Bilgeler Denilince Bazı Sıfatlar - İsimler
Bülent Ağaoğlu
22.5.2023
İçindekiler
GİRİŞ
Bilge tanımı konusunda zihinlerde
bir netlik oluşmasının önemime inanıyoruz.
Çeşitli kaynaklarda yer alan
bilge tanımlarını derleyen bir çalışma yürütüyoruz.
Aşağıdaki dokümanda ise, bilge
kelimesinin çağrıştırabileceği kavramların tanımlarını derlemeye çalıştık.
…………..
Bazı notlar;
“Yunus Emre’nin dilinde bilge
kişinin adı “eren”dir, “bilge”dir. Eren barış içinde yaşamayı, bütün insanları
kardeş görmeyi, kendini sevmeyeni bile sevmeyi bilen kişidir.” https://sivrihisar.com.tr/bilge-yunus/
“ilk mutasavvıf ve
Sufi bilge kişidir”. http://www.halukberkmen.net/pdf/386.pdf
“bilge mürşitler”. http://www.halukberkmen.net/pdf/221.pdf
“Çünkü derviş bilge
bir kişiliktir; dervişlik ermişliği gerektirir; böylesi bir durum ise uzun bir
süreci kapsar.” https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/406877
“Hoca Ahmet Yesevî
önderliğinde bilgelikten ermişliğe dönüşüm süreci, (…)”.
“Evliya, bilge,
küğün piri, ozan kimlikli Korkut Ata”
“Abdal kelimesinin
sözlük anlamı Allah'a yakın olmaya çalışan derviş, sufi, veli, bilge kişi
demektir.”
Google’da yaptığımız aramaların sayısal
dağılımı;
Abdal bilge |
1 |
Abdal
bilgeler |
0 |
Akil bilge |
1 |
Akil
bilgeler |
0 |
Alim bilge |
1 |
Alim
bilgeler |
1 |
Arif bilge |
0 |
Arif
bilgeler |
1 |
Aziz bilge |
2 |
Aziz
bilgeler |
2 |
Bilge
abdallar |
1 |
Bilge
akiller |
0 |
Bilge
alimler |
1 |
Bilge
arifler |
3 |
Bilge
azizler |
0 |
Bilge
danişmentler |
1 |
Bilge
dervişler |
13 |
Bilge
erenler |
9 |
Bilge
ermişler |
4 |
Bilge
evliyâlar |
1 |
Bilge gönül
erenleri |
0 |
Bilge gönül
erleri |
0 |
Bilge
holistik insanlar |
0 |
Bilge
kamiller |
0 |
Bilge
mutasavvıflar |
0 |
Bilge
mürşid-i kâmiller |
0 |
Bilge
mürşitler |
2 |
Bilge
sufiler |
3 |
Bilge
şeyhler |
3 |
Bilge
veliler |
0 |
Danişment
bilge |
0 |
Danişment
bilgeler |
0 |
Derviş
bilge |
2 |
Derviş
bilgeler |
0 |
Eren bilge |
0 |
Eren
bilgeler |
0 |
Ermiş bilge |
0 |
Ermiş
bilgeler |
1 |
Evliyâ
bilge |
0 |
Evliyâ
bilgeler |
0 |
Gönül eri
bilge |
0 |
Gönül eri
bilgeler |
0 |
Holistik
bilge |
1 |
Holistik
bilgeler |
0 |
Kâmil bilge |
1 |
Kâmil
bilgeler |
3 |
Mutasavvıf
bilge |
9 |
Mutasavvıf
bilgeler |
1 |
Mürşid-i
kâmil bilge |
0 |
Mürşit
bilge |
1 |
Mürşit
bilgeler |
0 |
Sufi bilge |
4 |
Sufi
bilgeler |
9 |
Şeyh bilge |
1 |
Şeyh
bilgeler |
0 |
Velî bilge |
1 |
Velî
bilgeler |
0 |
ABDAL
(ﺍﺑﺪﺍﻝ) i. (Ar.
bedel “karşılık” veya bedіl “halef, bedel”in çoğul şekli ebdāl > abdāl)
[Kelime Türkçe’de tekil anlamında kullanılmıştır]
1.
Kalender, gezgin derviş, derviş: Abdal tekkede, hacı Mekke’de (Atasözü). Dokuz
abdal bir kilimde uyur, iki pâdişah bir iklîme sığamaz (Atasözü). Abdal olup şu
dağları dolandım (Pir Sultan Abdal). Anadolu ve Rumeli’de adına “abdal” vasfı
takılan bir hayli yatırların türbeleri, câmileri bulunduğunu, Alevî – Bektâşî
halk edebiyâtında Abdal Mûsâ, Kaygusuz Abdal, Pir Sultan Abdal, Kazak Abdal,
Muhyiddin Abdal gibi şâirlerin mevcûdiyetini de bildirelim (Abdülbâki
Gölpınarlı).
2.
Tasavvuf inancına göre, Allah tarafından âlemi mânen idâre etmekle
görevlendirilmiş ve kendilerine âleme hükmetme izni verilmiş olan velîlerin
mânevî derecelerinden birinin adı ve bu mânevî derecede bulunan velî [Bunlar,
Allah aşkında fânî oldukları ve geçici dünya menfaatlerine önem vermedikleri
için halleri halkın anlayışına göre akılsızlık sayılmış ve bu sebeple “abdal”
kelimesi dilimizde “aptal” şekline dönerek “aklı kıt, idrâki zayıf” anlamına
gelmeye başlamıştır. Abdalların sayısı genellikle kırk olarak kabul edilir. Bu
velîlerin mertebelerine göre aldıkları diğer isimler sırasıyle büdelâ, evtad,
nukabâ, gavs ve kutup’tur]: Abdallığın binâsını sorarsan / Hakîkat ilminin
aslın ararsan / Hakîkat ilminin aslın sorarsan / Cümle ululardan ulu abdaldır
(Dertli Kemter).
3.
sıf. Aklı kıt, idrâki zayıf. Bk. APTAL
ѻ Abdala mâlûm olur: Bk. Aptala
mâlûm olur.
●
Abdâlân (ﺍﺑﺪﺍﻻﻥ) i.
(Fars. çoğul eki -ān ile) Abdallar; yalın ayak, başı kabak, saç, bıyık ve
kaşları kazıtılmış olarak ellerinde bayrakları ile ekseri toplu halde gezen ve
Şiî – Bâtınî inancını yayan derviş tâifesi (Xlll. ve XlV. yüzyıllar): Biz o
abdâlân-ı aşkız âlem-i ma’nîde kim / Şeh-per-i Cibrîl ile mestûr olur uryânımız
(Leskofçalı Gālib).
ѻ Abdâlân-ı Rum: Osmanlı
Devleti’nin kuruluşunda İslâm dîni uğruna savaşlara katılan, Anadolu ve
Rumeli’nin Türkleşmesinde çok büyük hizmetleri görülen erler, dervişler,
bilhassa Yesevî tarîkatı mensupları [Dört isim altında toplanan bu dînî –
askerî zümrelerin diğer üçü ahiyân-ı Rum, bâciyân-ı Rum ve gāziyân-ı Rum’dur].
http://www.lugatim.com/s/abdal
AK SAKAL
birl.
i. halk ağzı. Yaşından ve tecrübesinden dolayı köyde, mahallede mûteber olan
kimse. http://www.lugatim.com/s/AKSAKAL
AKİL
sıfat,
eskimiş, (a:kil), Arapça ʿāḳil
Akıllı:
"Ne akilem ne divane / Gel gör beni
aşk n'eyledi" - Yunus Emre
ALİM
(ﻋﻠﻴﻢ) sıf. ve
i. (Ar. ‘ilm “bilmek’’ten ‘alіm)
1.
Çok bilen (kimse), bilici: Âlim isen bildiğini unutup nâdân ol / Bezm-i
vahdette ne ilm ü ne alîm isterler (Rûhî-i Bağdâdî). Lâzım oldu hem alîm ü hem
hakîm olmak bana (Leskofçalı Gālib).
2.
i. “İlmi ezelî ve ebedî olan” mânâsına esmâ-i hüsnâdan (Allah’ın en güzel
isimlerinden)dır.
ÂLİM
(ﻋﺎﻟﻢ) sıf. ve
i. (Ar. ‘ilm “bilmek”ten ‘ālim)
1.
İlim sâhibi olan (kimse), bilici, bilen: Âlim unutmuş, kalem unutmamış
(Atasözü). Bu hem en âlimleri, hem en cesurlarıydı (Ömer Seyfeddin). Yaşa bre Hoca
der. Zâten bana söylemişlerdi büyük âlim olduğunu (Ahmet H. Tanpınar).
2.
i. Belli bir ilim dalında çalışan, araştırma yapan kimse, bilgin, bilim adamı:
“Fizik âlimi.”
ѻ Âlim-i kül: Her şeyi bilen
Allah. Âlimü’l-gayb ve’ş-şehâde: Görüneni ve gizli olanı bilen, Allah.
●
Âliman (ﻋﺎﻟﻤﺎﻥ) i.
(Fars. çoğul eki -ān ile) Âlimler, bilginler: Meşhûrdur ki zulm ile olmaz cihan
harâb / Eyler onu müdâhene-i âliman harâb (İzzet Molla).
●
Âlimâne (ﻋﺎﻟﻤﺎﻧﻪ) sıf. ve
zf. (Fars. -āne ekiyle) Âlim olana yakışacak şekilde, âlimce.
http://www.lugatim.com/s/AL%C4%B0M
ARİF
(ﻋﺮﻳﻒ) sıf. ve
i. (Ar. ‘irfān “bilmek, tanımak”tan ‘arіf)
1.
Çok meşhur, tanınmış, şöhretli (kimse): … Ve miyân-ı meşâyih-i kiramda
kerâmât-ı bâhire ile arif ve şehîr olan… (Sâlim Tezkiresi).
2.
İrfan sâhibi olan (kimse), bilici: Nakip, bir cemâatin şâhid ü nâzırı ve
ahvâlinin zamîn ü kefîli ve arîfi olan kimseye denir (Mec. Um. Bel.).
3.
i. Mahalle mektebi hocası veya kalfası [Az kullanılmıştır].
ÂRİF
(ﻋﺎﺭﻒ) sıf. ve
i. (Ar. ‘irfān “bilmek, tanımak”tan ‘ārif)
1.
Çok anlayışlı, hakkıyle bilen, gördüğünü uzun düşünmeye gerek kalmadan hemen
kavrayacak yetenekte olan (kimse), irfan sâhibi, ehlidil: O yâr bize yine nâme
yollamış / Ârif olan sözlerinden anlamış (Karacaoğlan). Dinleyen söyleyen kadar
ârif / Seyreden oynayan kadar hassas (Yahyâ Kemal). Anadolu âlim değildir,
fakat âriftir; kolay tesir altında kalmaz; vak’alar karşısında öyle sağlam
mantığı, öyle umulmaz sezişleri vardır ki insanı hayrette bırakır (Reşat N.
Güntekin).
2.
i. tasavvuf. Allah’ın sırları kendisine açılmış olan seçkin kul, herkesin
göremediği mânevî gerçekleri gören, anlayan kimse [Tasavvuf anlayışına göre
ârif âlimden farklıdır. Âlim dış âlemi bilen, ârif ise ezel sırları kendisine açılmış
olan, Allah’ı, kâinâtı, nefsini tanıyan, bilen, irfan sâhibi kimsedir]: Ârif
ol, ilm-i ledünden ders alıp Allâh’ı bil (Mehmed Ali Dede Baba’dan). İlm ise
maksad eğer ârif-i nefs ol Gālib / Kendini bilmeyen âlim gibi nâdân olmaz
(Leskofçalı Gālib). Bu şiirde çiçek hayâtın, dînin ve kâinâtın sırlarını
anlamış bir ârif hüviyeti taşır (Ahmet Kabaklı).
ѻ Ârif olan anlar (anlasın):
Anlamı gizli, îmâlı bir söz söylendiği zaman kullanılır. Ârife târif gerekmez:
Anlayışlı ve irfan sâhibi olanlara bir şeyi uzun uzun anlatıp târif etmeye
gerek yoktur, hemen anlayıverirler. Ârifi billâh: tasavvuf. Mârifet-i
Hakk’a vâsıl olan velî, ermiş: Vâkıf-ı sırr-ı cemâlin ârifi billâhtır
(Leskofçalı Gālib).
●
Ârifan (ﻋﺎﺭﻓﺎﻥ) i.
(Fars. çoğul eki -ān ile) Ârifler, irfan sâhibi kimseler.
●
Ârifâne (ﻋﺎﺭﻓﺎﻧﻪ) sıf. ve
zf. (Fars. -āne ekiyle) Ârif olana yakışacak şekilde, ârifçe: Mest olsa da
ârifâne söyler (Muallim Nâci).
●
Ârife (ﻋﺎﺭﻓﻪ) sıf.
Ârif kelimesinin kadını ifâde eden ve kadın ismi olarak kullanılan veya
tamlamalarda ortaya çıkan aynı mânâdaki müennes şekli.
●
Ârifin (ﻋﺎﺭﻓﻴﻦ) i. (Ar.
çoğul eki -іn ile) Ârifler, irfan sâhibi kimseler, velîler.
AZİZ
(ﻋﺰﻳﺰ) sıf.
(Ar. ‘izzet “üstün ve yüce olmak”tan ‘azіz)
1.
Yüce, kıymetli, değerli, mukaddes, muazzez: Aziz ömrümüzün kalanını ilm-i şerif
tahsîline ayırdık… (Kâtip Çelebi’den Seç.). Sana dün bir tepeden baktım azîz
İstanbul (Yahyâ Kemal). Malazgirt’te bileğinin kuvvetiyle, dehâsının zoruyle bu
aziz vatanın kapılarını açar Alpaslan… (Ahmet H. Tanpınar).
2.
Saygı duyulan, hürmet edilen, sevgili, dost: Nasıl ki en aziz ölülerin bile
döndüğünü istemiyoruz (Yâkup K. Karaosmanoğlu). ♦ i.
3.
Maddî ve mânevî hayâtı insanlığa örnek olabilecek kerâmet sâhibi erkek eren,
ermiş, velî: Fakat o yüksek kalbli bir azizdir (Kâtip Çelebi’den Seç.). Bu
türbede bir aziz yatıyor (Şemseddin Sâmi). Bize necat vermek için yol açan
azizlerin sırasında sayılır (Mehmet E. Yurdakul).
4.
Hıristiyanlıkta kilisenin din büyüğü olarak kabul ettiği kimse: Azizlerini bu
türlü bir tabiat manzarası içinde tasvir ettiler (Rûşen E. Ünaydın).
5.
“Benzeri bulunmayan, eşşiz kudret sâhibi, mağlûp edilmesi mümkün olmayan”
mânâsında esmâ-i hüsnâdan (Allah’ın en güzel isimlerinden)dır.
ѻ Aziz etmek (eylemek, kılmak):
Değerini yükseltmek: “Allah seni aziz etsin.” Aziz olmak: Değeri yükselmek,
Allah’ın sevgili kulu hâline gelmek: İmdi aziz olan insanda kemal odur ki
nefsini bile (Eşrefoğlu Rûmî). Hevâ-yı nefsten sermâye-i izzettir istiğnâ /
Azîz olmazdı Yûsuf çekmese dâmen Züleyhâ’dan (Koca Râgıb Paşa). Azîzim: Daha
çok aydın tabakanın aralarındaki sohbetlerde “dostum” yerine kullandıkları
hitap sözü: Azîzim, bütün bu gördüklerinden başka bir yeni manzara var ki ona
biz de dünden beri âgâhız (Rûşen E. Ünaydın).
●
Azîzallah ünl. (Ar. allāhu ‘azіz “Allah yücedir” veya Azze’llah “Allah ne
yücedir!”den) Allah azizdir [Bilhassa ezan sesi duyulunca söylenir].
●
Azîzan (ﻋﺰﻳﺰﺍﻥ) (Fars.
çoğul eki -ān ile) Azizler: Ey azîzan işte başlarız söze (Süleyman Çelebi).
●
Azîze (ﻋﺰﻳﺰﻩ) sıf.
Aziz kelimesinin kadını ifâde eden, kadın adı olarak kullanılan veya
tamlamalarda ortaya çıkan aynı mânâdaki müennes şekli: “Eşhâs-ı azîze.” Bk.
AZÎZE
http://www.lugatim.com/s/AZ%C4%B0Z
BİLGE
sıf.
ve i. (Eski Türk. bilge < bil-ge) Geniş ve derin bilgi sâhibi olan, bunu en
doğru ve faydalı şekilde kullanan (kimse), hakim: Pâdişâhın bilgili, akıllı ve
bilge kişilerle devlet işlerini görüşmesi, danışması hakkında… (Ahmet Kabaklı).
BİLGELİK
i.
Bilge olma, olayları erdem ve bilgiden gelen bir üstünlükle değerlendirme
durumu: Tanrı'nın bilgeliğinden sual edilmez ve bu bilgeliğe dair her kuşku,
küfürdür, kâfirliktir (Cemil S. Ongun).
http://www.lugatim.com/s/Bilge
DANİŞMENT
danişment,
-di
(da:nişment),
Farsça dānişmend
1.
isim, tarih Tanzimattan önce, kadıların yanında yetişmek üzere görevlendirilen
kimse.
2.
isim Sahn Medreselerinde oda sahibi olabilen öğrenci.
3.
sıfat, eskimiş Bilgili.
DERVİŞ
(ﺩﺭﻭﻳﺶ) i.
(Fars. dervіş) [Kelime Türkçe’den Avrupa dillerine de geçmiştir]
1.
Tarîkata girip bir şeyhe bağlanan, onun izinden Hak yolunda yürüyüp nefsini
ıslâh eden, varlık iddiâsından geçip Allah’ın birliğini bütün kâinatta görerek
kendini Hakk’a ve onun yarattıklarına adayan kimse, tarîkat müntesibi: Derviş
bağrı baş gerek / Gözü dolu yaş gerek / Koyundan yavaş gerek / Sen derviş
olamazsın (Yûnus Emre). Derviş odur ki dünyâyı terk ede / Gedâ odur ki dünyâ
anı terk ede (Âşık Paşa). Derviş olmaz nefsine ağır giden şeyden küsen (Ken’an
Rifâî).
2.
i. ve sıf. teşmil. Böyle bir hakîkat yolcusunun niteliklerini taşıyan,
kanâatkâr, saf, alçak gönüllü, her şeyi hoş gören kimse: “Derviş adam.”
●
Dervîşan (ﺩﺭﻭﻳﺸﺎﻥ) i.
(Fars. çoğul eki -ān ile) Dervişler.
●
Dervîşâne (ﺩﺭﻭﻳﺸﺎﻧﻪ) zf. ve
sıf. (Fars. -āne ekiyle) Dervişe yakışır şekilde, dervişçe.
●
Derviş-haslet (-meşrep, -nihad) ( ﺩﺭﻭﻳﺶ ﻧﻬﺎﺩ– ﺩﺭﻭﻳﺶ ﻣﺸﺮﺏ– ﺩﺭﻭﻳﺶ ﺧﺼﻠﺖ) birl. sıf. (Ar. ḫaṣlet,
meşreb ve Fars. nihād “huy, mizaç, yaratılış”la) Derviş huylu, derviş
yaratılışlı, kanâatkâr, hoş görülü, alçak gönüllü: Biz dervişmeşrep insanlarız
(Reşat N. Güntekin).
●
Dervişçe sıf. ve zf. Bir dervişe yakışır şekilde, alçak gönüllülükle, müsâmaha
ve tevekkülle, dervîşâne.
http://www.lugatim.com/s/Dervi%C5%9F
ER
i.
(Eski Türkçe’den beri kullanılır)
6.
tasavvuf. Velî, ermiş, Allah’a mânen yakın olan, Allah katında şefâati kabul
edilen kimse: Er elini aldın ise ere gönül verdin ise / İkrâr ile geldin ise
pes ere inkâr gerekmez / Hak ere benem dedi, varlığın erde kodu / Erenlerin
himmeti yerden göğe direktir (Yûnus’tan). Aşk eri ölmez sırdır anlanmaz
(anlaşılmaz) / Yanmayan bilmez âteş-i aşka (Hayâlî). Kulluğu mü’minlerin bir
ulu sübhânadır / Hizmeti âşıkların er olan insânadır (Ken’an Rifâî).
EREN
i.
(Eski Türk. eren [< er+en] “erkekler”) Ermiş velî, yatır, evliyâ [Daha
ziyâde çoğul olarak kullanılır]: Erenlerin sohbeti artırır mârifeti / Câhilleri
sohbetten her dem süresim gelir (Yûnus’tan). Ola mâdâm erenler kapısı
cilve-gehim / Bâb-ı Mevlâ’ya çıkar doğru benim şah-rehim (Enderunlu Vâsıf’tan).
Bizim yerimizde Evliyâ Çelebi olsaydı bu yardıma bir erenler nusreti, bir Hızır
erişmesi der ve nefis bir fıkra yazardı (Rûşen E. Ünaydın).
ѻ Erenler: Dervişler arasında
hitap ve selâm sözü olarak kullanılır. Erenlerin sağı solu olmaz: “Allah
sevgililerinin yaptığı şeyler genel kurallara uymaz” anlamında olan bu söz,
aynı zamanda bir kimse, beklenenin veya alışılmışın dışında hareket ettiği veya
etmesi ihtimâli olduğu zaman kullanılır.
ERMİŞ
sıf.
ve i. (er-mek’ten isim-fiil ekinin kalıplaşmasıyle er-miş) Allah’ın sevgilisi
olan ve bu husus halk tarafından da kabul edilen (has kul), evliyâ, yatır,
eren, velî.
ERMİŞLİK
i.
Ermiş olma durumu, evliyâlık, velîlik, velâyet, azizlik.
http://www.lugatim.com/s/ERM%C4%B0%C5%9E
EVLİYÂ
(ﺍﻭﻟﻴﺎﺀ) i. (Ar.
velі’nin çoğul şekli evliyā’)
1.
Allah’ın sevgilisi olan, hâli, davranışları, çok üstün vasıfları ve gösterdiği
kerâmetler sebebiyle bu husus halk tarafından da kabul edilmiş bulunan seçkin
ve has kul (kullar), ermiş, ermişler, velîler [Kelime bu anlamda tekil gibi de
kullanılır]: Enbiyâ vü evliyânın serveri (Süleyman Çelebi). Evliyâ mâla
tenezzül mü eder / Sıklet-i nâsa tahammül mü eder (Nâbî’den). Sarı Mûsâ
Câmii’nin bahçesinde yatan evliyâya bir Fâtiha gönderdi (Yusuf Z. Ortaç).
Evliyânın çeşitli varlıklar üzerinde etkili olan bir mânevî gücü vardır.
Duâları Allah katında makbul olur. Evliyâ Allah’ı kendilerine dost edinmiş,
Allah da onları kendine dost edinmiştir (Süleyman Uludağ).
2.
Sâhipler, velîler: “Evliyâ-yı etfal.” “Evliyâ-yı umur.”
ѻ Evliyâ devesi: mec. Saf adam.
Evliyâ gibi: Çok iyi huylu, çok sabırlı kimseler için kullanılır.
http://www.lugatim.com/s/EVL%C4%B0YA
GÖNÜL ERİ
“Gönül
Eri deyiminin anlamı: Açık yürekli, güvenilir, hoşgörüsü geniş, ehli dil
(kimse) olarak kullanılmaktadır. Samimi yaşayan, içi dışı bir olan, göründüğü
gibi olan kişiler için de kullanılan bir deyimdir.” https://www.basarisiralamalari.com/gonul-eri-deyiminin-anlami/#:~:text=%E2%9E%A1G%C3%B6n%C3%BCl%20Eri%20deyiminin%20anlam%C4%B1,i%C3%A7in%20de%20kullan%C4%B1lan%20bir%20deyimdir.
HOLİSTİK İNSANLAR
Aydın
Arıtan :Holistik İnsan. istanbul: Artan Yayınevi, 2011.
Arman,
AyŞe: Yoksa siz holistik insan değil misiniz? Hürriyet, 12.12.2009.
http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/13178813.asp
İNSAN-I KAMİL
İnsân-ı
kâmil: tasavvuf. Fenâfillâh ve bakābillâh mertebelerini geçmiş olup Allah’ın
bütün cemal ve celâl isimlerine mazhar olmuş olan; Allah’ın yeryüzünde halîfesi
olan, nefsini ve Rabb’ini bilen, Kur’an ahlâkıyle ahlâklanmış olgun insan: Savm
u salât ü hacc ile sanma biter zâhid işin / İnsân-ı kâmil olmağa lâzım olan
irfân imiş (Niyâzî-i Mısrî). Şu kim oldu Hakk’a vâsıl / Ol oldu insân-ı kâmil
(Aziz Mahmud Hüdâyî). İnsan iki kısımdır: Biri kâmil, diğeri nâkıstır. İnsân-ı
kâmilde bilcümle esmâ-i ilâhiyyenin âsar ve ahkâmı fiilen zâhir olur (Ahmet A.
Konuk).
http://www.lugatim.com/s/%C4%B0NSAN-IKAM%C4%B0L
KÂMİL
(ﻛﺎﻣﻞ) sıf.
(Ar. kemāl “tam olmak, olgun olmak”tan kāmil)
1.
Noksansız, tam, bütün: “Zer-i kâmil: Ayârı tam altın.” “Kâmilü’l-ayar: Ayârı
tam olan.” K’oldu Hak avniyle kâmil bu kitâb (Süleyman Çelebi). Ve kâmil üç gün
üç gece ol mahalde ceng-i sultânî olup… (Evliyâ Çelebi). Kalbim benim rekābet
eder akl-ı kâmile (Abdülhak Hâmit). ♦ sıf. ve i.
2.
Olgunluk yaşında olan (kimse).
3.
İlim, fazîlet ve hüner sâhibi, mânevî meziyetleri bakımından belli bir
olgunluğa erişmiş (kimse): “Merd-i kâmil.” Kâmile varmadan kâmil olunmaz (Pir
Sultan Abdal). Seni Hakk’a kılavuzlayan kâmil bir mürşittir (Kâtip Çelebi’den
Seç.).
4.
Aklı başında, ciddî (kimse): Aklı başında, kâmil bir adamım demiyorum (Ahmed
Midhat Efendi). Kâmildir o insan ki yaşar hâtıralarla / Bir başka kerem
beklemez artık gelecekten (Yahyâ Kemal).
5.
i. Aruz vezninde “Mütefâilün mütefâilün mütefâilün mütefâilün” veya “Mütefâilün
feûlün mütefâilün feûlün” şeklindeki bir bahrin adı, bahr-i kâmil [Aşağıdaki
beyitler bahr-ı kâmilin bu iki şekliyle yazılmıştır]: Yeter ey felek bu cefâ
yetir (ulaştır) men-i zâra serv-i revânımı / Meh-i tal’atıyle münevver et dil ü
dîde-i nigerânımı (Fuzûlî). Yine zevrak-ı derûnum kırılıp kenâra düştü /
Dayanır mı şîşedir bu reh-i seng-sâra düştü (Şeyh Gālib).
●
Kâmile (ﻛﺎﻣﻠﻪ) sıf.
Kâmil kelimesinin kadını ifâde eden, kadın ismi olarak kullanılan veya
tamlamalarda ortaya çıkan aynı mânâdaki müennes şekli: “Mâlûmât-ı kâmile.”
http://www.lugatim.com/s/KAM%C4%B0L
MUTASAVVIF
(ﻣﺘﺼﻮّﻒ) i. (Ar.
taṣavvuf’tan
muteṣavvif)
Tasavvufu benimseyen ve bu yolla Allah’a ve ilâhî hikmetlere ulaşmaya çalışan
kimse, sûfî: Sevdiği birkaç mutasavvıfla Manisa’ya gitmiş (Yahyâ Kemal). Bizim
kültürümüzün büyük sîmâlarının pek çoğu mutasavvıflardır dersek mübâlağa etmiş
olmayız (Erol Güngör). Türk mutasavvıfları, insanla kâinat ve kâinat ile Tanrı
arasında altın köprüler kurarlar (Mehmet Kaplan).
●
Mutasavvıfâne (ﻣﺘﺼﻮّﻓﺎﻧﻪ) sıf. ve
zf. (Fars. -āne ekiyle) Mutasavvıfa yakışır tarzda, mutasavvıfça: Kulaklarımda
sûrelerin nağmeleri ve gözlerimde mutasavvıfâne bir bahar özleten mahmur çini
hârikaları var (Rûşen E. Ünaydın).
●
Mutasavvıfin (ﻣﺘﺼﻮّﻓﻴﻦ) i. (Ar.
çoğul eki -іn ile) Mutasavvıflar: “Mutasavvıfinden bir zat.”
http://www.lugatim.com/s/MUTASAVVIF
MÜRŞİT – MÜRŞİD
(ﻣﺮﺷﺪ) i. (Ar.
irşād “doğru yolu göstermek”ten murşid)
1.
Rehber, kılavuz, önder: Büyük mürşidimizin emrini minnet dolu gözlerle kabul
ettim (Yusuf Z. Ortaç).
2.
tasavvuf. Hak ve hakîkate erişme yolunda müritlerine örnek olan, onları irşat
eden, rehberlik eden kimse, şeyh: Mürşitle müritleri “ism-i celâl” zikrine başladılar
(Rûşen E. Ünaydın). Fakat bir türlü rûhundaki susuzluğu gideremediği için
yüzünü tasavvufa çevirmiş, kendisine mürşit arayan genç bir âlimdi (Ahmet H.
Tanpınar).
ѻ Mürşid-i âzam: En büyük mürşit,
Hz. Muhammed. Mürşid-i kâmil (âgâh): Mânevî yönden Hz. Muhammed’in hakîkatine
vâris olma seviyesine erişmiş mürşit, insân-ı kâmil.
http://www.lugatim.com/s/M%C3%9CR%C5%9E%C4%B0T
ŞEYH
(ﺷﻴﺦ) i. (Ar.
şeyḫūḫat “yaşlanmak, ihtiyarlamak”tan şeyḫ “yaşlı kimse”)
1.
Bir tarîkata girip seyr ü sülûkünü tamamladıktan sonra o tarîkatın başı
durumundaki en yüksek mertebeye çıkan bulunan ve kendisine derviş yetiştirme
(irşat) izni verilen kimse; tâliplere rehberlik edip onları tarîkat usûllerine
göre irşat etmek ehliyetine sâhip kâmil insan: Semâhânede dervişler şeyhin
karşısında diz çöktüler (Rûşen E. Ünaydın). Tasavvuf muhitlerinde, “Şeyhi
olmayanın şeyhi şeytandır” sözü yaygındır (Mehmet Demirci).
2.
Ahi teşkîlâtında ve loncalarda bir esnaf birliğinin başı durumunda olan kimse:
“Sahaflar şeyhi.” “Tabaklar şeyhi.” Şeyh ve kethüdâ ve ehl-i hibreleri
mârifetleri ile âlâ ve evsat ve ednâ îtibârınca bahâları takdir olunup füruht
oluna (1640 Narh Defteri). Ulemâdan sonra başlarında tabaklar şeyhi bulunan ve
şehrin asıl bel kemiği olan esnaf gelirdi (Ahmet H. Tanpınar). Mâmâfih daha
önce de ifâde ettiğim gibi her şehirde, inşaat sektörü dışında kalan esnaf
örgütlerinin tümünün liderliği görevini yürütmek üzere aralarında seçmekte
oldukları ve adına şeyh-i seb’a veya ahi baba dedikleri bir görevli de
mevcuttur (Mehmet Genç).
3.
Bir kabîlenin, bir aşîretin başı, halk ağzı şıh: Şeyh Şemun, başında siyah agel
ve siyah kefiye otomobilde, yanımda hürmetle konuşmadan oturuyor (Refik H.
Karay).
4.
eski. Yaşlı kimse, ihtiyar: Tutmadım bunca bana pend ede-gördü şeyh u şâb /
Âkıbet bâd ile baş koştum beni etti harâb (Rûhî-i Bağdâdî).
5.
Hadis ilminde bir râvînin kendisinden hadis aldığı kimse, hoca.
ѻ Şeyh postu:
1.
Tekkelerde tarîkat şeyhinin oturduğu post.
2.
teşmil. Şeyhlik makāmı. Şeyh-i fânî: hukuk. Çok yaşlı olup karşı koymaya,
savaşmaya, bağırmaya bile kudreti olmadığı için öldürülmesi câiz olmayan kimse.
Şeyh-i imâret: Bir imâreti yöneten, yoksullara gerekli yardımı yapan kimse.
Şeyhü’l-Harem: Halîfe tarafından Mekke’nin yönetimiyle görevlendirilen memur
[Şam vâlileri hakkında da kullanılmıştır]: Îmânı ise öyle ki şeyhü’l-Harem olsa
/ Kur’ân’ı yakar Kâ’be’yi beytü’s-sanem eyler (Yenişehirli Avnî).
Şeyhü’l-islâm: Bk. ŞEYHÜLİSLAM. Şeyhü’l-meydan – Şeyh-i kemankeşan (râmiyan,
rumat, tîrendâzan): târih. Bugünkü okçuluk fedarasyonu durumunda olan,
Okmeydanı tekkesinin başında bulunan, önceleri kemankeşler arasında seçimle iş
başına getirilen, daha sonra pâdişah fermânı ile tâyin edilen kimsenin unvânı.
Şeyhü’l-vüzerâ: En yaşlı vezir: Bulsam bugün ol zâtı ki şeyhü’l-vüzerâdır / Yâ
Rab ne kadar nükte olur fikrime sâdır (Fâzıl A. Aykaç).
http://www.lugatim.com/s/%C5%9EEYH
SÛFÎ – SÔFÎ
(ﺻﻮﻓﻰ) i. (Ar.
< Yun.)
1.
Tasavvufa inanan, tasavvufu bir hayat görüşü olarak benimseyen, tasavvuf ehli
kimse, derviş, mutasavvıf: Bişr b. Hâris, “Sûfî, Allah için kalbini saf hâle
getirmiş olan zattır” demiştir (Taarruf Terc.). Gönül âyînesin sûfî eğer eder
isen sâfî / Açılır sana bir kapı ayân olur cemâlullah (İlâhî). Şu halde dînin
îman ve ahlâkla, yâni derûnî tarafıyla uğraşmak ve onların bekçiliğini yapmak
işi sûfîlere âittir (Erol Güngör).
2.
eski. Sofu: Ki sôfî “lâ”dan dem urur, ben her dem “illâ hû” derim (Ak
Şemseddin). Sakın katre sanma ey sôfî-sıfat / Hadd ü pâyânı yok deryâdır gönül
(Erzurumlu Emrah).
●
Sûfiyan – Sôfiyan (ﺻﻮﻓﻴﺎﻥ) i.
(Fars. çoğul eki -ān ile) Sûfîler, mutasavvıflar.
●
Sûfiyâne – Sôfiyâne (ﺻﻮﻓﻴﺎﻧﻪ) zf.
(Fars. -āne ekiyle) Sûfîlere yakışır tarzda.
●
Sûfiyye – Sôfiyye (ﺻﻮﻓﻴّﻪ) sıf.
Sûfî kelimesinin tamlamalarda ortaya çıkan aynı mânâdaki müennes şekli:
“Efkâr-ı sûfiyye: Sûfîlere âit fikirler.” Bk. SÛFİYE
SÛFÎLİK – SÔFÎLİK
i.
Sûfî olma, mutasavvıf olma durumu: Sûfîlikten nişan budur gāzîler / Sûfî bir
ikrâra durmalı imiş (Pir Sultan Abdal). Ömer Efendi’nin teşvîki ile sûfîliğe
heves edip meşrebine uygun olmayan yolu bırakıp tasavvuf semtine gitmiş idi
(Kâtip Çelebi’den Seç.).
http://www.lugatim.com/s/SUF%C4%B0
VELÎ
(ﻭﻟﻰ) i. (Ar.
velāyet “idāre etmek, işini üzerine almak, sevmek”ten velі)
1.
Cenâb-ı Hakk’a yakınlık mertebesini kazanmış olan seçkin kul, Allah’ın dostu ve
sevgili kulu: Resûlullah şöyle buyurmuştur: Hak Taâlâ buyuruyor ki: “Kim benim
bir velîme eziyet ederse bana harp îlân etmiş olur” (Kuşeyrî Risâlesi Terc.).
Kalede ve onun eteğine serpilmiş mahallelerde Türk velîleri Roma ve Bizans
taşlarıyle sarmaş dolaş yatarlar (Ahmet H. Tanpınar). Bir hadîs-i kudsî meâline
nazaran velînin ilmi Hak ilmi, kudreti Hakk’ın kudreti, işi ve sözü Hakk’ın işi
ve sözüdür. Tanrı onu her isyandan muhâfaza eder. Velî, kendi nefsini ifnâ edip
Hak ile kāim olduğu için Hakk’a çok yakındır (Ali N. Tarlan).
2.
Bir çocuğun sorumluluğunu üstüne alan kimse: “Öğrenci velîsi.”
3.
hukuk. Velâyet hakkına sâhip olan kimse.
4.
“Îmanlı kullarının dostu olan, onlara yardım eden, iyi işlerinde başarı nasip
eden, sıkıntılarını gideren” anlamında esmâ-i hüsnâdan (Allah’ın en güzel
isimlerinden)dır.
5.
Sâhip [Kelimenin bu anlamı bâzı tamlamalarda görülür]: “Velî-i ni’met: Nîmet
sâhibi. Bk. VELÎNÎMET.” “Veliyyü’l-ahd: Veliaht.” “Veliyyü’l-emr: Emir sâhibi,
âmir.” “Veliyyü’n-ni’me – Veliyyü’n-niam: Nîmet sâhibi, şeyhülislamlar için
kullanılan unvan sözü.” “Veliyyü’t-tevfik: “Tevfik sâhibi olan” Başarıya
ulaştıran, yardım eden Allah.”
ѻ Velî-i akreb: Velâyet altında
bulunan kimseye hısımlık derecesi en yakın olan kimse. Velî-i eb’ad: Velâyet
altında bulunan kimseye hısımlık derecesi en uzak olan kimse.
http://www.lugatim.com/s/VEL%C4%B0
……………………………..
http://isamveri.org/pdfdrg/D198336/2011/2011_SANLII.pdf
…………………………………
“Tasavvufta velilere farklı isimler de
verilmiştir: “zahit, arif, derviş, fakir, âşık, eren, ehlullah, miskin, seyyah,
garib, nuriye, cuiye, şikeftiye, nussak, ubbad, bekkaun, haifun, kasas,
mistik…” gibi. (Uludağ 1994: 113)”. https://krtknadmn.karatekin.edu.tr/files/darulhadis/%C3%87ank%C4%B1r%C4%B1%20T%C3%BCrbeleri%20-%20Copy%201.pdf
DİYANET VAKFI İSLAM ANSİKLOPEDİSİ
Derviş. http://www.islamansiklopedisi.info/dia/pdf/c09/c090149.pdf
Erenler. http://www.islamansiklopedisi.info/dia/pdf/c11/c110177.pdf
Evliya (Veli). http://www.islamansiklopedisi.info/dia/pdf/c43/c430011.pdf
Aydın, Mehmet, “İnsân-ı Kâmil”, TDV İslam
Ansiklopedisi, C. 22, İstanbul. 2000. http://www.islamansiklopedisi.info/dia/pdf/c22/c220203.pdf
Mutasavvıf. http://www.islamansiklopedisi.info/dia/pdf/c31/c310248.pdf
"holistik insan". https://www.google.com/search?q=%22holistik+insan%22&gws_rd=ssl
Olgun insan. https://www.google.com/search?q=olgun+insan&gws_rd=ssl
eser adı kısmına kamil insan yazılınca bazı
sonuçlar geliyor . http://ktp.isam.org.tr/
……………….
Ahlaki, Manevi Olgunluğa Erişenler,
Davranışlarıyla Kendilerini Aşanlar / Kamil İnsanlar / İnsan-ı Kamiller /
Mürşid-İ Kamiller / Kamil Mürşitler / İyi Huylular / Güzel Ahlaklılar / Örnek
İnsanlar / ( insan-ı Kamiller * iyi huylular ) * Those who have reached moral
and spiritual maturity, those who surpass themselves with their behavior /
Perfect People / Insan-i Kamiller / Murshid -I Kamiller / Kamil Murshids / Good
Morals / Good Morals / Exemplary People / (human-i Kamiller * good-natured
ones) Ahlak; Din; Morality; https://turkbibliography.com/wp-content/uploads/2021/08/id40.pdf
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder