Mustafa Ünverdi’nin “İmanda Taklid Ve Tahkik” Adlı Doktora Tezinde
İçinde Sorgu, Sorgulama Geçen Cümleler
----------------------------------------.
18.3.2018
“Cunku
en basit manasıyla taklid, baskasının rehberliğini sorgusuz sualsiz kabul etmek ya
da itibar edilen insanların fikirlerini sorgulamaksızın, onlara boyun eğmek demektir.
Bu, ister itikadi esaslarda olsun ister ameli konularda olsun fark etmez. Bu
itibarla, “taklidi imanın” esas itibariyle “taklidi Muslumanlık” anlamına
geldiğini dusunuyoruz.” (sf. 10)
“Taklid
kelimesinin muhtelif manalarının ortak noktası; aklın hapsedilmesi ve
durgunlastırılması, baskalarına ait inanc ve dusuncelerin bir zihne akıtılıp
toplanması ve sorgulanmadan
pesinden gidilmesidir.160”. (sf. 34.)
“Taklid
kelimesinin kavramsal anlamı, “baskalarına ait söz ve fiillerin doğruluk ya da
gerçekliklerini düsünüp sorgulamadan ve herhangi bir dayanak aramadan
-hayvanın boynuna yular takılıp da pesinden götürüldüğü gibi pesinden gitmek ve
onları olduğu gibi kabul etmektir.”161 Dini anlamda ise, Allah’ın ve Hz.
Peygamber’in dısında birisine tabi olmaktır. Bu ister sahabe, ister tabiûn
isterse herhangi bir mezhep olsun fark etmez.162 Bir baska tarife göre taklid
“bir görüsü, neye dayandığını bilmeksizin kabul etmektir.”163 Taklid, tahkikin
zıddıdır. Baskasını taklid eden kimseye ise “mukallid” denir. Mukallid delile
değil, hükmü çıkaran alime ve haberi getiren kimseye mutlak itimad eden
kimsedir.164 Mukallidin taklidi öyle bir boyuttadır ki taklitte olduğunu dahi
bilmez.165”. (sf.34)
Kelam
disiplininde, imanla birlikte bulunan süphe, zan, tereddüt gibi ihtimaliyet
tasıyan durumlar elestirilmistir.187 Neticede bütün bunlar, büyük ölçüde
cehaletin eseri olup, bilgi düzeyinin artmasıyla yerini kesin inanca bırakırlar.
Bu noktanın bir sonraki asaması ise duygusal yoğunlukla bağlanmaktır ki bu da
imandır. Tahkiki imanın önündeki engeller ise, bilgi yollarının kullanılmaması,
taklid, heva ve hevese uyma, sorgulama yetersizliği ve çoğunluğa uyma gibi
hususlardır.” (sf.38)
“İnancını
arastırmak ve sorgulamak
için ter dökmekten sakınan bir kimsenin, “ben mesgul bir insanım; benim belli
bir soruyla ilgili ne yeterli düzeyde bir yargıya ulasmak ne de o konuda ileri
sürülen kanıtların yapısını anlayabilmek için gerekli olan uzun çalısmayı
yapmaya zamanım var” diyecek olursa, onun inanmak için de zamanı
olmamalıdır.112”. (sf.62)
“Ayrıca,
iman esaslarını ve dini bilgisini rasyonel değerlendirmeye tabi tutmak bir
özgüven isidir. İman ettiği dinin önermelerini sorgulama cesareti buna en açık
isarettir.” (sf.78)
“Elestirel
akılcılığın yaklasımına uygun olarak dini inancın test edilebileceğini kabul
eden günümüz din filozoflarından Paul Badham, iman ve aklı birbiriyle iliskisiz
görmek; imanı günümüzün tamamen çoğulcu ve bireyci dünyasında herkesin arzusuna
göre istediğini seçebileceği bir kisisel tercih konusu haline getirmek demektir
ki, bu da dini inancın doğasına uygun değildir. Bunun için müminin bazı
sorularla imanını sorgulaması gerekmektedir. Bunlar;
1-
İnanç anlamlı mı?
2-
İnanç için yeterli nedenler var mıdır?
3-
İnanç, sahip olduğumuz öteki iyi temellendirilmis bilgilerle uyusuyor
mu?
Eğer
bir inanç bu üç soruya cevap verebiliyorsa o, makul bir kisi tarafından
inanılmaya değer rasyonel bir inançtır.178“ (sf.78)
“İman
kavramının önemli bir boyutu da ameldir. Her ne kadar etimolojik olarak iman
ameli içermese de, o amelden ayrı da düsünülemez. Nitekim ilk müslümanlar imanı
dinamik ve aktif bir biçimde yorumlamıs ve amellerin imandan ayrı olup
olmadığını sorgulama
ihtiyacı hissetmemislerdir.” (sf.82)
“Öte
yandan Kur’an heva ve hevesi akıldan ayırmıs; geleneğe, gayri ahlakî yerlesik
kültüre ve dogmaya bağlılığı reddetmis; elestiri, sorgulama ve bilgi aktlarını
etkin bir sekilde kullanıma tesvik etmis ve vakıayı önemli bir biçimde dikkate
almıstır.” (sf.96)
“Freud’ün
gelenek haline dönüsen dini tenkit için ortaya attığı farklı bir aklilestirme
vardır. Bu aklîlestirme, inanma beklentilerinin neye dayandığı sorusunun
birbirine pek de iyi uymayan üç cevabında görülür: “Birincisi, bu öğretilere
inanmaya değer, çünkü ilk atalarımız bunlara inanmıstır; ikincisi, aynı ilkel
çağlardan bize aktarılan kanıtlara sahibiz; ve üçüncüsü, bunların doğruluğunu sorgulamak
yasaktır.”353 Kur’an’ın taklidi reddederken bu zihniyete karsı çıktığı açıktır.
Taklit ya da katı fideizmde imanın bir risk olgusu olarak düsünülmesi ve sorgulanamaz
kabul edilmesi, aslında, insanın düsünce ve tutumlarında bir rasyonellik arama
eğilimine, tutarlı ve doğrulanabilir açıklamalara dayalı imanı daha değerli bulan
bir psikolojiye sahip olduğunu göstermektedir.354” (sf. 107)
“Ne
var ki, çalısmamızın bu kısmında göreceğimiz gibi, taklidin Müslüman
toplumlarda sebep olmus olduğu tahribat, onun bir kez daha sorgulanması gerektiğini
göstermektedir.”. (sf.109)
“Görünen
o ki Maturidi, zihinsel özürlülerin dısında herkesin belli bir sorumluluğa
sahip olduğuna isaret etmektedir. Her insan entelektüel kapasitesine uygun
olarak akletme zorunluluğu tasır. Maturidi’nin görüsleri akıl, burhan, hikmet
vb. kavramların yerine, sorgulanmaz veya sorgulanamaz dini otoritelerin
geçirilmesini savunan teorilere saldırıdır.” (sf.150)
“Es’ari’ye
göre, yakınî bir iman olusturmadığı için dinin asıllarında taklidin terk
edilmesi gerekir. Çünkü taklid edilen tüm mezhepler ya haktır ya da batıldır.
Eğer mukallid, fasit bir mezhebi taklid ediyorsa, ömrünü heba etmis demektir.
Taklid edilen mezhebin sıhhatiyse, ancak illetlerinin bilinmesiyle
anlasılabilir. Ayrıca, karsı fikirde olanlarla tartıstığında, onlara inancını
anlatamayacak veya savunamayacak olması, dininden hayır görmemesi anlamına
gelir. Mukallidin bunu reddetmesi ise, ancak aklın ve tefekkürün zorluğundan
kaçmasından dolayıdır. Bu ise, akidelerini sorgulama ve gerçekliğini arastırma
zahmetinden kaçınan – ve taklidden baska bir sey yapmayan- Yahudi ve
Hıristiyanların yaptığını mesrulastırmaktan, dolayısıyla küfrü kabul edilebilir
kılmaktan baska bir sey değildir.184”. (sf. 153)
“Çünkü
mezhep aidiyeti, bir anlamda mukallidin imamına sorgusuz sualsiz bağlanması ve
onun görüslerini dinin aslındanmıs gibi kabul etmesi anlamına gelmistir. İste
bu yüzden İbn Hazm, taklidi mutlak olarak reddeder.” (sf.165)
“Hâlbuki
Allah insanların fıtratına körü körüne taklidi değil, delil arama ve sorgulama,
merak etme, ilgi gösterme gibi duygular yerlestirmistir. Bunun içindir ki Allah
gönderdiği peygamberlerini sıdkını delil ve mucizeleriyle ispat etmistir.343”.
(sf.191)
“5-
Tasavvuf ehlinin, otoritelerinin görüslerini mutlak kabul etme ve onu sorgulamama.
Seriatın zahirine aykırı bile olsa, “ilham”ı asıl kabul etme, ve ismet
sıfatıyla vasıflandırdığı seyhinin görüslerini tahkik etmeme.” (sf.221)
“İnsanın
otonomluğu aklın otoritesiyle mümkündür. Buna karsı taklid, ferdiyeti küçülten
bir alıskanlık olarak kabul edilmistir. Bu, müslümanlarda ferdî sorumluluğun
sönmesine sebep olmustur. Serbest sorgulama düsüncesi ortadan
4
Neml, 27/80; Rum, 30/52
kalkınca,
insanın özgürlüğü de ortadan kalkmıs, taklid kurumsallastırıldığından
muhtevanın anlasılması problemi de ortaya çıkmıstır.” (sf.228-229)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder