Es’ari’ye göre, yakınî bir iman olusturmadığı için dinin asıllarında taklidin terk edilmesi gerekir. Çünkü taklid edilen tüm mezhepler ya haktır ya da batıldır. Eğer mukallid, fasit bir mezhebi taklid ediyorsa, ömrünü heba etmis demektir. Taklid edilen mezhebin sıhhatiyse, ancak illetlerinin bilinmesiyle anlasılabilir. Ayrıca, karsı fikirde olanlarla tartıstığında, onlara inancını anlatamayacak veya savunamayacak olması, dininden hayır görmemesi anlamına gelir. Mukallidin bunu reddetmesi ise, ancak aklın ve tefekkürün zorluğundan kaçmasından dolayıdır. Bu ise, akidelerini sorgulama ve gerçekliğini arastırma zahmetinden kaçınan – ve taklidden baska bir sey yapmayan- Yahudi ve Hıristiyanların yaptığını mesrulastırmaktan, dolayısıyla küfrü kabul edilebilir kılmaktan baska bir sey değildir.184”. (sf. 153)
“Çünkü mezhep aidiyeti, bir anlamda mukallidin imamına sorgusuz sualsiz bağlanması ve onun görüslerini dinin aslındanmıs gibi kabul etmesi anlamına gelmistir. İste bu yüzden İbn Hazm, taklidi mutlak olarak reddeder.” (sf.165)

“Hâlbuki Allah insanların fıtratına körü körüne taklidi değil, delil arama ve sorgulama, merak etme, ilgi gösterme gibi duygular yerlestirmistir. Bunun içindir ki Allah gönderdiği peygamberlerini sıdkını delil ve mucizeleriyle ispat etmistir.343”. (sf.191)

“5- Tasavvuf ehlinin, otoritelerinin görüslerini mutlak kabul etme ve onu sorgulamama. Seriatın zahirine aykırı bile olsa, “ilham”ı asıl kabul etme, ve ismet sıfatıyla vasıflandırdığı seyhinin görüslerini tahkik etmeme.” (sf.221)

“İnsanın otonomluğu aklın otoritesiyle mümkündür. Buna karsı taklid, ferdiyeti küçülten bir alıskanlık olarak kabul edilmistir. Bu, müslümanlarda ferdî sorumluluğun sönmesine sebep olmustur. Serbest sorgulama düsüncesi ortadan
4 Neml, 27/80; Rum, 30/52
kalkınca, insanın özgürlüğü de ortadan kalkmıs, taklid kurumsallastırıldığından muhtevanın anlasılması problemi de ortaya çıkmıstır.” (sf.228-229)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder