ÇELİK GÜLERSOY’U TARİHTEN SİLMEK
İSTEYENLER,
UNUTTURMAK İSTEYENLER…
12.7.2020
1
Hıncal Uluç: "Çelik Gülersoy'u silmek". 4.12.2014. https://www.sabah.com.tr/yazarlar/uluc/2014/12/04/celik-gulersoyu-silmek
2
| 31.12.2003
Sekiz yıllık bir
ayrılıktan sonra, 1973 yılında ABD’den yurda kesin dönüş yaptığımda, en büyük
idealim, gördüğüm eğitim ve edindiğim formasyon nedeniyle, ülkemle, ülkemin
insanlarıyla ilgili belgeseller hazırlamaktı. Çünkü anlamıştım ki, Anadolu
aslında bir belgeselci için yeterince işlenmemiş bir hazineydi.
Daha önce, Sabahattin
Eyüboğlu, Mazhar Şevket İpşiroğlu ve Aziz Albek tarafından 1960’lı yıllarda bir
disiplin olarak başlatılan "belgesel sinema", 1970’li yıllara
girdiğimizde, artık kesintiye uğramıştı. O dönem yılda ortalama 250 uzun metraj
sinema filmi çekebilen Yeşilçam ise, ticari şansı olmadığı için, kısa metraj da
olsa, belgesel sinema alanına eğilmiyordu. "Belgesel sinema"nın
bilinçli ve düzeyli sponsorlara gereksinmesi vardı. Çünkü "belgesel sinema"
her şeyden önce, "kültür hizmeti", "kamu yararı",
"kamusal sorumluluk" demekti.
Ancak, 1970’li
yıllarda "sponsor" sözcüğü daha Türkçeye girmemişti; "belgesel
sinema" denince ise, akla, TRT’nin hazırladığı, estetik kaygıların ikinci
plana itildiği, evrensel mesaj içermeyen, eğitici yönü ağır basan
"bilgisel" programlar geliyordu.
Hayalini kurduğum
belgeseller için "sponsor" arayışım beş altı ay sürdü; ancak,
başarısızlıkla sonuçlandı. Umudumu tümüyle yitirmiştim ki, rahmetli babam:
"- Oğlum, bir de
bizim Çelik’le görüşsen…" dedi. "Kim bizim Çelik?" der gibi
yüzüne bakınca,
"- Çelik
Gülersoy. Benim teyzemin torunu. Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu’nun Genel
Müdürü" dedi.
O sırada ikametgahım
Ankara’da idi. İstanbul’a, Çelik Gülersoy’a telefon edildi, randevu alındı.
Çelik Ağabey (yakın
akrabalık bağı nedeniyle özel görüşmelerimizde ona "ağabey" diye
hitap ediyordum) beni, 1960’lı yılların ilk yıllarında hazırladığım radyo
programlarından hatırlıyordu. Beni çok candan karşıladı. Ne yapmak istediğimi sordu.
Ben de ona "belgesel sinema"nın çağdaş toplumlardaki anlam ve
öneminden bahisle ülkemizde bu konudaki aymazlığın altını çizerek, sözünü
ettiğim belgesellerin bir bölümünü Turing’in finanse edip edemeyeceğini sordum.
Çelik Ağabey’in yüzünde bir hayret ifadesi belirdi. Telefona uzanırken,
"İnanılmaz bir şey…" diye mırıldanıyordu. Halkla İlişkiler Müdürünü
odasına çağırdı. Sonra bana döndü ve "olup bitenlere sen de
inanamayacaksın" dedi. Halkla İlişkiler Müdürüne:
"- Bir saat önce
yaptığımız toplantıda ben neden söz ettim ve sizden ne istedim?" diye
sordu. Çelik Gülersoy’dan böyle bir soru beklemeyen Halkla İlişkiler Müdürü de
şaşırmıştı:
"- Çağımız
televizyon çağı. Turing’in kitap, broşür biçiminde yazılı olarak materyeli
kültür filmleriyle destekleyelim. Ama bu filmleri kime yaptırabiliriz, bana bu
işi becerebilecek yetenekli bir yönetmen bulun demiştiniz" deyince, Çelik
Gülersoy beni işaret ederek:
"- Yönetmeni
araştırmamıza gerek kalmadı; o kendi ayağıyla geldi" dedi. Böylece
"Hattilerden Hititlere", "Midas’ın Dünyası",
"Urartu’nun İki Mevsimi", "Likya’nın Sönmeyen Ateşi" adlı
filmlerin oluşturduğu "Anadolu Uygarlıklarından İzler" dizisi ile
"Safranbolu’da Zaman", "İstanbul’un Çağırdığı Su",
"Kapalıçarşı’da 40.000 Adım", "Dolmabahçe ve Atatürk",
"Hüseyin Anka ile Sinan’ı Yeniden Yorumlamak" gibi monografik konular
birbirini izlemeye başladı. İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyük kentlerde,
bazıları önce sinema salonlarında renkli ve ücretsiz olarak halka sunulan bu
filmler, daha sonra, televizyon aracılığıyla, -ancak televizyon henüz renkli
yayına geçmediği için siyah beyaz olarak- milyonlara sunuluyordu.
Restorasyon, Çevre
Düzeni, Kitap, Korumacılık konularında "sıradışı" ürünler veren
Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu, belgesel film konusunda da "çağdaş"
olduğunu, bu filmlerin ulusal ve uluslararası yarışmalarda kazandığı birçok
ödülle de kanıtlamış oluyordu.
Ancak, Çelik Gülersoy
fazla ileri gitmişti! "Hizaya sokulması" gerekiyordu!
·
Önce, Turing’in gelir kaynakları kesildi; restore edilip çevre düzeniyle
yepyeni birer işlev kazandırılan köşklere, kasırlara el konuldu.
·
Hititlerden Osmanlıya kadar getirilmesi planlanan Anadolu Uygarlıklarından
İzler dizisi ile diğer monografik filmlerin yapımı durduruldu; restorasyon
çalışmalarına ara verildi.
·
Kamu yararına çalışan bir dernek statüsündeki Turing, beş yıl geriye
gidilerek vergilendirilmek suretiyle, mevcut birikiminden de mahrum edildi.
Gizli bir el Turing’i "hizaya sokmak"la tatmin olmuyor; sanki suyun
altına çekerek, onu nefessiz bırakmak istiyordu.
Bu sıkıntılı günlerde
Çelik Gülersoy’un çevresinde kilitlenen kimi dostlar, bu yaratıcı adamın
"ismiyle müsemma" çelik iradesine hayranlık duyuyorlardı.
Bunca sıkıntı ve
saldırıya karşın dimdik ayakta kalmayı ve savaşımı sürdürmeyi devam ettirebilen
bu çelik iradeye bir gün sordum:
"- Ağabey bunu nasıl başarabiliyorsun?"
Acıyla gülümsedi ve:
"- Sen dik durduğuma bakma; duvarı nem, yiğidi
gam yıkar!" dedi.
Bana sorarsanız, çelik, nem’e ve gam’a tek tek karşı
koyabiliyor, ama, ikisi birleştikleri zaman, "paslanmaz" diye bilinen
en güçlü çeliği bile yok edebiliyorlar!
Ama ne gam! Çünkü geride bırakılan "Çelik
Gülersoy" imzalı eserleri ve "Çelik Gülersoy" adını hiçbir gücün
kuşaklar boyunca belleklerden silemeyeceğini artık herkes biliyor!
Suha ARIN
Bebek, 31 Aralık 2003
Bebek, 31 Aralık 2003
3
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder